Kültür-Sanat

Murakami ve Şüphe (Burning)

Şüphe, dikkatli bir bakışla izlenmesi gereken, 148 dakikalık çok katmanlı, kült bir film

24 Ekim 2018 03:00

Meltem Sağlam

Lee Chang-dong (Kore, 1954-), “Oasis” filmi ile 2002 yılında Venedik Film Festivali’nde Gümüş Aslan ve “Poetry” filmiyle, 2010 yılında Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödüllerini alan başarılı bir yönetmen. Ayrıca, Jean Do-yean 2007 yılında Cannes Film Festivali’nde, yönetmenin “Secret Sunshine” filmindeki rolü ile En İyi Aktrist ödülünü aldı.

Beklentiler daha yüksek olmasına rağmen Lee Chang-dong, 2018 yılında Cannes Film Festivali’nde “Burning” filmi ile FIPRESCI ödülüne layık görüldü. Film aynı zamanda Kore’nin 2019 yılı Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü Adayı olarak ilan edildi.

Bu yıl 17. İKSV Filmekimi kapsamında “Şüphe” adı ile gösterime giren film, ‘auteur’ yönetmen Lee Chang-dong’un izlediğim ilk filmi. Filmle ilgili olarak beni öncelikle heyecanlandıran şey, senaryosunun Japon yazar Haruki Murakami’nin, “Barn Burning” isimli kısa hikâyesinin bir uyarlaması olmasıydı. Senaryo, Lee Chang-dong ve Jungmi Oh tarafından yazılmış. Barn Burning ismi, Murakami’nin en sevdiği yazarlardan birisi olan William Faulkner’ın 1939 tarihli aynı adlı eserinden alınmış.  Filmde William Faulkner’dan çokça söz edilmesi, buna ilişkin bir dipnot.

Henüz Türkçe çevirisi yayınlanmamış olan Barn Burning, çok sade ve 10 sayfalık kısa bir öykü.  Doğal olarak Murakami kitaplarının ruhunu yansıtan; kedi, kuyu, cinsellik, sistem eleştirisi, doğal güzellikler ve çarpık kentleşme sıkıntıları, ergenlik ve aile içi çatışmalar gibi birçok öğeyi içermiyor. Ancak tüm bu öğeler, ana hikayenin ruhunu bozmadan, sinemanın görselliğinden de faydalanılarak küçük detaylar halinde başarılı bir şekilde senaryoya yerleştirilmiş. Yönetmenin bu öğeleri senaryoya monte etmesi filmi eksiksiz bir Murakami ‘eserleri’ uyarlaması haline getirmiş. Temel alınan hikayedeki kahramanların yaşları, medeni ve ekonomik durumları, yakınlıkları gibi bazı özelliklerinde değişiklikler yapılmışsa da, hikayenin özüne sadık kalınmış. Uyarlama bir senaryoda, asıl önemli olanın; metne bire bir sadakat değil, eserin ruhunun senaryoya yansıtılması olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, yönetmenin Haruki Murakami’yi çok iyi analiz etmiş olduğunu ortaya koyan bu senaryo, sadece Barn Burning kısa hikâyesinin başarılı bir uyarlaması değil, Murakami eserlerinin genel bir okumasına ilişkin, çok çok başarılı bir uyarlama senaryo.

Kısa hikâyede yer almayan Murakami eserlerinin vazgeçilmez öğeleri ve filmin anahtarları

Murakami’nin hemen hemen her kitabında rastladığımız, yazar olmak isteyen gençler,  cinsellik, ergenlik ve gençlere özgü aile içi çatışmalar ya da uyumsuzluklar, çarpık kentleşme ve sistem eleştirisi[i] gibi öğeler, filmin arka planını oluşturuyor.

Filmin konusu, ergen sayılabilecek yaşta iki genç ve Ben (zengin çocuk Ben, yazar olmak isteyen, işsiz Jong-soo ve sevimli, enerjik genç kız Hae-mi) arasındaki aşktan doğan bir dram, gerilim öyküsü. Bunun yanı sıra film, gelir dağılımı son derece bozuk olan Kore’nin sosyal bir fotoğrafı olma özelliğini de taşıyor. Filmde Ben’in evinin balkonunda Jong-soo, Hae-mi’ye; Kore’de “zengin ama ne iş yaptığı belli olmayan çok sayıda ‘Muhteşem Gatsby’ olduğunu” söyler. Ben çok zengindir, fakat parasının kaynağı belli değildir, Jong-soo yetenekli fakat fakir, Hae-mi ise işsiz ve beş parasızdır. Aileleri ile ilişkileri de iyi olmayan gençler, aynı zamanda mutsuz, sevgi özlemi içerisinde, güvensiz ve yalnızdırlar. Son derece naif bir karakter olan baş karakter Jong-soo’nun kendine olan güvensizliği, olayların kendisi açısından daha da içinden çıkılması zor hale gelmesinin asıl nedenidir. Ayrıca sadece ana karakterin gözünden anlatılan film, bu yüzden izleyici için tam bir bilmeceye dönüşüyor.

Ana karakter Jong-soo açısından, bir seri katil takibine dönüşen hikaye, filmin sonlarına kadar ortada görünmeyen utangaç kedi “kazan” sayesinde çözülecektir. Murakami’nin kitaplarının çoğunda karşılaştığımız kedi karakteri[ii], filmde de yine hem yarattığı gizem, hem de anahtar rolü ile karşımıza çıkıyor.

Hae-mi’nin zengin arkadaşı Ben, caz dinler, ara sıra muhteşem mutfağında arkadaşlarına yemek pişirir (“Yemeği kendim yapmayı seviyorum, çünkü istediğim şekilde yapabiliyorum”). Kitap okumayı etmeyi ve seyahat sevmektedir. Bu özellikler, Murakami eserlerinin entelektüel kahramanlarının karakteristik özellikleridir.[iii]. Seyahatlerde tanıştığı arkadaşlar ve yaşadıkları maceralar, yenilik arayan arkadaş çevresinde ilgi görmektedir.

Murakami’nin eserlerinde kuyu; sıkışmışlık duygusunu, bilinmez bir dünyaya geçişi, bilinçaltı yolculuğunu, gerçek dünya ile uyumsuzluğu simgeler[iv].  Fimde Hae-mi, çocukluğunda evlerinin bahçesindeki bir kuyuya düştüğünü ve kendisini Jong-soo’nun kurtardığını söyler. Jong-soo’nun, çok da sağlıklı bir ruh hali içerisinde olmayan annesi dışında herkes tarafından, hatta Hae-mi’nin annesi ve teyzesi tarafından bile unutulmuş bir kuyudur bu. Jong-soo kuyuyu arar ama bulamaz. Bu nedenle filmde kuyunun bir metafor olarak kullanıldığını ve asıl itibariyle bir güven arayışını ifade ettiğini düşünüyorum. Nitekim, filmin sonlarına doğru Ben, Jong-soo’ya; Hae-mi’nin, sadece O’na (Jong-soo’ya) güvendiğini söylediğini söyler. Jong-soo, Hae-mi’ye yardım konusunda kusuru olup olmadığı ikileminin ağırlığına dayanamaz. Filmin başlarında Haemi’nin; “Bunun yetenekle ilgisi yok. Mesele kendini elinde bir mandalina olduğuna inandırmak değil, mandalinanın olmadığını unutmak.” der ama Jong-soo, Hae-mi’nin yokluğunu kabul edemez.

Murakami, birçok eserinde, düzensiz ve aşırı kentleşmenin sıkıntılarını, Japonya coğrafyası ve günlük yaşamdan kesitleri[v], okuyucuya hiç hissettirmeden işler. Film de aynı şekilde, Kore’nin inanılmaz manzaralarını etkileyici çekimlerle izleyiciye başarılı bir şekilde sunuyor. Hae-mi, kent merkezinde, 10-15 metrekare bir evde, Jong-soo, babasının Kuzey Kore sınırındaki evinde, doğanın içerisinde yaşamaktadır. Hae-mi’nin evinin penceresinden görünen beton denizi manzarası ile Jong-soo’nun babasının evinin manzarası tam bir karşıtlık içerir.

Dans

Hae-mi’yi, gerçekten sevdiği çocukluk arkadaşı Jong-soo yerine Ben’e yönlendiren, güvensizliği, zayıflığı ve mutsuzluğudur. Hae-mi, Jong-soo’nun evinin bahçesinde, inanılmaz güzellikte bir manzaraya karşı, Miles Davis eşliğinde dans eder. Gün batımında ters ışıkta çekilen bu dans sahnesi, beni en çok etkileyen sahnelerden bir tanesi oldu. Sıkıntılı bir çocukluk ve ergenlik dönemi geçirdiği anlaşılan ve “Bu yaşadığım en güzel gün olabilir” diyen Hae-mi’nin dansı, bir doğa ile bütünleşme ayini, bir veda dansı gibidir.

Işık kullanımı

Filmdeki genel atmosfer, manzara ve ışık seçimleri, artan gerilimle birlikte ve bu gerilime uygun olarak değişiyor. Sakin, aydınlık, pırıl pırıl bir günde ve Haemi’nin sevimli girişiyle başlayan film, karanlık ve karlı, depresif bir kış günü sona eriyor. Bu da senaryonun akışına uygun olarak izleyicini ruh halini, değişime ve olası sona hazırlıyor.

Şüphe

Murakami’nin romanlarının ve hikayelerinin genelde ucunun açık olması, okurun hayal gücünün yazarla birlikte çalışmasını arzuladığını hissettirir ve hikayeye genişlik kazandırır. Eserlerinde çok çok başarılı bir kurgu, akıcı bir anlatım, gittikçe artan bir gerilim ve merak duygusu yaratan akış vardır.  Lee Chang-dong da senaryosunda bu ruha ve akışa uygun hareket etmiş. Az ve kısa diyaloglar ve ağır tempo, izleyiciye kendi cümlelerini ve kurgusunu senaryoya yansıtma olanağı veriyor. Filmin ikinci yarısında gerilim tırmanmaya başlayıncaya kadar, bir çok detayı yorumlamaya çalışıyor, fakat tam olarak konunun ne olduğunu anlayamıyoruz. Ancak ikinci yarısında, detaylar yavaş yavaş daha belirgin hale geliyor ve ilk yarıda bırakılmış olan ipuçlarını anlamaya başlıyoruz. Her şey detaylarda gizlidir, ancak film sona erdiğinde yine de cevaplayamadığımız bazı sorularla ve bir şüphe ile başbaşayız.

Ancak yine de filmin orijinal adı olan “Burning (Yanan/Yanmak/Yanıyor)” isminin, “Şüphe” ismine nazaran, senaryonun giderek artan şiddet ve gerilim temposuna daha çok yakışan bir isim olduğunu düşünüyorum.

Bu başarılı uyarlama senaryo, oyuncu performansları, hikayenin, çekimlerin ve gerilimin etkisini artıran ışık, müzik, kamera kullanımı ve çarpıcı set seçimleri ile yönetmenin dehasını ortaya koyan bir başyapıta  dönüşüyor. Şüphe (Burning), dikkatli bir bakışla izlenmesi gereken, 148 dakikalık çok katmanlı, kült bir film.


[i] Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında, Renksiz Tsukuru’nun Haç Yılları, Karanlıktan Sonra, Sahilde Kafka, İmkansızın Şarkısı...

[ii] Zemberekkuşunun Güncesi, Sahilde Kafka...

[iii] Kadınsız Erkekler, İmkansızın Şarkısı...

[iv] Zemberekkuşunun Güncesi, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, İmkansızın Şarkısı...

[v] Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında, Uyku, Kadınsız Erkekler, Rüzgarın Sesini Dinle, İmkansızın Şarkısı, Kadınsız Erkekler, Koşmasaydım Yazamazdım, Renksiz Tsukuru’nun Haç Yılları…