Medya

Milat yazarından Erdoğan'a: Lejyoner tayfa, sevdiğiniz yazarlara parmak sallıyor; bizim alnımız ak!

"Kendi yalılarında, kendi menfaatleri için aldıkları kararları..."

26 Nisan 2017 14:10

Milat Gazetesi Ankara Temsilcisi Bayram Zilan, gazeteci Cem Küçük'ün “Artık AK Parti’nin bu radikal İslamcılarla da, yani bu Mavi Marmara’daki manyak tipler, yani kafadan İsrail düşmanı, kafadan Batı düşmanı, kafadan her şeye düşman tipler var, bunlarla da yolların ayrılması lazım" ifadesinin ardından başlayan tartışmalarla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a "açık mektup" yazdı. 

"Gönülle değil, jetonla sizi savunduğunu iddia eden 'lejyonerler' var" diyen Zilan, "Lider işaret etmeden liderin belirlediği Milletvekillerine, liderin atadığı bürokratlara, liderin iş başına getirdiği Bakanlara, liderin sevdiği yazarlara ve 'liderin içinden geldiği sosyolojiye' parmak sallamaya, laf söylemeye başladı" ifadesini kullandı. 

Bayram Zilan'ın "Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık mektup" başlığıyla yayımlanan (26 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Diyarbakır İmam Hatip Ortaokulu'nda okurken “Cuma günleri” bizim için özel günlerdi. Çünkü Cuma Namazı dolaysıyla öğlen arası süresi diğer günlerden daha uzun olurdu. Bu süreyi değerlendirmek için önce camiye gider Cuma'yı eda eder, Kur'an-ı Kerim okur, sonra atari salonuna gidip atari oynardık. Bizim zamanımızda teknoloji namına tüplü televizyonlardan yapılan, kol ve düğmelerle çalışan atari makinalarından başka hiçbir şey yoktu. En büyük eğlencemiz ya da kaçışımız atari salonlarıydı. Bu atari salonlarındaki makinalar jeton ile çalışırdı. Kasadan jeton alır, makinaya atar, kol ve düğmeler marifetiyle oyunlar oynardık. Jetonlar bitince de çeker geri okula giderdik…

İmam Hatipli yıllarımız, resmi ideoloji ve dünya müstekbirleri ile kavga etmekle geçti. Tüm protestolara katılır, onurlu ve ahlaklı bir “duruş” sergilemeye gayret ederdik. 28 Şubat süreci de hakeza öyle geçti bizim için. Tüm baskılara, tüm yıldırmalara karşı daha çok bilendik, daha hırslandık, daha mücadeleci olduk. Bir taraftan Kemalist/baskıcı rejim ile kavga ederken, diğer taraftan başörtülü kardeşlerimizin mücadelelerine destek vermek için onların yanına koşardık. Sinmeden, kabuğuna çekilmeden, eğilip bükülmeden, dik durarak baskılara karşı direnirdik.

Biz yedi kardeştik. Hepimiz İmam-Hatip'ten mezun olduk. Özellikle 28 Şubat döneminde iki ablam Milli Güvenlik derslerinde başörtülerini açmadıkları için defalarca ceza almalarına rağmen yılmadılar, mücadelelerini sürdürdüler. Yıldırma ve sindirme politikalarına rağmen ilkokulu bitiren diğer kız kardeşimi de İmam-Hatip Lisesi'ne yazdırdık.

Türkiye'de benim ailem gibi mücadele eden yüzbinlerce aile var. Türkiye'deki totaliter rejimin yasakçı ve tektipleştirici zihniyetine karşı ayakta duran, direnen ve bunun için “bedel ödeyen” binlerce insan var.

Türkiye İslamcılığının ana dimağı da budur zaten. Türkiye içindeki mücadele ile başta Ortadoğu'daki mazlum haklar olmak üzere işgal altındaki tüm Müslümanlar, tüm mazlumlar ile kader birliği yapmaktır asıl gayemiz.

Sayın Cumhurbaşkanım;

Siz İstanbul'da mücadele ederken, Türkiye Müslümanları ve resmi ideolojinin ötekileştirdiği tüm toplum kesimleri kendi mecralarında, kendi muhitlerinde mücadele ediyordu.

28 Şubat sürecinde Sincan'daydık. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın ramazan için Lale Meydanı'na kurduğu çadırlarda iftar yemekleri dağıtıyor, iftardan sahura kadar da gösteriler, tiyatrolar ve sohbetler yapıyorduk. Postmodern darbeye bahane konusu olan bu çadırlarda düzenlenen tiyatroda oynayan ve sonradan tutuklanan gençlerin tamamı arkadaşlarımdı. O dönem herkes bedel ödedi, hepimiz bedel ödedik.

Derken siz, okuduğunuz bir şiir yüzünden Pınarhisar Cezaevi'ne atıldınız. Artık bizim için geri dönülmez bir süreç başladı. İktidara gelmeden iktidarı değiştiremeyeceğimizi anladık.

Sizin liderliğiini yaptığınız AK Parti hareketi tam da böyle bir dönemde neşv-ü nema buldu. Türkiye'de zulüm ve baskı altında olan tüm Müslümanlar, Aleviler, Gayr-i Müslimler, Solcular, Kürtler, Çerkesler ve tüm ötekiler, sizin liderliğiniz altında birleşti. Siz, mazlum halkın ete-kemiğe bürünmüş sesi oldunuz.

Ve AK Parti'yi kurdunuz…

O dönemler, biz de Sincan İlçe Teşkilatı'nı kurduk. Sincan İlçe Gençlik Kolları Kurucu Başkan Yardımcısı olarak “bismillah” dedik. Türkiye halkının AK Parti'ye teveccühü doruk noktasındaydı. Kadınlar bizzat ilçe teşkilatımıza gelip kollarındaki bilezikleri çıkartıp, “alın bunları, ihtiyaçlarınızı görün” diyordu. Büyük bir aşk, büyük bir özveri, büyük bir samimiyet vardı. Gençlik teşkilatından, ana kademeye varıncaya dek hepimiz hiçbir karşılık beklemeden, sabahlara kadar çalışır, Allah rızası için, mazlumların kurtuluşu için ter dökerdik.

Yıllarımız böyle geçti. Adalet için haykırdık. Türkiye'yi büyütmek, adil olmak, mazlumun, garip-gurebanın hakkını savunmak için il ve ilçe teşkilatlarının tüm birimlerinde hizmet ettik. Halkımız da bu davaya destek verdi. Her seçimde bize “kutlu zaferler” yaşattı.

Fakat şimdi…

Şimdi kadınlarımızın kollarındaki bileziklerle, dualarla, ödenen bedellerle ve mazlumların geçmişte döktükleri alın terleri ile tabelası asılan AK Parti'nin evine “ayakkabılarıyla” girip evdeki “asırlık halıları” kirletenler var!

Gönülle değil, jetonla sizi savunduğunu iddia eden “lejyonerler” var.

Biz çile çekerken karşımıza geçip hamburger yiyen dünün “McDonalds devşirmeleri”, bugün “ithal ayakkabılarıyla” değerlerimizi çiğniyor.

Bu davanın özünü, dimağını, çekirdeğini, şuurunu bilmeyen düstursuzlar, her türlü iftira, her türlü desise ile insanları şu-culuk, bu-culuk ile suçluyor, fişliyor, küstürüyor, yıldırıyor.

Fayda sağlamayacağını anladığı andan itibaren AK Parti savunuculuğunu anında kesecek kadar çıkarcı ve menfaatçi olanlar; bu partinin tabelasını asan, 17 yıldır hiç sektirmeden, hiç karşılık beklemeden, ümmetin yetimleri için, her şeyden önemlisi “Allah rızası için” arkanızda duran “davanın çıralarına” racon kesiyor, iftira atıyor, ahlaksızlık ve pervasızlık yapıyor.

Sırf sizin atadığınız Ahmet Davutoğlu'nun uçağına bindiği için birilerini Davutoğlucu, sırf sizin atadığınız Binali Yıldırım'ın uçağına bindiği için birilerini Binalici, sırf yeni Şafak'tan bir yazarın yazdığı bir yazıyı paylaştığı için birilerini Yeni-Şafakçı diye etiketliyorlar. Oysa insanlar siz atadığınız için yaptı bunları. Siz görevden aldığınız zaman da mesele herkes için bitti. Herkes size göre şekil aldı. Siz bitti deyince bitti. Siz yola bu kişi ile devam deyince herkes o kişi ile yola devam etti. Ama sizin önünüze hiç kimse geçmedi.

Bu “lejyoner tayfa” peki?

Bunlar önlerine geleni fişliyorlar.

Geçmişte FETÖ'cülerin uyguladığı yöntemin aynısını uyguluyorlar.

Kendi yalılarında, kendi menfaatleri için aldıkları kararları, sizi kendilerine perde yaparak uyguluyorlar. Kendi ajandaları, kendi menfaatleri için “FETÖcü şakirtler gibi” çalışıyorlar. Önce şahısları, kurumları hedef seçiyorlar. Sonra bu şahıs ve kurumlara iftiralarla, “şu-cu/bu-cu” diyerek etiketliyorlar. Sonra itibar suikastına başlıyorlar, yıldırıyorlar, el çektiriyorlar. Sonra bu şahıs ve kurumlardan boşalan yerlere kendi adamlarını yerleştirip buraların “etinden-sütünden” faydalanmaya başlıyorlar.

Ama maalesef…

Bunları yaparlarken, milyonlarca “gönüllü üyesi” olan AK Parti hareketinin kültürüne, davranış biçimine, yaklaşım tarzına, dil ve retoriğine halel getiriyorlar.

Sayın Cumhurbaşkanım;

Bilmelisiniz ki, bir tarafta sizi gördüğünde babasını görmüş gibi sevinen, sizin kaderinizle kendi kaderini birleştiren, sizi bir “mana” olarak kabul eden milyonlarca “gönüllü dava neferleri” var. Diğer tarafta sizi bir kalkan yapıp, kendi ikballeri, kendi cepleri, kendi dünyaları için çalışan, bir avuç “menfaatperest” var.

Bir tarafta sizi “değerler manzumelerinin savunucusu” olarak gören milyonlar var. Diğer tarafta üstendiğiniz bu “kutlu misyon” üzerinden “nasıl rant sağlarız” hesabı yapan vizyonsuz ve ufuksuz bir trol tayfası var.

Bir tarafta sizi kaybetmenin Kudüs'ü, Şam'ı, Endülüs'ü, Saraybosna'yı, Bağdat'ı kaybetmekle, mazlumların direnişi kaybetmesiyle eşdeğer görenler var. Diğer tarafta sizi kaybetmeyi “rant” kaybetmekle eşdeğer görenler var.

Liderliğini yürüttüğünüz AK Parti hareketinin bir kültürü var, bir edebi var, bir adabı var. Arkanızda yürüyen milyonlar, yıllardır bu edep ve adaba göre hareket eder. Lider işaret etmeden onlar işaret etmezler, lider laf söylemeden onlar laf söylemez, lider yürüyün demeden onlar yürümez, lider dur demeden onlar durmazlar.

Fakat AK Parti ile illiyet bağı olmayanlar, AK Parti ailesinin yaşadığı tertemiz eve ithal ayakkabılarıyla girenler, AK Parti'nin bu kadim kültürünü çiğnedi. Lider işaret etmeden liderin belirlediği Milletvekillerine, liderin atadığı bürokratlara, liderin iş başına getirdiği Bakanlara, liderin sevdiği yazarlara ve “liderin içinden geldiği sosyolojiye” parmak sallamaya, laf söylemeye başladı.

Sayın Cumhurbaşkanım;

Evimizin içini kirlettiler, gönüllerimize, değerlerimize ayak bastılar.

Bizim evlerimizin duvarlarında babalarımız “MTTB kimlik kartları” asılıdır.

Bizim evlerimizin çeyiz sandıklarında ablalarımızın 90'lı yıllarda üniversite önlerinde yasakçı zihniyetin yırttığı “yırtık direniş başörtüleri” saklıdır.

Bizim evlerimizdeki fotoğraf albümlerinde birbirimizin omuzlarına basıp direklere bayrak asma kareleri, İsrail büyükelçilikleri önünde Tevhid bayraklarıyla zalime karşı haykırma fotoğrafları vardır.

Bizim çocuklarımızın ismi Ahmet Yasin, Fatıma Zehra, Sahra Elif'tir!

Bizim alnımız AK'tır.

Bizim geçmişimiz de, aslımız da, mücadele hayatımız da, geleceğe dönük tasavvurumuz da, bugüne kadar ödediğimiz bedeller de ortadadır!

Biz, kısık sesleriz.

Biz ümmetin yetimleriyiz. Biz yalın ayaklı Müslümanlarız!

Bugüne kadar Allah rızası için sizin yanınızda olduk.

Bundan sonra da Allah rızası için ölümüne ölümüne yanınızda olacağız!

Biz “gönlümüzle, yüreğimizle” yanınızda saf tutuyoruz.

Birileri gibi “çıkar” için değil.

Ve biz Sayın Cumhurbaşkanım…

Biz sizi Abdulhamit'in yalnızlığına asla terk etmeyeceğiz!