Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Meclis'te kavga ve tartışmalarla büyük gerginlik içinde görüşmeleri devam eden iç güvenlik paketine ilişkin olarak, “Türkiye’yi nereye sürüklediğini en iyi Recep Tayyip Erdoğan biliyor. Bunun için iç güvenlik paketi diye, ‘sarayın güvenliği’ paketini dayatıyor ve kendi güvenliğini sağlamaya çalışıyor" dedi. "Otoriter liderlik sevdalılarının tarihteki son günleri hep böyle olmuştur" diyen Feyzioğlu, "Erdoğan gidecek; demokrasi içinde, demokratik yöntemlerle gidecek. Görüyor, biliyor, korkuyor” ifadesini kullandı.
Feyzioğlu, "İç Güvenlik Yasa Tasarısı’nın çıkmasıyla birlikte Erdoğan döneminin sona ereceğini; 7 Haziran seçimlerinin sonucunun ne olursa olsun Erdoğan’ın artık ülkeyi yönetemeyeceğini, yanlışlarını düzelteceğine, yanlışı yanlışla bastırmaya çalıştığını" söyledi.
Zaman’dan Tuğba Kaplan’ın sorularını cevaplayan (22 Şubat 2015) Metin Feyzioğlu’nun açıklamalarından satır başları şöylke:
İç Güvenlik Yasa Tasarısı kabul edilirse bizi nasıl bir Türkiye bekliyor?
İç Güvenlik Yasa Tasarısı paketi, Saray’ın güvenliği için çıkarılıyor. Bu paket, Tayyip Erdoğan döneminin bittiğinin en resmi işareti. Evet, yüksek sesle söyleyelim. Türkiye’de Tayyip Erdoğan dönemi bitmiştir. Erdoğan’ın asla yönetemeyeceği ve bu yasayı kabul ettiğine pişman olacağı bir Türkiye bekliyor. O yüzden Erdoğan’ın bittiğinin kanunu, final kanunudur.
Bu yasa tasarısıyla neler değişecek?
Yürütme organı, savcı yetkilerini kullanmaya başlayacak. Bu 12 Eylül faşist yönetim tarzıdır. Vali, kaymakam, polise emredecek ve devlet büyüğümüzün canını sıkanı içeri atacaklar. Zaten HSYK’yı ele geçirdiklerini düşündükleri andan itibaren Cumhurbaşkanı’na söz söyleyen herkesi içeri almaya başladılar. Elbette Cumhurbaşkanı’na hakaret edilmesin, insanlar hakaret etmeden eleştirilerini dile getirebilmeli. Ama hakaret, tutuklanma sebebi değil. Ancak bizlere hakaret edildiğinde, nasıl tutuklanma olmuyorsa onda da olmamalı. Burnu sürtülsün tutuklamalarıdır bunlar. Küçücük çocukları tutukluyorlar.
Tasarıdaki değişikliklerin olağanüstü hal yetkisi olduğu söyleniyor…
Vali ve kaymakamlar olağanüstü hal, vali ve kaymakamına dönüşüyor. Telefon dinlemeleri hiç ihtiyaç olmadığı halde 48 saat boyunca yargı kararı olmaksızın polisin talimatıyla gerçekleşebilir hale geliyor. İstihbarî dinlemelerde Ankara’da bir tek hâkim görevlendirilecek.
Neden tek bir hâkim olacak, buna yargının karar vermesi gerekmiyor mu?
Elbette. Gidin yargıdan alın kararı. Yargıya gitmiyorlar çünkü HSYK’yı istedikleri gibi kurguladılar. İstedikleri hâkimi de telefon dinlemelerinde, bilgisayar iletişiminin kontrolünde görevlendirip, 77 milyon Türkiye’nin iletişimini Ankara’da tek bir hâkiminin elinden geçirmek istiyorlar. Hitler ve Mussolini zamanında internet olsaydı bunları getirebilirdi. Bir anekdot anlatılır. Vatandaşın vatandaşı ihbar yükümlülüğünü Mussolini’nin önüne koyarlar 1930’larda. ‘Bir vatandaş diğerini suç işlerken görürse mutlaka ihbar etmelidir’ maddesi. Mussolini ‘Bunu yapmayın, İtalyan toplumunu içeriden çökertmek mi istiyorsunuz? Vatandaş bir diğerinin ihbarcısı olamaz’ der. 2005 Ceza Kanunu’nda bunlar vatandaşa, vatandaşı ihbar hükmü getirdi. Mussolini’yi aştılar. Anayasa Mahkemesi daha sonra iptal etti ama zihniyet geldi bu noktaya dayandı.
Polise ne tür yetkiler veriliyor ve hangi yetkileri genişletiliyor?
Polis zaten son derece keyfi bir biçimde gaz sıkıyor, ‘sık ulan sık’ var ya, öyle. Zaten eli tetikte. O kadar meyilli ki gaz sıkmaya, bir sokak eyleminin ortasında kaldınız ya da silahsız sopasız bir eylemdesiniz, hasbelkader Tayyip Erdoğan’ı ya da memurlarını eleştiriyorsunuz, o polisin gözünde siz teröristsiniz. O yüzden gazı ‘sık ulan sık’ diye sıkıyor. Nasıl yaşayacaksınız, nefes alacaksınız? Ağzınızı, yüzünüzü kapatacaksınız. Kapatırsanız da bu yasaya göre, teröristsiniz.
Kabul edilebilir mi bunlar?
Asla. Bu yasa bir sıkıyönetim rejiminin olağan dönemde Türkiye’ye dayatıldığı, kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine geçilirken siyasi iktidara ihtiyaç duyduğu anormal yetkiler tanıyan bir yasa. Görünen o ki, bombalı eylemlerden korkuyorlar. Madem korkuyorlar, paylaşsınlar. Kimden hangi eylemden korktuklarını anlatsınlar. PKK’nın bombalı eylemlerinden mi korkuyorlar? Yerine getiremeyecekleri sözler sebebiyle, bu tehditlerle karşı karşıya bıraktılar evlatlarımızı. Türkiye’nin metroları, AVM’leri hangi tehditler altında? Beslediniz büyüttünüz, şimdi bunlar Türkiye’de hücre evinden eylemler mi yapacak? Mesela polise artık elbisenin içine de bakma yetkisi veriyorlar.
Muhalefetin ‘paralel yapının’ araştırılmasına yönelik önergesi geri çevrildi…
Paralel devlet diyorlar ama paralel devletin dik alâsı Güneydoğu’da PKK ve KCK eliyle kurulmuş durumda. Paralel devletle mücadele diye kendi seçmenini konsolide ederken, paralel devletin dik âlâsı Güneydoğu’da var. Siyasi iktidarın zerre kadar mücadele iradesi olmadığı için devletin polisi önünde eylem yapılırken arkasını dönüyor. Sonra buraya geliyorsun ‘paralel devlet’ diyorsun. Paralel devlet varsa, bunun sorumlusu falanca cemaat ya da grupsa, tarikatsa delilini koy mücadeleni ver. Tabii ki karşıyız devlet içinde devlet yapılanmalarına. Ama sen cadı avı başlatıyorsan, cadı avı diye işine gelmeyen herkesi içeri almaya başladıysan, bu olmaz.
Paralel devletle mücadele ettiklerini söylüyorlar ama…
Siyasi iktidarı, paralel devletle mücadele söyleminde samimi bulmuyorum. Devletin, yargının, emniyetin içinde birtakım yapılanmalar varsa delilleriyle koyarsınız. Ki ben bir paralel yapı olduğuna inanıyorum. Bugünkü mevzuatın yetkilerini bile kullanmazken, polise en keyfi yetkileri tanıyacak yeni bir mevzuat getiriyorsun. Üstelik Güneydoğu’da falan kullanmak için de değil. Silahsız, şiddetsiz kim gösteri yaparsa, onun kafasını ezmek ve devlet büyüklerine dikensiz gül bahçeleri vermek için. Ama Hizmet Hareketi’nin de takkeyi önüne koyup düşünmesi lazım.
Bugünlerin moda deyimiyle ‘Cemaat özeleştiri yapsın’ diyorsunuz. Ama yapılanlar da görülmüyor sanki…
Yargının, emniyetin içinde örgütlendi mi? ‘O gazeteciler gazetecilik sebebiyle tutuklanmadı’ diye manşetler attı mı? Nedamet zamanı. Türkiye’de haksızlık sadece kendinize dokunduğu zaman feryat edeceksek, tek tek avlarlar bizi. Ayrıca ben öyle çok ciddi özeleştiri yapıldığını görmedim. Özeleştiriler yapıldı ama ağız dolusu ‘Yanlış yapan bizden değildir. Bu yanlışlar yapıldı ama biz yeni bir sayfa açmaya hazırız’ denmedi. Ergenekon’da, Balyoz’da çok haksızlıklar yapıldı. Bu Hareket, fakir fukaranın elinden tutuyor, insanlara eğitim veriyorsa, ihtiyaç sahiplerinin yüzünü güldürebiliyorsa kim ne diyebilir. Ama gelip de emir komutayla birileri birilerini mahkûm ediyorsa, sahte deliller üretiyorsa, onlarla hayatlar karartılıyorsa ki bu davalara ben avukat olarak değil ama izleyici olarak girdim, izledim. Türkiye çok zor zamanlardan geçti. Bu hareketin mensubu bazı gazeteciler açıktan kimlerin tutuklanacağının müjdelerini verdiler.
Saray kendinden ve PKK’dan başka kimseyi muhatap almıyor
Polis devleti oluşturulmaya çalışıldığı söyleniyor. Nedir bu polis devleti? Burada polis, kolluk kuvveti olan halk tarafından bilinen polis mi?
Bu paket ile 77 milyonluk koca Türkiye, Saray’ın iki dudağının arasına sıkıştırılmak isteniyor. Polis, Saray’ın sopası, silahlı gücü, özel güvenlik teşkilatına dönüştürülmeye çalışılıyor. İşte bu, polis devleti. Yani özgürlüklerin istisna, sınırlanmasının kural olduğu bir devlet. İktidarı eleştirmenin yasak olduğu, iktidarın kendini rahatsız edebilecek her düşünce açıklamasına, her kişiye önceden tedbir uyguladığı, yargıyı bastırma aracı olarak kullandığı devlet. Özetle, kişilere bırakılan özgürlüğün sadece iktidarı alkışlamaktan ibaret olduğu bir yapı. Bizdeki haliyle ise saray devleti. Saray devleti, polis devletinden biraz daha ileri. Çünkü hafiyelik en önemli uğraş olmuş. Devletin istihbarat teşkilatları, Saray’ın canını sıkabilecek herkesin peşine takılmış, onları izliyor. Devletin bekası kavramının yerini, sultanın bekası almış.
İç Güvenlik Yasa Tasarısı’nın kabul edilmesi kadar, çıkarılma sebebi üzerinde duruyorsunuz…
Çünkü Erdoğan, Türkiye’yi Davutoğlu’yla beraber yalnızlaştırdı. Bu yalnızlığın bedelini hep birlikte ödemeye başlıyoruz. Tayyip Erdoğan’ın inişli çıkışlı ruh haline endekslenmiş bir dış politikanın sonucunda, Libya’dan sürüldük. Mısır’la düşman olduk. Irak’ta figüran konumuna indirgendik. Suriye’yi felaketlere sürükledik, milyonlarca insanın evinden, barkından, canından olmasına katkı verdik. Almanya ile yollarımız ayrıldı. Fransa’da Elysee Sarayı, PKK’ya açıldı. PKK, terör örgütlüğünden, özgürlük savaşçılığına terfi ettirildi. Avrupa Birliği hedefimiz kalmadı. Amerika ile kerhen yürüyor ilişkiler. İran, potansiyel düşman ilan etti bizi. Avrupa’da da Ortadoğu’da da artık yokuz. Dolar kurundan tutun da insanların özgürlükleri, Tayyip Erdoğan’ın o anki ruh haline göre ağzından çıkacak bir cümleye bağlı. Yatırım gelmiyor artık Türkiye’ye. Komşularımızın toprak bütünlüğünü tehdit eden terör örgütleri Türkiye’yi lojistik üs olarak kullanıyor. Çözüm süreci denilen süreçte ne konuşulduğunu Saray ve İmralı dışında kimse bilmiyor. Saray, kendinden ve PKK’dan başka kimseyi muhatap almıyor. Kim bilir ne sözler veriliyor can havliyle.
Peki iktidar bu gidişin farkında değil mi? Görmek istemiyor mu?
MİT Müsteşarı durumun farkında. Artık boynundaki davulu taşımak istemiyor. Tokmağı tutana güvenmiyor, kontrolden çıktığını görüyor. Bütün bu tehlikeli tablonun en çok farkında olan biri daha var: Tayyip Erdoğan. Çünkü Türkiye’yi nereye sürüklediğini en iyi kendi biliyor. Bunun için iç güvenlik paketi diye, sarayın güvenliği paketini dayatıyor, kendi güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Otoriter liderlik sevdalılarının tarihteki son günleri hep böyle olmuştur. Erdoğan gidecek; demokrasi içinde, demokratik yöntemlerle gidecek. Görüyor, biliyor, korkuyor… 7 Haziran seçimlerinden söz etmiyorum. O seçimlerin sonu ne olursa olsun ülkemizi Tayyip Erdoğan yönetemeyecek diyorum… Yanlışlarını düzelteceğine, yanlışı yanlışla bastırmaya çalışıyor.
'Mezhep, etnik köken ve siyasî ideoloji üzerinden Türkiye bölünüyor'
Nasıl bir oyun oynanıyor?
Türkiye’yi üç fay hattı üzerinden bölmek suretiyle kendi tabanlarını çok kısa vadeli menfaatler için, yani 7 Haziran için konsolide etmeye çalışıyorlar. Mezhep, etnik köken, siyasi ideoloji... ‘Benim partime oy veriyorsan, bendensin. Vermiyorsan, karşı görüş söylemen ihanettir, sen çünkü bir vatan hainisin.’ ‘Sünni’ysen, birinci sınıfsın, Aleviysen bu ülkenin eşit vatandaşı değilsin.’ ve Kürt Türk fay hattı. Kürt milliyetçiliği zirve yapıyor, tepki olarak karşısında ırkçı milliyetçilik zirve yapıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi yeni Türkiye adıyla çöpe atılıyor.
Neler yapılması gerekiyor?
Herkesin takkesini önüne koyması lazım. Herkes iktidarı da, muhalefeti de tattı bu ülkede. İktidardayken zulmetti, muhalefetteyken mazlum oldu. Kim nerede yanlış yaptı, artık bu yanlışlardan ders almak gerekiyor. Bu ülkede daha düne kadar eşi başörtülü olanlar terfi edemiyordu. Kendi başörtülüyse zaten hiçbir yere gelemiyordu, evinde oturması lazımdı. Özel sektörde bile iş bulamazdı. Bunlar dibine kadar yanlıştı. Çocuklarımızı nizamiyelerde ‘başını aç’ diye özel güvenliklere kontrol ettirdik. Ben üniversite hocasıydım, bunların hepsini gördüm, yaşadım. Peruklar taktırıldı ve çocuklar o şekilde okula gitmeye çalıştı. Bunlar külliyen yanlış ve aptalca. Hâkimlerin tayin terfiinde eline içki kadehi almıyorsa, ‘Ya, bu laik değil herhalde’ deniyordu. Bir rektör adayı eşi türbanlıysa imkânı yok nasıl yükselecek. Bunların hepsi yanlış.
Bu, bir özeleştiri mi?
Evet, ama bunu sadece biz değil herkes yapmalı. Şimdi maazallah masanızda içki kadehi varsa, içkili bir lokantaya mı gittiniz, kamuda bittiniz. Rektör adayı mısınız, eşinizin başörtülü olması sizin için müthiş bir avantaj. Kutsal dinimiz dün de alet ediliyordu siyasete, bugün de alet ediliyor. Kutsal dinimizi kendi siyaset ve ticaretlerine alet eden bezirganlardan kurtulma zamanı geldi. AKP’nin dört bakanı, onların çocukları, son derece ciddi ağır deliller olmasına rağmen, zorla aklandılar ve haklarında takipsizlik çıktı.