Kültür-Sanat

Nâzım Hikmet 115 yaşında: Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını, ben hasretlerin...

"Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni..."

15 Ocak 2017 14:24
Ali Aslangül

Şair, çapkın, aşık, memleket sevdalısı ve 'vatan haini'…
Nâzım Hikmet’i anlatan en iyi beş kelime…

Nâzım Hikmet 115 yıl önce bugün 15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu. 

"Ben,
Tepeden tırnağa iman,
Tepeden tırnağa kavga,
Hasret ve ümitten ibaret ben…”

Sürgünler, cezaevleri ve ağır suçlamalarla geçen hayatının ardından 61 yaşında 3 Haziran 1963'de Moskova'da hayatını kaybeden Nâzım, yaşamın her alanına dokunan şiirleri ile unutulmaz izler bırakırken, bu mısralarla anlatıyordu kendini... Güverte subaylığından şairliğe evrilen hayat hikâyesinde Mevlevi tarikatından olan dedesi Nâzım Paşa’nın telkinleri yatıyordu belki de. Nâzım Hikmet 20 Kasım 1901'de Selanik'te doğdu. Fransızca öğretim yapan bir okulda bir yıl kadar okuduktan sonra, ilkokulu Göztepe’deki Taş Mektep’te (Numune Mektebi) bitirdi. Ortaokula Galatasaray Lisesi’nde başladıysa da, ailesinin parasal sıkıntıya düşmesi üzerine Nişantaşı Sultani’sine geçti ve 1917’de mezun oldu. Feryad-ı Vatan adlı ilk şiirini daha 11 yaşındayken yazan Nâzım Hikmet, denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirinden (Bir Bahriyelinin Ağzından, 1914) etkilenen Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın yardımıyla 1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi ve 1919'da mezun olup Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı. Geçirdiği hastalık nedeniyle 17 Mayıs 1920'de, Sağlık Kurulu raporuyla askerlikten çürüğe çıkarıldı.

Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul gençliğini milli mücadeleye çağıran bir şiir yazma görevi verilir kendisine. İlk buluşmasında Mustafa Kemal'den şu tavsiyeyi alır Nâzım:

“Bazı genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler yazınız.” 

Nâzım Hikmet, 1921 yılında Batum’a, oradan da Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne (KUTV) kaydolur. İtalya’da Marinetti’nin başlattığı Gelecekçilik (Fütürizm) akımının etkisinde, geçmişi yadsıyarak her şeyi gelecekte gören, devrimci bir bakışla yazdığı şiirleri 1923’te Yeni Hayat ve Aydınlık gibi dergilerde yayınlandı. 1924 Ekim’inde, üniversiteyi bitiren ve çıkışında olduğu gibi, yine gizlice sınırdan geçerek Türkiye'ye dönen Nâzım Hikmet, Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanı’nın başlaması üzerine, 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu uyarınca birçok gazete ve dergi kapatıldı ve yazarları tutuklandı. Ankara İstiklal Mahkemesi’nin, 12 Ağustos 1925’te gizli örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle kendisi adına çıkardığı 15 yıllık mahkûmiyet kararını öğrendikten sonra, İzmir’den İstanbul’a gelerek gizlice yurt dışına çıktı. Sovyetler Birliği’ne giden Nâzım Hikmet, 1926 Cumhuriyet Bayramı’nda çıkan af kapsamına girdiğini öğrenip, geri dönmek için pasaport istediyse de bir sonuç alamadı. 

 

12 yıl hapis yattı, vatandaşlıktan çıkarıldı

 

1935’te Taranta Babu’ya Mektuplar ve 1936’da Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı adlı şiir kitapları yayınlanan Nâzım Hikmet, bir dizi yargılamanın ardından 29 Aralık 1938’de, Askeri Yargıtay’dan gelen onayla 28 yıl 4 ay ağır hapse mahkum edildi. 1 Eylül 1938’de İstanbul Tevkifhanesi’ne, 1940 Şubat’ında Çankırı Cezaevi’ne, aynı yılın aralık ayında da Bursa Cezaevi’ne gönderilen ve bu üç cezaevinde toplam 12 yıl hapis yatan ünlü şair, yayımlama olanağı bulunmadığı halde sürekli şiirler yazdı. 14 Nisan 1950 seçimlerini kazanan Demokrat Parti’nin çıkardığı af yasasıyla serbest kalmadan önce, uzun süre açlık grevi yaptığından sağlık durumu oldukça kötüleşti. Bu süreçte onun için yurt içinde ve yurt dışında gösteriler, toplantılar düzenlendi, bildiriler dağıtıldı, imzalar toplandı. Nâzım Hikmet adında iki sayfalık bir gazete çıkarıldı ve ilgililere sürekli mektuplar yazıldı. Serbest kaldıktan sonra polis tarafından sürekli izlenen, kitaplarını yayımlatma ve oyunlarını izleyici ile buluşturma olanağı bulamayan Nâzım Hikmet, askerliğini yapmamış olduğu gerekçesiyle Kadıköy Askerlik Şubesi’ne çağrıldı. Ne güverte subaylığı yaptığı yıllarda hastalanarak çürüğe çıkarıldığını söylemesi, ne de Cerrahpaşa Hastanesi’nden aldığı, kalbinden ve ciğerlerinden rahatsız olduğunu gösteren raporlar, askerlik yapmasını engelleyen bir durumu olduğunu ispatlayamadı. Ölüm korkusu içinde olan Nâzım Hikmet, akrabası Refik Erduran’la birlikte, deniz yoluyla önce Romanya’ya sonra da Moskova’ya geçti. Bunun üzerine 25 Temmuz 1951’de, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı.

 

En büyük aşkıydı Piraye..

 

Nâzım Hikmet yurt dışındayken, ilki Sovyetler Birliği’nde görevli bir Türk ailesinin kızı olan Nüzhet Hanım ile ardından da bir Rus kızı olan Dr. Lena ile olmak üzere iki evlilik geçirdi. İstanbul'a döndükten sonra ise 1930’da tanıştığı ve 1931’de evlenmeye karar verdiği Piraye Altınoğlu ile, sorgulamalar ve tutuklamalar yüzünden ancak 31 Ocak 1935’te evlenebildi. Nâzım'ın en güzel aşk şiirlerini yazdığı, en uzun süre evli kaldığı kadındı Piraye. 12 yıllık hapis hayatının son iki yılında, ziyaretine gelen dayısının kızı Münevver Berk’e aşık oldu ve serbest kalmasının ardından eşi Piraye’den ayrılarak Münevver Hanım’la yaşamaya başladı.

Yakın arkadaşlarından Hıfzı Topuz, Nâzım'ı anlatırken "Çok çapkındı" der. Nâzım Hikmet'in, hapishane yıllarında tutkuyla bağlı olduğu Piraye'ye sitem ettiğini söyleyen Topuz, "Yıllarca hapishanede kalıyor ama Piraye gelmiyor hapishaneye. Ve dünya kadar mektup yazıyor Nâzım, ‘Bir defa seni seviyorum demedin’ diyor ve çok üzülüyordu" sözleriyle anlatıyor durumu.

 

1 kutu baklavayı tek başına
yiyecek kadar tatlıya düşkündü

 

18 Kasım 1960’ta evlendiği son eşi Vera Tulyakova "Bahtiyar Ol Nâzım" kitabında, Nâzım'ın tatlıya olan düşkünlüğüyle ilgili bir anısını anlatır. Kahire'den Nil'e yolculuk yaptıkları sırada, arkadaşına götürmek üzere aldığı bir kutu baklavayı dayanamayıp tek başına midesine indirdiğini söyler. 

 

Türkiye Komünist Partisi tarafından
aforoz edilmiş bir komünistti



Nâzım komünistti; ancak Türkiye Komünist Partisi tarafından aforoz edilmiş bir komünistti. Biyografisinde “Partimden koparmaya yeltendiler beni/sökmedi” dediği olay, 1930’larda gerçekleşmişti. Nâzım, 1929 tevkifatından sonra, TKP’deki muhalif kanatla yakınlaşmıştı. Onun genel sekreterliğini üstlendiği muhalif komite, parti içi demokrasi ve Komintern kararlarını eleştirme özgürlüğü istiyordu. Bu talepler nedeniyle Şubat 1932’deki parti kongresinde hararetli tartışmalar yaşanmış ve Nâzım’ın “Stalin karşıtı faaliyetleri nedeniyle” partiden resmen ihraç edilmesine karar verilmişti. Orak-Çekiç dergisi, “kara liste”de adını yayınladığı Nâzim’ı “Troçkist”, “burjuva revizyonisti” ve “Mustafa Kemal’in ajanı” olmakla suçluyordu. TKP’ye göre o, “Kemalist burjuvaziye satılmış, polisin uşağı, Türkiye amelesinin ve emekçi halkının düşmanıydı. İşte Nâzım, bu sicille Moskova’ya uçmuştu.

TKP üyeleri arasında 1934'de partiye karşı eleştiriler yoğunlaştı. TKP'nin Türkiye'de yaşananlara karşı tutumsuz kalmasını, mücadeleden uzaklaşmasını, uluslararası işçi mücadeleleriyle dayanışmanın eksikliğini, örgütlülüğün zayıflamasını eleştirenler Sovyetler'de yaşanan sürece de itiraz ediyorlardı. Komintern'e, SSCB'nin politikalarına ve SSCB'de bulunan TKP Merkez Komitesi'ne muhalefet edenler, acilen yeni bir kongre yapılmasını istediler. Komintern, partiyi yeniden yapılandırmak isteyen muhalefetin isteklerini geri çevirdi. Muhaliflere karşı Komintern'in de desteklediği bir saldırı başlatıldı. Nazım Hikmet, Zeki Baştımar gibi partinin önemli isimlerinin bulunduğu 45 kişi "polis ajanı", "karşı-devrimci" ve "Troçkist" olmakla suçlanarak partiden atıldı. 65 kişilik bir "kara liste" hazırlandı. Aynı yıllarda SSCB'de de "Moskova Yargılamaları" yapılmakta, başta eski Bolşevikler olmak üzere Stalin'e muhalefet eden herkes benzer suçlamalarla tasfiye edilmekteydi. Muhaliflerin kimi idam edildi, kimisi çalışma kamplarına yollandı, kimi de SSCB dışına atıldı.

Güven adlı romanında Vedat Türkali bu dönemi şöyle aktarıyor:

"1936'dan sonra bir sürü tatsız iş var. Tufan... hain deyip öldürdüler yukarıda (SSCB'de). 36 mahkemeleri başladı Moskova'da. Nazım'ı çağırdılar. İyi ki gitmedi, onu da öldürürlerdi. Baytar Cevdet'i de öldürdüler, Troçkist diye. Gereta'yı (Reşat Fuat'ın karısı) öldürdüler Troçkist diye. Komintern'den bir sürü adam gitti."

 

Stalin öldükten sonra yazdığı şiir

 

Nâzım, Stalin öldükten sonra 13 Aralık 1961'de Moskova'da şu şiiri kaleme aldı:

"Taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kaattandı
İki santimden yedi metreye kadar
Yok oldu bir sabah
Yok oldu çizmesi meydanlardan
Gölgesi ağaçlarımızın üstünden
Çorbalarımızdan bıyığı
Odalarımızdan gözleri
Ve kalktı göğsümüzden baskısı
Binlerce ton taşın, tuncun, alçının ve kaadın."

"Kimi insan ezbere sayar 
yıldızların adını, ben hasretlerin..."


"Kimi insan otların, kimi insan balıkların çeşidini bilir; ben ayrılıkların.. Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını; ben hasretlerin…"

Yaşadığı ayrılıkları ve Türkiye'ye olan özlemini Otobiyografi'sinde bu dizelerle dile getiren Nâzım Hikmet, birçok uluslararası kongreye katıldı, pek çok kitabı ve yapıtları çeşitli dillere çevrildi. Dünya çapında bir üne kavuşan Nâzım, Prag’da Uluslararası Barış Ödülü’ne layık görüldü ve 1952 yılının sonunda Sovyetler Birliği’nin desteklediği Dünya Barış Konseyi’nin yönetici kadrosunda görev aldı. Nâzım Hikmet’in aynı yıllarda yazdığı nükleer silahlar ve savaş karşıtı şiirleri bestelenerek, Paul Robeson ve Pete Seeger gibi dünyaca ünlü şarkıcılarca söylendi. 

 

 

"Mezarım Türkiye'de olsun, o da yeter bana..."

 

Rusya'da bir yetimhaneden evlatlık olarak aldığı Cengiz Ferecov, Nâzım Hikmet'in suyla kendisine yapılan işkencelerden dolayı sudan nefret ettiğini anlatır hatıralarında. "Bir gün bile yıkandığını görmedim" diyen Ferecov, son günlerinde Türkiye'ye olan hasretinin daha da arttığını, "En büyük arzum bir gün Türkiye'ye dönebilmek. O olmazsa mezarım orada olsun, o da bana yeter" dediğini aktarır. Nâzım, 27 Nisan 1953'te kaleme aldığı "Vasiyet" şiirinde de şu mısralarla anlatır memleket özlemini:

"Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni 
ve de uyarına gelirse, 
tepemde bir de çınar olursa 
taş maş da istemez hani..."

 

Novodeviçiy Mezarlığı’na gömüldü

 

Nâzım Hikmet, 'Cenaze Merasimim' adlı şiirini yazdıktan kısa bir süre sonra, 3 Haziran 1963 sabahı bir kalp krizi sonucu Moskovo'daki evinde yaşamını yitirdi. Yazarlar Birliği’nin düzenlediği bir törenle Novodeviçiy Mezarlığı’na gömüldü. 1938’de cezaevine girmesiyle Türkiye’de yasaklanan şiirleri, ancak ölümünden iki yıl sonra, 1965’te yeniden ortaya çıkabildi. 

 

58 yıl sonra yeniden Türk vatandaşı oldu

 

2006 yılında Bakanlar Kurulu'nun Türk vatandaşlığından çıkarılmalar ile ilgili yeni bir düzenleme yapması gündeme geldi. Yıllardır tartışılmakta olan Nâzım Hikmet'in Türk vatandaşlığına yeniden kabul edilmesi yolu açılmış gibi gözükmesine rağmen Bakanlar Kurulu bu düzenlemenin sadece yaşamakta olanlar kişiler için düzenlendiğini ve Nâzım Hikmet'i kapsamadığını belirterek bu yöndeki talepleri reddetti. Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, İçişleri Komisyonu'nda "Tasarıda, şahsa bağlı hak olduğu için bizzat müracaat etmesi gerekir. Arkadaşlarım da olumlu şeyler belirttiler, komisyonda görüşülür, bir karar verilir" dedi. 2009 yılının 5 Ocak Günü "Nâzım Hikmet Ran'ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürürlükten kaldırılmasına ilişkin önerge" Bakanlar Kurulu'nda imzaya açıldı. Nâzım Hikmet Ran'a yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının iade edilmesine ilişkin bir kararname hazırladıklarını ve bu teklifin imzaya açıldığını ifade eden Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, 1951 yılında vatandaşlıktan çıkartılan Ran'ın yeniden Türk vatandaşı olmasına ilişkin önerinin Bakanlar Kurulu'nca oylanarak kabul edildiğini söyledi. Bakanlar Kurulu'nun 05.01.2009 tarihinde aldığı bu karar, 10.01.2009 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlandı ve Nâzım Hikmet Ran, 58 yıl sonra yeniden Türk vatandaşı oldu.

 

Otobiyografi (Nâzım Hikmet)


1902'de doğdum 
doğduğum şehre dönmedim bir daha 
geriye dönmeyi sevmem 
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim 
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği 
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu 
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir 
ben ayrılıkların 
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını 
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de 
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler 
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini 
verdiler de 
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu 
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni 
sökmedi 
yıkılan putların altında da ezilmedim
1951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım 
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile 
aldattım kadınlarımı 
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım 
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim 
yalan söyledim başkasını üzmemek için 
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile 
çoğunluk binemiyor 
operaya gittim 
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın 
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri 
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye 
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır 
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha 
yakalanmam da şart değil 
başbakan filân olacağım yok 
meraklısı da değilim bu işin 
bir de harbe girmedim 
sığınaklara da inmedim gece yarıları 
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında 
ama sevdalandım altmışıma yakın 
sözün kısası yoldaşlar 
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da 
insanca yaşadım diyebilirim 
ve daha ne kadar yaşarım 
başımdan neler geçer daha 
kim bilir.
 

Eserleri

 

Ölümünden önce yayımlananlar

Dağların Havası (Osmanlıca, 1925)[18]
Güneşi İçenlerin Türküsü (1928)
835 Satır (1929)
Jokond ile Si-Ya-U (1929)
Varan 3 (1930)
1 + 1 = 1 (1930)
Sesini Kaybeden Şehir (1931)
Gece Gelen Telgraf (1932)
Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (1932)
Bir Ölü Evi yahut Merhumun Hanesi (1932)
Kafatası (1932)
Orman Cücelerinin Sergüzeşti (1932)
Unutulan Adam (1934)
Portreler (1935)
Taranta Babu'ya Mektuplar (1935)
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (1936)
İt Ürür Kervan Yürür (1936, Orhan Selim adıyla)
Milli Gurur (1936)
Sovyet Demokrasisi (1936)
Alman Faşizmi ve Irkçılığı (1936)
Kurtuluş Savaşı Destanı (1937)
Yeşil Elmalar (1938)
La Fontaine'den Masallar (1949)

Ölümünden sonra yayımlananlar

Saat 21-22 Şiirleri (1965)
Enayi (1965)
Ferhad ile Şirin (1965)
İnek (1965)
İstasyon (1965)
Kan Konuşmaz (1965)
Şu 1941 Yılında (1965)
Yolcu (1965)
Yaşamak Hakkı (1966)
Dört Hapishaneden (1966)
Bu Bir Rüyadır (1966)
Ocak Başında (1966)
Rubailer (1966)
Sabahat (1966)
Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966)
Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967)
Allah Rahatlık Versin (1967)
Evler Yıkılınca (1967)
İnsanlık Ölmedi ya (1967)
Yusuf ile Menofis (1967)
Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1967)
Kemal Tahir'e Mapushaneden Mektuplar (1968)
Kuvâyi Milliye (1968)
Sevdalı Bulut (1968)
Yeni Şiirler 1951-1959 (1969)
Son Şiirleri 1959-1961 (1969)
Bursa Cezaevinden Vâ'Nû'lara Mektuplar (1970)
İlk Şiirleri 1913-1927 (1971)
Demokles'in Kılıcı (1974)
Faşizm Sınıflar ve Emperyalizm (1975)
Nâzım ile Piraye (1975)
Aydınlıkçı Yazar Aydınlıkçı Şair (1976)
Yazılar (1976)
İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu? (1985)
Çeviri Hikâyeler (1987)
Her Şeye Rağmen (1990)
Kadınların İsyanı (1990)
Kör Padişah (1990)
Tartüf-59 (1990)
Yalancı Tanık (1990)
Hikâyeler (1991)
Konuşmalar (1991)
Masallar (1991)
Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil (1991)
Yatar Bursa Kalesinde (1991)
Yazılar 1924-1934 (1991)
Yazılar 1935 (1991)
Yazılar 1936 (1991)
Yazılar 1937-1962 (1991)
Piraye'ye Mektuplar 1 (1998)
Piraye'ye Mektuplar 2 (1998)
Sanat ve Edebiyat Üstüne (1998)
Nâzım Hikmet Şarkıları (2001)
Bizim Radyoda Nâzım Hikmet (2002)
Bütün Şiirleri (2007)
Henüz Vakit Varken Gülüm (seçme şiirler, 2008)
Öteki Defterler (2008)
Çankırıdan Piraye'ye Mektuplar (2010)
Büyük İnsanlık (kendi sesinden şiirler, 2011)
Güneşe Doğru (1937).

Bestelenmiş Şiirleri

Ahmet Kaya, Aynı Daldaydık
Ahmet Kaya, Şeyh Bedrettin
Ruhi Su, Masalların Masalı
Ruhi Su, Onlar Ki
Ruhi Su, Kadınlarımız
Zülfü Livaneli, Karlı Kayın Ormanı
Zülfü Livaneli, Bulut Mu Olsam
Zülfü Livaneli, Kız Çocuğu
Zülfü Livaneli, Hoşçakal Kardeşim Deniz
Zülfü Livaneli, Saat Dört Yoksun
Zülfü Livaneli, Vapur
Zülfü Livaneli, Memetçik Memet
Mehmet Celal, Komsomol
Cem Karaca, Şeyh Bedrettin Destanı
Cem Karaca, Çok Yorgunum (Mavi Liman şiirinden uyarlama)
Cem Karaca, Ceviz Ağacı
Cem Karaca, Herkes Gibi
Cem Karaca, Memleketim
Cem Karaca, Hasret ( Davet şiirinden alınmıştır.)
Esin Afşar, Tahir ile Zühre Meselesi
Onur Akın, Seviyorum Seni
Onur Akın, Sev Bakalım
Edip Akbayram, Güzel Günler Göreceğiz
Edip Akbayram, Korkuyorlar
Edip Akbayram, Gidenlerin Türküsü
İlkay Akkaya, Beyazıt Meydanı
İnci Çayırlı, Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş
Ezginin Günlüğü, Seni Düşünmek Güzel Şey
Ezginin Günlüğü, Japon Balıkçısı
Yeni Türkü, Mapushane Kapısı
Yeni Türkü, Sen
Yeni Türkü, Öldükten sonra
Grup Yorum, Bu Memleket Bizim
Grup Yorum, Ben Bir Asker Kaçağıyam
Grup Yorum, İnsanların İçindeyim
Grup Yorum, Veda
Grup Baran, Salkım Söğüt
Grup Baran, Güneşi İçenlerin Türküsü
İlhan İrem, Hoşgeldin Kadınım
Hakan Yeşilyurt, Piraye (Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri kitabındaki 6 Ekim 1945 tarihli şiirden uyarlama)
Hüsnü Arkan, Bor Oteli
Sümeyra Çakır, Hürriyet Kavgası
Ahmet Aslan, Geberiyorum