Kültür-Sanat

Müzik stüdyosu sergi mekanı oldu

Eski mekanları satın alarak sanatın hizmetine sunan Alman menşeli prodüksiyon ekibi Manzara Perspektif, Suriye Pasajı'nın 4. katındaki bir müzik stüdyosunu sergi mekanına dönüşt&uum

13 Nisan 2009 03:00
Eski mekanları satın alarak sanatın hizmetine sunan Alman menşeli prodüksiyon ekibi Manzara Perspektif, Suriye Pasajı'nın 4. katındaki bir müzik stüdyosunu sergi mekanına dönüştürüyor

Genç küratör Önder Özengi’nin, Manzara Perspektif ismi altında bir süredir farklı mekanlarda sergiler yapan prodüksiyon grubuyla gerçekleştirdiği ‘Göreli Konumlar ve Kanaatler’ sergisi her şeyden önce Beyoğlu’nda çağdaş sanat açısından yeni ama çok eski bir mekanı hayatımıza sokuyor; Suriye Pasajı.

Pasajın Dördüncü katındaki sergi mekanı, Manzara İstanbul isimli bir grup tarafından eski bir kayıt stüdyosundan sergi mekanına dönüştürülmüş. (Meğer Manzara İstanbul ve onun prodüksiyon ekibi Manzara Perspektif, eski mekanları satın alarak sanatın hizmetine sunmalı planlayan Alman menşeli bir ekipmiş). Perşembe günü açılacak sergi, çağdaş sanatın bugüne kadar kentle kurduğu, kuracağı, ve kurması gereken tüm ilişkilerin hassaslığı, kırılganlığı ve alınganlığı üzerine düşündürecek gibi gözüküyor.Radikal gazetesi’nin Önder Özengi’yle yaptığı röportaj’da sergiyle ilgili detaylı bilgiler yer alıyor

Göreli Konumlar ve Kanaatler sergisi, katılımcıları ve pratikleri yoluyla mekan üretimi, bellek, arşivleme, kolektif bilgi ve bağlam üretimi, toplumsal tahayyül ve çatışma gibi konular üzerinden konum ve fark üretimi yollarını araştırıyor.” Çok genel konular değil mi bu bir güncel sanat sergisi için?
Evet sanırım. Bunun sebebi başlangıç için fikirlerimiz olmasının yanında sergiyi tek bir kavram ve başlık etrafında önceden düşünüp hazırlamamış olmamız. Davet ettiğimiz sanatçılar ve ürettikleri işler üzerinden anlamlandırmak ve okumak yoluna gittik. Bu konu çoğulluğu, oldukça geniş bir perspektif ve aslında oldukça zorlanarak çıkardığımız bir çerçeve çizme sorunuyla baş başa bıraktı bizi. Biz de kapsayıcı bir özelleşmiş bir söylem yerine, daha çoğul ve ‘genel’ bir konumlandırmaya gittik. Ama tabii ki konum ve fark üretimi buradaki odak noktası.

Fark üretiminden tam olarak neyi kast ediyorsunuz?
Fark üretimi, verili kimlikler, konumlar ve aidiyetlerle ilgili. Kent ölçeğinde düşünsel ve siyasal olarak temel çatışma noktaları nerede oluşuyor? Bu oluşumların farklılıkları ve bunun üretimiyle ilgili. Bu kavrama David Harvey’de rastladım. Ona göre bu verili kimlikler ve konumlar dışında yeni çatışma ve uzlaşma noktaları icat etmek için yeni farklar üretmek aynı zamanda verili alandan çıkmak demek. Bu başka türlü bir tekillik ve muhalefet tahayyül etmek için önemli görünüyor bana.

Kent, farklılık ve konum üretimlerini görmemiz açısından nasıl bir ayna?
Özellikle kimlik dönüşümlerini görmemiz açısından. Kent, özellikle İstanbul’u düşünürsek birçok etkenin kimlik ve farklılık üzerinde etkisi olduğu bir ortam. Birçok yaşam şekli ve toplumsal tahayyül biçimi birbiriyle iç içe geçmiş ve sürekli birbirine etki ederek var oluyor. Böyle bir ortamda kullanılması alışılagelmiş millet, din, toplumsal ve kültürel sınıf vs. destekli konumların sorunlu hale geldiğini düşünüyorum. Eğer kent, aidiyet ve gündelik pratiklerin sonucunda ortak olarak üretilen bir şeyse, ilişkide olduklarımızdan bağımsız düşünülemez. Kendimizi bağlı hissettiğimiz ve söylem düzeyinde ‘oradan’ konuştuğumuz konumların gündelik yaşam pratikleri içinde bir karşılığı kalmıyor. Kültürel olarak ‘alt kimlik’ olarak konumlanan bir kişi, sermaye birikimi açısından üst ekonomik sınıfa ait olabiliyor. Kültürel birikim açısından ayrıcalıklı konumda olan kişiler, ekonomik açıdan daha farklı sınıfsal ve etnik kimliğe sahip olabiliyor.


Küresel şehirlerde, kamu alanları alışveriş merkezleştirilerek özelleştiriliyor. Bu küresel eğilime sanat üzerinden direnmek mümkün mü? Sanat, mesela böyle bir sergi ne kadar savaşçı bu anlamda?
Ortak üretim alanları aşırı profesyonelleşmiş neoliberal ve post fordist çalışma koşullarına mahkum olmuş durumda. Bu çalışma koşullarını destekleyen yeni kentler, ilişkiler, konumlar ve farklar da bu bahsettiğin güçlerin ütopyalarına uygun olarak yeniden inşa ediliyor. Sanat da çoğu zaman bu gidişata eleştirel yaklaşırken bu retorikleri yeniden üretme tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliyor. Bence sanatın ya da sanata doğal olarak atfedilen muhaliflik durumunun sorun edilmesi gerekiyor. Sanat ne zaman muhalif olur? Bir politik konumun sözcüsü ve mesajcısı olduğu zaman mı? Bir sanat yapıtı ortaya çıkarken onun üretim biçimi ve yarattığı çalışma koşulları açısından politik ve eleştirel olabilir bence. Bu sergi dahilinde gerçekleşen Can Altay’ın, Borga Kantürk’ün ve HaZaVuZu’nun ürettiği kolektif ve katılımcı projeleri sayesinde de -içerikleri bir yana- eleştirel olabildiğini düşünüyorum.

Çağdaş sanat, kentsel gerçeklikle ne kadar dirsek teması içinde bulunursa o kadar muhalif olur gibi bir cümle kuralım mı?
Güncel sanat ve kamudaki görünürlük mücadelesi başka alanlardaki müdahale isteğiyle aynı durumda. Kent içinde yaşayan, onu paylaşan insanların kamusal alana müdahale etme hakkı bahsettiğimiz hakim güçlere ya da onların denetimine devredilmiş durumda. Pelin Tan’nın üzerinde çalıştığı meselelerden biri bu. Sergide yer alacak çalışması bu mesele ve onunla ilişkili olarak üzerinde durduğu diğer bilgi alanlarının bir haritası ve bununla ilişkili bir kütüphane. Güncel sanat böyle bir ilişkisel alanda eylemde bulunmakta özgür olabileceğiniz önemli bir alan. Sanırım bu cümleyi başka gerçekliklerle ne kadar dirsek temasında olursa o kadar muhalif olur diye de kurabiliriz Pelin’in işini düşünecek olursak.

Biraz da Beyoğlu’nu, serginin yapılacağı Suriye Pasajı’nı konuşalım. Beyoğlu diye bir yer gerçekten var mı sence yoksa yalan bir dünya mı bizim yarattığımız?
Evet tıpkı İstanbul gibi Beyoğlu söylemi de üzerine yazılmış düşünülmüş mitleştirilmiş ve gündelik gerçekliğinden uzaklaşmış bir birikimle bir ütopya gibi. Düşlenmiş, anlatımı şiirselleştirilmiş, nostalji retoriğinin üretimin eşlik ettiği bir anlatı ve yok-semt. Beyoğlu ile ilişki Rita Hayworth’un ünlü sözünü aklıma getiriyor “Erkekler Gilda ile yatıyorlar, sabah Rita ile uyanıyorlar.”

Peki Beyoğlu’ndan beslenen güncel işlere nasıl bakıyorsun? Örneğin İstiklal Caddesi’nde yer alan sergilerin Beyoğlu’yla kurdukları ilişkiye bakarak neler söyleyebiliriz?
Bu işler güncel sanatın yerellik ve ürettiği yan anlamlar bağlamında kamuya çıkma çabalarının bir göstergesi. Ama kamusal alanda görünür olma çabası her zaman hedefine ulaşamıyor. Her girişimde onları eleştirilmez yapmıyor. Ve bu görünürlük yine “hakim güçlerin” denetiminin izin verdiği ölçekte ve alanda gerçekleşebiliyor.
 
Sergi 16 Nisan-30 Nisan arasında Suriye Pasajı, 4. katta görülebilir.