Zaman yazarı Mümtaz'er Türköne, AKP kurucularından, eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "Erdoğan'ın Dolmabahçe'den haberi vardı" açıklaması üzerinden başlayan tartışmayı irdelerken, "Devlet Güneydoğu'da köşeye sıkışmış vaziyette. Sorumlusu 'Dolmabahçe Mutabakatı'nda kendini ele veren Saray iktidarı. Türkiye'nin bu badireden en az zararla çıkabilmesi için, idam cezasının geri gelmesi, Dolmabahçe'de noktalanan Çözüm Süreci'nin sahiplerinin ipe dizilmesi lâzım" görüşünü dile getirdi. Ancak Türköne, ifadelerine şerh düşerek "Sakın yanlış anlamayın, bir öneride bulunmuyorum, devlet aklının bu tür badirelerden çıkış yöntemini hatırlatıyorum" vurgusu yaptı.
Türköne'nin dünkü yazısında (4 Şubat 2016) dile getirdiği bu ifadeleri, iktidara yakın medya organları tarafından "Cemaat yazarı, iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı idamla tehdit etti" iddiası ile haberleştirildi.
Star yazarı Ersoy Dede de, bugünkü yazısında (5 Şubat 2016) "90’ların kirli savaşının yaşandığı günlerde, Başbakan’a; 'bu devlet için kurşun atan da yiyen de her zaman bizim için saygıyla anılır, onlar şereflidirler' dedirten danışman. Şimdi kendi politik hırsları nedeniyle, bir vakit milletvekili olmak için kapısında yattığı partinin önde gelenleri için ‘darbe’ istiyor. Yetmiyor ‘ip’ gösteriyor. Kefeniyle siyaset yapan adamı, iple mi korkutacaksınız?" ifadelerini kullandı.
"Ergenekon davası benzeri bir
Dolmabahçe davası gündemde olacak"
Türköne, bugün de "Dolmabahçe'de sona eren neydi?" başlığıyla kaleme aldığı yazısında, "Ergenekon veya Balyoz gibi geniş sanık kadrosu olan uzun soluklu bir dava, muhtemelen 'Dolmabahçe davası' adıyla gündemdeki yerini alacak" yorumunda bulunarak şunları söyledi:
"Bugünün güvenlik bürokrasisi ve silah yığınağı yapan PKK'ya 'dokunmayın' diyen valiler, yan yana sanık sandalyesinde oturacak. Devlet başka türlü düzen tutmaz."
Türköne'nin Zaman'da "Arınç Saray'ı, Sur'daki tünellere sokuyor" başlığıyla yayımlanan (4 Şubat 2016) yazısı şöyle:
Bülent Arınç'ın Saray'a yönelik salvolarını, hâlâ kişisel bir çekişme olarak yorumlayanlar, ayrıntılara ve doğrudan söylenen sözlere odaklanmalı.
Sözler açık, bağlantılar açık, hatta stratejiler bile çok açık bir şekilde formüle bağlanıyor. Bırakın kılıçların kınından çekilmesini, mermi namludan çıkmış vaziyette. Ne için? Bir iktidar bloku çöküyor, yerini yeni bir iktidar koalisyonu alıyor. Taktik çıkışlar, gevezelikler değil, iki farklı güç arasında iktidar mücadelesine noktayı koyacak yüksek strateji devrede.
Arınç Saray iktidarını, Sur ve Cizre'de PKK'nın açtığı hendeklere ve tünellere gömecek savaşı başlattı. Gömebilir mi? Devletin ve yüksek bürokrasinin de içinde yer aldığı Saray'a alternatif geniş bir koalisyonun “sözcüsü” olduğunu dikkate alırsanız, “evet, gömebilir”. Çelik'in, Başbakanlık başdanışmanlığından ayrılır ayrılmaz sıraladığı Çözüm Süreci'ne yönelik radikal eleştirileri, Arınç'ın çıkışının öncesine yerleştirirseniz, dışlanmış iki silah arkadaşı arasında uyumdan öte, kapsamlı bir stratejinin devreye sokulduğunu görebilirsiniz. Savaş alanı olarak “Dolmabahçe mutabakatı” üzerindeki yoğunlaşmayı, mutlaka PKK'nın Bahar'la birlikte 35 civarında şehir merkezine yayacağı “Devrimci Halk Savaşı” ile irtibatlamanız gerekecek. Devlet Güneydoğu'da köşeye sıkışmış vaziyette. Sorumlusu “Dolmabahçe Mutabakatı”nda kendini ele veren Saray iktidarı. Türkiye'nin bu badireden en az zararla çıkabilmesi için, idam cezasının geri gelmesi, Dolmabahçe'de noktalanan Çözüm Süreci'nin sahiplerinin ipe dizilmesi lâzım. Sakın yanlış anlamayın, bir öneride bulunmuyorum, devlet aklının bu tür badirelerden çıkış yöntemini hatırlatıyorum.
Dolmabahçe Mutabakatı, Erdoğan'ın ve çevresindeki Çözüm Ekibi'nin, PKK tarafından -argo tabirle- tufaya düşürülmesi idi. “Silah bırakılacak ve kamu düzeni ihlal edilmeyecek” vaadi yüzünden 10 maddelik Öcalan'ın propaganda metni resmiyet kazandı. Erdoğan'ın gözettiği asıl hedef ise 7 Haziran seçimlerinin sükûnetle atlatılması ve başkanlık sisteminin önünün açılmasıydı. PKK için bu mutabakatın taktik bir hamle olduğu, 12 saat sonra Demirtaş'ın değişen tavrıyla ortaya çıktı. Erdoğan'ın bu mutabakatı reddetmesi için, Demirtaş'ın “seni başkan yaptırmayacağız” sloganını devreye sokması ve tam üç haftanın geçmesi gerekti. Saray sözcülerinin “30 yıllık Kürt isyanı sona erdi” alkışlarının “aldatıldık” feryadına dönüşmesi de bu üç haftanın sonunda gerçekleşti. Davutoğlu da Arınç da bu teşebbüse karşı çıkmıştı.
Arınç ile Erdoğan arasında “Dolmabahçe Mutabakatı” ekseninde yoğunlaşan polemiğin ayrıntıları çok önemli. Arınç'ın, “Her aşamadan Cumhurbaşkanı'nın haberi vardı.” sözünü, “yalan” değil de “dürüstlüğe aykırı” diye Erdoğan'ın reddetmesi, bu konunun gizli kalması için verilen sözlere göndermede bulunuyor. Ayrıca Erdoğan “benim bilgim haricinde yapıldı” demiyor; tersine “Benzer toplantılar daha önce de Sadullah Ergin ve Beşir Atalay ile Ankara'da yapıldı.” diyor ve karşı çıktığı şeyin toplantının yapılması değil -Yalçın Akdoğan, Efkan Âlâ ve Mahir Ünal için- “Onlarla aynı fotoğraf karesinde olmanız doğru olmaz.” dediğini hatırlatıyor. Kısaca gizli saklı bir ayrıntı yok. Cumhurbaşkanı sadece Anadolu Ajansı muhabirinin salona alınıp, Atatürk tablosu önünde Yalçın Akdoğan ile Sırrı Süreyya Önder'in çektirdiği fotoğrafa itiraz ediyor.
İki kere ikinin dört ettiği gibi, Dolmabahçe'de yapılan toplantının öncesinin ve sonrasının sonucu, bugün koskoca devletin Sur ve Cizre'de kazılan hendeklere yuvarlanması, ardı arkası kesilmeyen şehit haberleri. Devlet aklının bu durumlarda bulduğu çözüm standart: O hendekleri hatası olanlarla doldurup kapatmak. Tersine bugün iç güvenlik yönetimi hâlâ Dolmabahçe ekibinin elinde ise sözü geçen birinin, taşları yerinden oynatacak şekilde konuşmaya başlaması gerekiyor. Bülent Arınç işte bunu yapıyor. Saray iktidarını Sur'daki, Cizre'deki tünellerin içine sokup, üzerine duvar örüyor.