Türkiye'de akademinin ve siyasal/toplumsal/kültürel çalışmaların önde gelen isimlerinden T24 yazarı Prof. Murat Belge’nin yeni kitabı ‘Şairaneden Şiirsele/Türkiye’de Modern Şiir’ raflardaki yerini aldı. Modern Türkiye’de yazılan şiiri Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le başlatarak İkinci Yeni’yle sonlandıran kitap, objektif ve ansiklopedik bir tarzdan öte üzerinde düşündüğü şiirlerin bir kısmını kaleme alan şairlerle arkadaşlığı da bulunan Belge’nin eleştirilerini, övgülerini ve yer yer de anılarını içeriyor.
Hürriyet’ten Barış Özkul’un kitapla ilgili inceleme yazısı şöyle:
‘Şairaneden Şiirsele’ konvansiyonel bir edebiyat incelemesi değil. Bundan daha fazlasını içeren bir ‘öznellik’ boyutuna sahip. Belge’nin çevirileri ve eleştiri yazılarıyla edebiyat çevrelerinde boy göstermeye başladığı zamanlarla İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinin olgunluk çağı ürünlerini verdiği zamanlar örtüşüyor. Bu şairlerin hemen hepsiyle arkadaşlığı var Belge’nin. “İşi bir biyografi ya da otobiyografi kalıplarına dökmeden” anılarını da kitaba katmaya karar vermiş. Sözünü ettiği şairin şiiri bakımından özellikle açıklayıcı olduğunu düşündüğü anılarına ağırlık vermiş. Tanışmaya yaşının yetmediği bazı şairlerle (örneğin Ahmet Haşim) ilgili de ‘aile anıları’ var. Onları da aynı seçim ilkesine bağlı kalarak kitaba dahil etmiş. Bir de yarı-‘öznel’ denebilecek haklı nedenlerle kitaba dahil edilmeyen şairler var. Sezai Karakoç bunlardan biri:
“Yıllar önce, altmışların başında, Cemal Süreya’dan Sezai Karakoç hakkında birçok olumlu söz dinlemiş ama şiirlerini görmemiştim (böyle hatırlıyorum ama bellek ne kadar yanıltıcı olabilir, bunu da biliyorum). İslâmcı ve ‘İkinci Yeni’ci’ bir şair merakımı çekiyordu doğrusu. Ne var ki, şiirini okuyup tanımadan önce Diriliş dergisini gördüm. Karakoç birkaç kere bu dergiyi yayımlamıştı. Benim gördüğüm seferki (yeşil kapak!) ‘ilk’ sayısında ‘Hitler’in Vasiyetnamesi’ diye bir yazı çıkmıştı. Bu Hitler merakı, benim Sezai Karakoç merakımı ortadan kaldırdı.”
Kuşkusuz ‘Şairaneden Şiirsele’ bu öznellik boyutuyla sınırlı kalsaydı keyifli bir dedikodu ve anı kitabından öteye gitmezdi. Ama onu besleyip tamamlayan güçlü bir nesnellik ve karşılaştırma boyutu da var. Belge kitabın bu boyutunu şiirlere yönelik yakın okumalarla takviye ederken Türkçe şiire özgü görünen ‘kıtalar’ın, şiir kuruluşlarının aslında modern şiirin çeşitli gelişim evrelerinde farklı coğrafyalarda yazılmış şiirlerle benzer birçok özellik taşıdığını ortaya koyuyor.
Türkiye’de üretilen şiirin dünyadan kopuk olmadığını gösteren bu tutum edebiyat eleştirisinde indirgemeci politik okumalara dayalı yaygın bir tutumun düştüğü açmazı da sergiliyor. Fransız şiirinin ellilere kadar süren yoğun etkisine karşılık ‘Garip Şiiri’ni ‘tek parti rejimi’nin biçimlendirdiğini söyleyenler olduğu halde sözgelişi Jacques Prévert etkisini inceleyenin olmaması, benzer biçimde İkinci Yeni’nin Menderes iktidarı kadar imgecilik akımından da etkilenmiş olabileceğinin pek tartışılmaması Belge’nin işaret ettiği açmazlardan bazıları.
Belge bu açmazlara yalnızca işaret etmekle, teşhis koymakla yetinmeyip Türkçe şiir eleştirisinde karşılaştırmalı ufuk açmaya yönelik bir girişimde bulunuyor.
Kitabın Garip Şiiri’yle İngiliz Romantikleri’ni karşılaştıran bölümü bu girişimin en açık şekilde izlenebildiği yerlerden biri. Şiire meydan veren duygular arasındaki hiyerarşilerin ortadan kalktığı, doğal ve kendiliğinden olması koşuluyla hemen her şeyin şiire konu edilebildiği Wordsworth şiiriyle “Beni bu güzel havalar mahvetti” diyerek şairanelikten uzaklaşan Orhan Veli’nin şiire yaklaşım tarzları arasındaki benzerlik, aradaki zaman farkına rağmen ağır basan ortaklıklar kitabın karşılaştırmalı bakışı çerçevesinde anlam kazanıyor. Belge şairanelikten şiirselliğe geçişin salt biçimsel bir farklılaşma olmadığını anlatırken “kolay okunan bir mısraın kolay yazılan bir şey olmadığını” söyleyen Orhan Veli’nin “içinde yaşantıyı şiire dönüştürme gücüne sahip bir aygıt taşıyan” Wordsworth gibi Romantik şairlerle yakınlığına dikkat çekiyor.
‘Şairaneden Şiirsele’de modern Türkçe şiirin belli başlı şairlerine ilişkin incelemelerde sıklıkla karşılaşılan övgü ve güzellemeleri boşa düşüren oldukça cesur eleştiriler de mevcut. Fazıl Hüsnü Dağlarca bölümü bu bakımdan Dağlarca’nın şiirlerine yönelik bir eleştirel yeniden değerlendirmeye ilham verebilecek gözlemlerle dolu. Fazıl Hüsnü’nün şiirini mistisizmle milliyetçilik arasında bir sarkaç gibi salınan, kimi zaman ulusal mistisizme, kimi zaman gündelik hayata ve pragmatik alanlara yaklaşarak konum değiştirmekle birlikte en temelde mistisizmin süreklilik gösterdiği bir şiir olarak okuyan Belge, böylece Dağlarca şiirini ‘akılcı’ bulan Cemal Süreya’yı olumsuzlayan alternatif bir yorumda bulunuyor.
Ece Ayhan şiirindeki imgeler dünyasının büyük ölçüde kitabi olduğu, Ece Ayhan’ın okuduklarından kurulu oldukça soyut bir dünya içinde şiir yazdığı yönündeki gözlemi de aynı şekilde. Belge’ye göre Ece Ayhan’ın şiirinde yer alan nesneler, daha doğrusu kelimeler arasındaki ilişkiler Ece Ayhan’ın zihnindeki ilişkilerdir. Ece Ayhan bunları okurlarının bilmesinden pek hoşlanmaz. Şiiri onun için yabancılığını, yalnızlığını, azınlıktan oluşunu kendi başına yaşayacağı bir avlu, bir bahçe gibidir. Olumsuz olduğu kadar olumlu bir doğrultuya da işaret eden bu eleştirisini Belge gene sağlam bir karşılaştırmayla pekiştirerek Ece Ayhan’da Picasso’yla paralel giden bir eğilime işaret ediyor: “Olmadık, çarpıcı imgeler üretme, ‘şoke etme’ eğilimi. Sonuna kadar deneysellik... Picasso ‘Mavi Dönem’inden sonra ‘Pembe Dönem’e girmiştir. Bu döneminde harlekinler, tiyatro trupları, başlıca konusudur. Ece Ayhan’ın da erken döneminde ‘sahne dünyası’ çok baskın bir temadır.
‘Şairaneden Şiirsele’ Türkçe şiirin ‘modernleşme’ serüvenine ışık tutan, ciddi olduğu kadar keyifli de bir inceleme."