Çözüm süreci kapsamında oluşturulan Akils İnsanlar Heyeti'nde de yer alan Taraf yazarı Murat Belge, "Gezi ile birlikte Tayyip Erdoğan'ın tavırları nedeniyle liberal ve aydınlarda kopmalar, desteği geri çekmeler başladı" dedi. Belge, "Daha önce bizim desteklediğimiz, doğru işler yapan adam uydurma bir Tayyip Erdoğan’mış" ifadesini kullandı.
Belge, "2010 referandumunda ‘Evet’ diyenler kandırıldı mı?" sorusuna "Bence evet. Zaten bütün bu olanlar bir kandırmaca haline geldi sonunda. Ben de doğrusu kendimi kandırılmış hissediyorum. ‘Elim kırılaydı da oy vermeseydim’ diyecek halim yok. O zamanın şartlarında doğru davrandığımı düşünüyorum" dedi.
Akil İnsanlar için 'konu mankeni' benzetmesi yapan Belge, "Biz aklımızı falan kullanmıyorduk" diye konuştu. "Heyette, Akit Gazetesi gibi gazetelerdeki insanlar olmasaydı da olurdu" diyen Belge, "Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit falan olmasın diyemem. Ama Hasan Cemal ve Cengiz Çandar olmalıydı" görüşünü dile getirdi.
Bugün'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan (25 Ekim 2015) Murat Belge'nin açıklamaları özetle şöyle:
*7 Haziran’dan bir hükümet çıkmadığı için 1 Kasım’da yeniden sandığa gidiyoruz. Bu süreçte toplumsal kutuplaşmalar oldukça fazla arttı. Bu kutuplaşma makası daha da açılır mı?
Öngörü zor bir şey şu anda. Çünkü öngörü yapmak için birtakım rasyonel veriler olması lazım. Ortadaki verilerin hiçbiri rasyonel değil. Bir adamın keyfine göre her şey yeniden biçimleniyor. Dolayısıyla bir kere seçim olur mu, oradan başlamak lazım. Mesela anket yaptırıyor, bakıyor. Tut ki beğenmedi gidişatı. ‘Olmasın seçim’ diyecek. Ama genel olarak bu ortamdan hayırlı bir şey çıkmayacağı ortada.
*Anketlerin büyük çoğunluğuna göre, sonuçların 7 Haziran’dan farklı olmayacağı görülüyor. Bu sonuçlar aynıyla sandığa yansırsa MHP ve HDP’nin de içinde bulunacağı koalisyon kaçınılmaz mı olur?
Mantıken öyle olması gerekir. Partisi adamın lafını dinlemezse olur. O zaman olur.
*AK Parti, 2004-2005’ten itibaren hızlanarak AB süreciyle birlikte liberallerin, aydınların desteğini aldı. Ancak bugüne bakıldığında bu gerçek liberal ve aydın dediğimiz isimlerin hemen hepsi desteğini geri çekti. Okumanız nasıl olur bu fiili durumu?
Ben de destekledim. Herkes için gözle görülür olay Gezi. Gezi ile birlikte o zaman Başbakan olan Erdoğan’ın takındığı tavır, söylediği sözlerin desteklenmesi mümkün değildi. Zaten o tavır ondan sonra sürekli aynı şekilde ve dozunu da artırarak devam etti. Yani ‘Gezi oldu böyle oldu’ demek de çok açıklayıcı gelmiyor. Bunun mutlaka bir evveliyatı olmalı.
Erdoğan, 'Benim artık kendim gibi olma zamanım geldi’ demeye hazırlanıyordu"
*Kopmalar daha önce başladı.
Evet. Tayyip Erdoğan’ın ‘zart zurt’ tavrı, kendini birtakım olaylarda da ortaya koymuştu. Ama arkası gelmemişti. Ama bu adam fevri bazı şeyler yapıyor ama genel gidiş öyle değildi. Politika öyle değildi, üslup öyle değildi. Ama Gezi ile birlikte böyle oldu. Yani ‘Benim artık kendim gibi olma zamanım geldi’ demeye hazırlanıyordu.
*Kendi gibi olmaya karar verdiği için mi aydınların geri çekilme süreci başladı?
Öyle anlaşılıyor. Şimdi çok daha sahici bir adam haline geldi. Daha önce bizim desteklediğimiz, doğru işler yapan adam uydurma bir Tayyip Erdoğan’mış.
*Akil İnsanlar Heyeti’ndeydiniz. Ümitle başlayan bir süreçti. Ancak Gezi’yi gerekçe göstererek istifa ettiniz heyetten.
‘Akil Adamlar’a şüpheci olarak girdim. Beşir Atalay telefon etti. Ben de ‘Bırakın, ben akil makil değilim’ dedim. Bu da onu şaka gibi aldı, ısrar etti. Sonra resmi olarak çağırdılar. Bir kere benim bir ilkem var. Bir iş yapmaya çağırdıkları zaman, o iş iyi bir işse, çağırana güvenmesem de giderim. Çoğu zamanda güvenmemekte haklı çıkarım. Bu da tamamen aynı hikâye. Adı ‘Akil Adamlar’ ama ‘Akil Adamlık’ falan yok burada. Zaten bizden beklenen bir şey yoktu.
"Akil İnsanlar 'konu mankeni' gibiydi"
*Sadece ‘Gidin görünün’ gibi bir format mı vardı?
Evet. Bir de şu, mesela ben Güneydoğu Bölgesi’ndeydim. Bizler en lüzumsuz adamlardık. Çünkü biz gidip Kürtler’e ‘Barış iyidir’ diye anlatacağız. Zaten Kürtler bunun iyi olduğunu biliyorlar. Bize de ihtiyaçları yok. Mesele bunu Türkler’e anlatmakta. ‘Hükümet iyi yapıyor arkadaşlar, önyargılarınızı bir yana bırakın. Barış gelecek’ falan gibi şeyler söylenmesiydi iş. Yetkiler, imkânlar verilmeliydi. Senin tıkandığın yerde o adamların bu işi götürmesini mümkün kılacak aletler, anahtarlar verilmeliydi. Bize verilmiş bir şey yok. Sadece defter kalem verildi, Kürtler söyleyecek biz yazacağız. Bunun için bize de ihtiyaç yoktu. Hükümet gider, vali gider o işi onlar halledebilirdi.
*Amiyane tabirle Akil İnsanlar ‘Konu mankeni’ gibi miydi?
Ee öyle tabii. Öyle.
*Bu ifadeyi yazıyorum.
Tabii tabii.
"Aklımızı kullanmıyorduk"
*Ziyaretler nasıldı peki. Sizi memnun etmeyen neydi?
Her bölgenin sekretaryası vardı, başkanı vardı. Oturuyorlar, Şanlıurfa’ya gideceğiz faraza. Bir toplantı yapılacak. Kalabalık oluyor ama Kürtler bir araya gelince bir yarış başlıyor, ‘Ben daha fazlasını talep ettim’ falan diye. Yalnız şunu görüyoruz. Dinle falan ilgisi olanları öne oturtuyorlar. ‘Biz Kürtler’le aynı kafadanız’ı oturtmaya çalışıyorlardı. Ama dediğim gibi valiyi gönderirsiniz, vali bu adamları toplar, sekreterleri de not alırlar. Akil adam bulmaya da gerek yok. Hele adam akilse onun aklını daha verimli bir şekilde kullanırsın. Biz aklımızı falan kullanmıyorduk.
*Erdoğan’la görüşmelerinizde size büyük bir önem atfediyor muydu?
Görüşmeler iki kez yapıldı. Ben ikincisine gitmedim. Açılış toplantısında bu işe önem verdiğini vurgulayan oldukça düzgün bir konuşma yaptı. Herkesin, benim de dâhil altına imzasını atacağı sözler söyledi. Zaten Erdoğan’ın özelliği öyle. Konuşmalarında falan en azından Gezi’ye kadar doğru denecek şeyler söyledi. Bizim bir uluslararası toplantımız oldu. Hükümet mali bakımdan da yardımcı oldu. Daha yeniydi hükümette. Bizi de davet etti açılış için. Abdullah Bey de geldi. Erdoğan konuşuyordu, ben de bütün dünyadan gelen insanlarla birlikte dinliyordum. Sivil toplumun önemini anlatıyordu. Yine gayet doğru şeyler söylüyordu. Yalnız konuşma tarzına ve ses tonuna bakıldığında Türkçe anlamayanlar için sanki ‘Savaş çıktı onu mu haber veriyor’ şeklinde anlaşılabilecek bir tarzdı.
“Hasan Cemal ve Cengiz Çandar olmalıydı”
*O süreci götürecek kapasitede bir ekip miydi heyetlerdeki insanlar? İstifalardan sonra bugün ‘Havuz Medyası’ denen gruplarda yazan insanlar çoğunlukta kaldı?
Şu olmamalı diyeceğim çok fazla bir adam yok. Onlar da olsa olsa Akit Gazetesi gibi gazetelerdeki insanlar olmasaydı da olurdu. Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit falan olmasın diyemem. Olmayan bazı kimseler olmalıydı.
*Mesela?
En başta Hasan Cemal’i, Cengiz Çandar’ı söyleyebilirim.
*2010 Referandumuyla birlikte hem partide hem de hükümet politikalarında değişmelerin başladığı söylendi. Referandumla düzenlenen yasalardan bir dönüş olduğu görülüyor. ‘Evet’ diyenler kandırıldı mı?
Bence evet. Zaten bütün bu olanlar bir kandırmaca haline geldi sonunda. Ben de doğrusu kendimi kandırılmış hissediyorum. ‘Elim kırılaydı da oy vermeseydim’ diyecek halim yok. O zamanın şartlarında doğru davrandığımı düşünüyorum. Ama yanıltan bir şey olduğu besbelli. Sanıyorum olay şu; Türkiye’de İslamcı hareket kendini her zaman bir tehdit altında hissettiği için, korunma ihtiyacı duyuyordu. Sanırım genel olarak demokrasi ve AB karşısındaki tavır, bu korunma ihtiyacıydı. Ama ondan sonra kendini iktidar sahibi hissetmeye başlayınca memleket için demokrasiden vazgeçmeye başladı. Yani ‘Ben burada 150 gram daha garantideyim’ dediği zaman 150 gram daha eksiltti demokrasiyi.
"Ergenekon da Susurluk gibi kapandı"
*Vesayet deyince Ergenekon ve Balyoz meselesini açmadan olmaz. 2008’de Ergenekon için şu cümleyi kuruyorsunuz: “İşin gene üstü örtülür.” Ne gördünüz de bu cümleyi kurdunuz?
Yani bir kere bu davalar görülürken daha frapan ve çarpıcı olan, ‘Cami bombalama’ gibi şeyler çıktı. 1 Mayıs 1977’den başlayarak bütün olup bitenleri düşünürsek, inanılmaz pandoranın kutusu bu. Pandoranın kutusunu açınca oradan kötülükler çıkar. Şimdi kötülüğü yapıp sandığa saklıyorsunuz. Sandığı açınca kötülükler görünecek. Ondan sonra devlet falan diye dolaşmasına imkân kalmayacak. Bunu bir yerden durdurmak, sandığın büyük ölçüde kapalı kalmasını sağlamak gerekirdi. Susurluk da böyle olmadı mı? Böyle bir şimşek çaktı, sonra kapandı.
*Babanız Demokrat Parti Milletvekiliydi. Darbeden sonra 1961 yılında 15 yıl hapis cezası aldı. Darbe geleneğini başlatan bir tarihti 27 Mayıs 1960. Belirli aralıklarla askeri müdahale oldu. Şu anda böyle bir tehlike var mıdır?
Olabilir. Olmaz diyemem. Türkiye’de 10 yılda bir darbe yapmış bir ordu var. Bunun bir ideoloji var. Bu damar devam eder. Şu anda iktidarın yaptıkları, 1960’ta DP’nin yaptıklarından bilmem kaç kat daha beter.
*Babanız da vekildi. Eleştirir misiniz kendisini?
Tabii. Yani DP’nin eleştirilecek çok şeyi vardı. Babam da üstelik radyo gazetesinde bunları savunan bir numaralı adamdı.
"Medya, askeri dönemlere göre daha vahim"
*Darbe dönemlerindeki medyayı sorsam. Yani misal şu andaki iktidara yakınmedyanın tutumu sürekli o dönemlerle karşılaştırılıyor?
Şu anda organizasyon halinde çalışıyorlar. Eskiden böyle değildi. Yani bireysel herkes aklına estiği gibi doğru, yanlış yazardı. Şimdi ‘Yanlış olsun daha iyi’ diyen bir beyin ve otorite var. Ona göre bir iş bölümü var. Dolayısıyla çok daha vahim organize bir olay cereyan ediyor askeri darbe dönemlerine göre.
"Doğan, Erdoğan'a galip gelir"
*Medya meselesine girince Hürriyet’in daha doğrusu Doğan Grubu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’la çekişmesine şahit oluyoruz. Doğan-Erdoğan diyaloglarını nasıl görüyorsunuz?
İnişli çıkışlı ama Erdoğan’ın basın anlayışı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin basın anlayışından çok farklı değil. ‘Şunlar yazılmalı, bunlar yazılmamalı’ gibi. Ama Doğan da bu değil. Erdoğan’dan emir alarak gazete çıkarak biri değil.
*Kim galip gelir?
Uzun vadede Doğan. Çünkü ben Erdoğan’ın siyasette çok uzun ömürlü olacağını düşünmüyorum. Erdoğan siyasette uzun ömürlü olacaksa Türkiye çok uzun ömürlü olamayacaktır.
*Bu bağlamda sorayım o halde, ‘Askeri vesayetle mücadele’ meselesi demokrasi için miydi, iktidarını kuvvetlendirmek için mi?
Bence demokrasi adına değildi. Bunu siyaset biliminin terminolojisi içinde söyleyeceksek, vesayet dediğimiz şey ‘Jakobenizm’ taklidi bir şey. Elitler diktası. Yani gelinen nokta, ‘Elitist Otoriteryalizm’den ‘Plebisiter Diktatörlüğe’ geçiş gibi bir şey oldu. Yani diktatörlük kısmında değişen bir şey yok ama ‘Bu diktatörlüğü yapma hakkını sana kim veriyor’ sorusuna verilen cevap farklı.
*Muhsin Kızılkaya diyor ki, “AKP’li oluşumu Murat Belge okumama bağlıyorum” diyor. Sizin sayenizde AK Partili olmuş.
Öyleymiş, öyle söyledi ben de biraz şaşırdım. Ama o kararı verirken de bana sorabilirdi, sormadı.
*Sorsaydı ‘Olma’ mı derdiniz?
Evet (gülüyor)
*HDP için ‘PKK’dan kopamadı’ şeklinde eleştiriler var. Siz buna katılır mısınız?
HDP, partinin bugünkü adı. HEP olarak kuruldu. Kurulduğundan bu yana hiçbir zaman PKK’yı karşısına almadı. PKK’ya bir eleştiri işine girmedi. ‘Biz Kürtler bir parti kurduk. PKK da bizim amcaoğlu’ gibi bir anlayış vardı. HDP de bundan fazlasını yapmıyor. Ama biz biliyoruz ki, PKK olmasaydı ne o partiler olurdu ne o gazeteler olurdu.
"PKK, HDP’nin varlığına zarar veriyor"
*Demirtaş’ın silah bırakma çağrıları var. Bundan fazlası olamaz mı?
Bundan fazlası olabilir. PKK’nın varlığıyla oluşan zemin diyoruz. Şimdi bir hayli değişmeye başladı. Bunca yıl sonra artık hani PKK gibi bir örgütün varlığı bu sefer partinin varlığı açısından zararlı olmaya başladı.
*Peki Demirtaş daha ileri gitse bile karşılığı olur mu?
Ona bir şey söylemek zor ama bir tek daha ısrar edecektir. Öcalan barış diyecektir. Belki Belçika’yı da saymak gerekir. Onlar da artık ‘Silahı teslim etmeyin ama kullanmayın’ diyecektir.
*Tabii akla hemen 2013’te silahların bırakıldığı ve teröristlerin sınır dışına çıkacağı hatta bir kısmının çıktığı haberleri ve açıklamaları geliyor. Ama şu anda iktidar kanadından ‘Çözüm sürecinde bomba koymuşlar’ dendi. Ortalık tamamen boş mu bırakıldı?
Boş bırakıldığını sanmıyorum. Doğru olduğunu da sanmıyorum. Bunların bir parti propagandası olarak söylendiği kanısındayım. Öte yandan ‘PKK, barış konuşulurken hâlâ silah temin ediyor’ dendi. Sen nasıl davranıyorsun ki sana güvenmesi için. Sen kendin bir kere çözüme hiçbir zaman inanmadın. Dediler ki, ‘Ben bu herifleri mandepsiye getiririm, hiçbir şey vermem. Onlar da zaten ahali bezmiş, barış dedi mi bizim istediğimiz bu derler.’ Barıştan, çözümden anladığı buydu adamın.