Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü Murat Belge, AKP politikalarında ortaya çıkan değişime ilişkin "Bu dönüşümü ve bu lafların söylenilmesini psikiyatri disiplinine bırakmak lazım. Bu benim mantığımla çözebildiğim bir şey değil." diyor. Osmanlı tarihi konusundaki tartışmalara da değinen Belge, " Ne olduğunu kim biliyor ki, farklı olduğunu anlayacak!" dedi.
Vatan gazetesinde Murat Belge ile Mine Şenocaklı'nın yaptığı söyleşinin ikinci bölümü yayınlandı. İşte söyleşiden bir bölüm:
- Başbakan Erdoğan, Muhteşem Yüzyıl dizisi için “Bizim böyle bir ecdadımız yok” dedi ve yargıyı göreve çağırdı. Dün “Ecdadımız gerçekten böyle miydi, değil miydi?” diye konuştuk. Ama asıl konuşmamız gereken sansür, demokrasi, yargının bağımsızlığı konusu sanırım... Başbakan’ın tavrına ne diyorsunuz?
Absürd! Zaten bu hikâye baştan sona absürd. Çünkü böyle bir kanun yok. Hangi kanuna dayanarak, bu dizi Sultan Süleyman’ı olduğundan farklı gösteriyor deniliyor? Ne olduğunu kim biliyor ki, farklı olduğunu anlayacak! Bunlar adeta hezeyan halinde söylenmiş sözler. Ama söyleyen Başbakan olduğu için arkasından bir milletvekili hemen eksik olan kanunu yapıp hükümete sunmak üzere harekete geçebiliyor. “Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim” sözünü kimin, ne için söylediğini bilmeden konuşan Başbakan’ın karar verdiği şekilde tarihi şahsiyetler kanunen korunacak. Bundan daha acıklı bir şey olamaz.
- Bu gidiş nereye varır?
Başbakan ben galiba yanlış yapıyorum diye idrak etmedikçe vaziyeti, iyice cepheleştirecek toplumu, iyice gerecek, ondan sonra ne olacağını ben bilemem. Artık olmaz dediğimiz darbe de dahil pek çok şey olur.
Başbakan’ın ordudan korkusu yok ama benim var
- Başbakan’ın popülaritesi biraz da bu dizilerden kaynaklanıyor diyebilir miyiz o zaman?
Genel olarak bir popülaritesi var Türkiye’nin. Onun sonucu olarak da dizileri seyrediyor bu ülkeler. Ama aynı zamanda diziler dolayısıyla da o popülarite artıyor. “İşte bakın bunları da çekiyor bu adamlar” diyebiliyorlar.
- Yani Erdoğan’ın sadece “One minute” dediği için değil, aynı zamanda bu diziler de gösterildiği için popülaritesi artıyor?
Evet. Ama şimdi o tarafı kapattı. Şimdi en son bu Süleyman dizisi münasebetiyle kalem, kitap falan dedi. İyi, kalem kitap desin de, böyle kalem kitap denmez. Bir kere tarihi dizi yapanın kalemine müdahale ederseniz ne kalem kalır ne kitap!
- Muhteşem Yüzyıl için başta belgesel dedi, sonra dizi dedi. Galiba oturup bir seyretmesi lazım. Onun kafası da karışık...
Burada ne olduğunu bilemiyorum. Ameliyat geçirdiği için mi oldu, yoksa Başkanlık sistemi için başka türlü bir strateji kurduğu için mi? Aslında kıyamet gibi haksız ve kanına susamış saldırılara da uğradı iktidar olduğundan beri, onlardan mı nevri döndü, artık ne olduysa oldu, ama kesin bir şekilde herkesin görüp kabul ettiği ve dile getirdiği şekilde değişti. Bu değişimde ortaya çıkan ise sanırım çocukluğundan beri aldığı asıl otantik dünyası ve kültürü. “Ecdadımız böyle değildi” lafı, “İcabında idam da olmalıdır” lafı, son zamanda yaptığı bütün bu konuşmalar bize şunu gösteriyor; bir ara üzerini örttüğünü sandığımız örtü kalktı ve o çıktı ortaya.
- Hangi örtü?
O demokratik davranışlar örtüsü...
- Birkaç yıl öncesine kadar “Erdoğan Milli Görüş gömleğini çıkardı mı, çıkarmadı mı?” diye tartışıyorduk. Tam da oraları aştığımızı düşünüyorduk ki şimdi yine geldik Türkiye muhafazakârlaşıyor mu muhafazakârlaşmıyor mu tartışmalarına. Ama araştırmalar da gösteriyor ki, Türkiye zaten muhafazakâr. Toplumun yüzde 70’i kendini muhafazâkar olarak tanımlıyor...
Öyle... Türkiye muhafazakâr. Ama kendileri de hep öyleydiler, muhafazakârdılar. Örtü kalktı şimdi.
Başbakan muhafazakar kesimi de karşısına aldı!
- Sizin özel hayatınıza müdahale var mı?
Benim çalıştığım üniversitede dışarıdan insanların geldiği iki restoran var. Öğrenci kantininden başka... Doğal olarak oralarda isteyen içki içiyordu. Pek öğrenci gelen yerler de değil, çünkü pahalı. Önce Başbakan’ın müdahalesiyle oralarda içki kalktı. Sonra YÖK kanalıyla kampüslerin sınırları içerisinde içki yasaklandı. Şimdi Boğaziçi, Bilkent gibi üniversitelerde hocalar için açılmış kulüplerde falan içki yasak. Bunlar insanı sinirlendiriyor. Benim özel hayatıma nasıl böyle müdahale edersin ya! Bunlar çok sinir bozucu şeyler. Taksim’e parkın yerine kışla yapılması da öyle... Hepsi insanın normal, günlük hayatına müdahale. Böyle olmaz.
- Sizin “Dezenfekte Osmanlı” diye bir tanımlamanız var. Diyorsunuz ki, “Osmanlı’nın kötü taraflarını törpüleyip öyle göstermeye çalışıyoruz...” İyi tarafları zaten biliyoruz, onlarla övünüyoruz da... Peki bizim bilmediğimiz ya da törpülediğimiz hangi özellikleri var Osmanlı’nın?
Sonuç olarak padişahlar da değişik karakterlere sahip. Mesela III. Osman kadın düşmanıdır diye bilinir. Ayakkabılarının altına kabaralar (iri başlı demir çivi) çaktırmış, haremde yürürken kadınlar uzaktan sesini duysunlar ve ortadan kaybolsunlar diye... Böyle eksantrik tarafları olabilen insanlar padişahlarımız da. I. Mustafa, zavallı delidir. İbrahim’in yine pek akıllı olduğu söylenemez. IV. Murad gayet alkolik ama içkiyi yasak etmiş, kendi şaraptan ölmüş. Ayrıca o da kulamparadır.
III. Murad kadın düşkünüdür, öyle ki...
Onun oğlu III. Mehmed tahta çıktığı akşam tam 19 kardeşini boğdurtmak zorunda kalıyor!
- Sarhoşken hamamda düşüp kafasını vuran ve ölen bir padişahımız da var sanırım?
O, II. Selim. Kanuni’nin oğlu. O da içkiden ölüyor... Mesela III. Murad kadın düşkünüdür.
- Ne kadar düşkün?
Epeyce! Harem kadın doluyor ve dolayısıyla onun oğlu III. Mehmed tahta çıktığı akşam 19 kardeşini boğdurtmak zorunda kalıyor.
- O kadar çok kardeşi var yani?
Evet. Bazıları kundakta o tarihte!
Fatih, İstanbul’u aldığında 3 gün yağmaya izin verdi, kadınlar da yağmaya dahildi!
- Başbakan, “Tarihimiz savaşlardan, entrikalardan, haremden ibaretmiş gibi gösteriliyor. İstanbul’un fethinde, Bizans’ın hanımları, Fatih Sultan Mehmet’i, Akşemseddin’i karşılarken, ‘Başımızda kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz’ demişlerdir. Çünkü birinde adalet, birinde zulüm vardı” dedi. Ama anlaşıldı ki, bunu diyen Bizans kadınları değil, Ortodoks Grandük... Ve bu lafın muhatabı da Katolikler...
Bir kere Fatih İstanbul’u aldığında üç gün yağmaya izin verdi. Üç gün yağmaya ırza geçmek de dahil. “Bizanslı hanımlar mazoşist olur” diye bir bilgimiz yok. Yani muhtemelen çok memnun kalmamışlardır sarıklı adamların gelişinden! Dolayısıyla şimdi Başbakan’ın Ortodokslarla Katoliklerin kavgasından çıkan o lafı, “Bizanslı hanımlar öyle karşılamışlardı Fatih’i” diye söylemesi insana endişe veriyor. Bu şoven bir ideoloji... Herhangi bir esasa dayanmadan böbürlenme ihtiyacı, tarihi içinden sadece kahramanlık menkıbesi çıkarmak üzere ele almak eğilimi gayet yaygındır. Ama şimdi “Tarihi şahsiyetleri koruyacağız, olmadıkları gibi gösterilmelerini engelleyeceğiz” diyerek o kanun tasarısını veren milletvekilinin lafları arasında “İşte Atatürk’ü koruma kanunu da böyle bir kültürden geliyor” lafı var. Oysa gördük ki o kanunun sonucu nerelere gitti. Demek ki şimdi de bunları koruyacağız. Bunlar Türkiye’nin biran önce kurtulması gereken alışkanlıklar. Hâlâ istenildiği gibi medeni, düşüncenin özgür ve yaratıcı olduğu bir memleket olamıyorsa Türkiye, bunlardan ötürü olamamış. Hâlâ bunu sürdürmeye çalışan, maneviyat bakanlığı kurmaya kalkışanlar var. Çok inandığından mı, yoksa “Şimdi böyle söylemek lazım, böyle söylersem Başbakan beni takdir eder” diyerek mi bilemem... İşte böyle bir kötü yola girdiler.
- İyi ama birkaç yıl öncesine kadar daha çok özgürlükler, daha çok demokrasi konuşuluyordu. Ne değişti? Ne oldu da buraya savruldu AKP? Siz böyle bir savruluş bekliyor muydunuz?
Bu apayrı bir konu. Bu dönüşümü ve bu lafların söylenilmesini psikiyatri disiplinine bırakmak lazım. Bu benim mantığımla çözebildiğim bir şey değil.