Basın tarihi trenine binmiş 14-15 sene öncesinde dolanırken, “Etki ajanlığı” yasa tasarısının bu hafta Meclis Genel Kuruluna geldiğini gördüm.
Bu, “ifade ve basın özgürlüğünün” sonudur.
Anayasal bir ciddiyetle söylersek, Anayasa’nın 26 ve 28. Maddelerinin yasayla ilgaya kalkışılmasıdır.
* * *
İşin vahameti, siyasal iktidarın “etki ajanlığı” konusunda NATO Toplantısında başka, TBMM’de başka duruş sergilemesidir.
Murat Yetkin’in kaleminden okuyalım:
“NATO Parlamenterler Asamblesi 27 Mayıs’ta Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da toplandı.
Önceki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu başkanlığındaki TBMM Türkiye NATO-PA Grubu da bu toplantıya katıldı. Toplantı sonunda konuşulanları karara bağlayan 490 Sayılı deklarasyon, Türkiye Grubunun oylarıyla kabul edildi.
Bu bildirgenin 12’inci maddesinde, NATO’ya üyelik başvurusu yapan Gürcistan’ın yakınlarda etki ajanlığı suçunu yasalara eklemesi konusunda bakın ne denmiş:
> [NATO] Gürcistan’ın demokrasisini, bağımsızlığını, egemenlik ve toprak bütünlüğü ile Avrupa ve Avrupa-Atlantik hedeflerini güçlü şekilde desteklemekle birlikte, ülkedeki demokrasinin güçlendirilmesi ve NATO ve AB hedeflerine ters düşen ‘dış nüfuzun şeffaflığı’ adı verilen yasadan derin endişe duymakta ve Gürcü yetkililere bu yasayı Gürcistan demokrasisine daha fazla zarar vermeden geri çekme çağrısında bulunmaktadır.
Etki ajanlığı tartışmasında bir tutarsızlık örneği olan bu maddeyi itirazsız kabul eden Türkiye Grubu üyeleri arasında kimler mi var Çavuşoğlu’ndan başka?
Örneğin, önceki Gençlik ve Spor Bakanı, AK Partili Mehmet Kasapoğlu var,
MHP milletvekilleri Mevlüt Karakaya, Kâmil Aydın var; bütün heyeti saymayayım.”
Gürcistan halkına özgürlük, kendi halkına baskı mı?
* * *
Sanal ansiklopedide “Türkiye’de sansür” maddesine hiç baktınız mı?
“Türkiye’de sansür, hükûmetin siyasi ve toplumsal gerekçelerle geleneksel medya, internet ve sosyal medya üzerinde uygulanan yasaklar ve sansür uygulamalarını işaret eden ifade.
Günümüzde sansür genellikle Türklüğe hakaret sayılan kanun maddesi ve siyasi aşırılığı ifade eden yazılı veya sözlü beyanları sınırlayan yasalardan kaynaklanmaktadır. Yine Türkiye, Sınır Tanımayan Gazetecilerin 2017 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 155. sırada yer almakta ve gazeteciler özelinde ‘dünyanın en büyük cezaevi’ olarak anılmaktadır.
Sınır Tanımayan Gazeteciler bu ithamın nedenini, baskıcı kanunlar, geniş ve muğlak yasal düzenlemeler ve paranoyak yargı olarak açıklamakta ve çözüm olarak terörle mücadele yasasının ve diğer kanun maddelerinin tamamen gözden geçirilmesini önermektedir.”
* * *
Osmanlı bölümünü ve İttihat ve Terakki kısmını atlayıp, Cumhuriyet dönemine gelince de “Takrir-i Sükûn Dönemi” başlığına rastlıyorsunuz:
“Cumhuriyetin ilk iki yılında özgür bir basın ortamı oluşmuşsa da Şeyh Said İsyanı'nın çıkmasıyla çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisini devreden çıkararak bakanlar kurulunun yaptırım gücü elde etmesini sağlamıştır.
Kanunun çıkmasıyla bütün muhalif gazeteler kapatılarak Velid Ebüzziya, Ahmet Emin, Eşref Edip, Suphi Nuri, Fevzi Lütfi, İsmail Müştak gibi dönemin önde gelen gazetecileri İstiklâl Mahkemelerinde yargılanmışlardır.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e çektikleri özür ve af telgrafları sonucunda beraat eden gazetecilerden Ahmet Emin ancak 1936’da Atatürk’ten aldığı özel izin ile mesleğe dönebilmiştir.
Aynı dönemde hükûmeti desteklemelerine ve Şeyh Said İsyanının İngiltere teşvikiyle çıkarıldığını yönünde yayımlar yapmalarına rağmen Türkiye Komünist Partisi‘nin yayınları da yasaklanmış, komünist gazeteciler çeşitli hapis cezalarına çarptırılmışlardır.”
***
Takrir-i Sükun ile ilgili çok yazdım.
O baskı ve sansür ruhu hep dolandı buralarda, hep var oldu.
Şimdi Cumhuriyet döneminin neo-takrir-i sükûn yasası kapıda…
Yetkin hukukçular felaketin boyutunu saydamlaştırıyor:
“….yasal güvenceleri etkisiz kılacak ve hepimizi birer “etki ajanı” yapabilecek yasa teklifinin komisyondan geçmiş olmasına ne demeli?
TCK’da ‘Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk’ başlığı altında 326. maddeden 339. maddeye kadar 14 maddede devletin güvenliğine, iç ve dış siyasal yararına aykırı eylemler tek tek sayılarak cezaları belirlenmiş zaten.
Ama şimdi TCK 339/A maddesi ekleyecekler. Bu maddede “ne yaparsanız suç işlemiş olacağınız” belli değil.
Neyin suç olduğu da özellikle belirtilmemiş.
Kanunlar öngörülebilir, bilinir, belirli olmak zorundadır. Suça konu eylem ve cezası hiçbir kıyasa izin vermeyecek şekilde kanunda yer almalıdır. Anayasa da TCK da bunu emreder, keza evrensel hukukta da böyledir.
Bu yasa teklifi devlet güvenliği gerekçesi ile yasalaşırsa, devlet gücü karşısında bu ülke insanlarının temel hak ve özgürlükleri daha korunaksız, müdahaleye daha açık hale gelecektir.
Devlet ‘güvende’ ama insanlar ve hakları güvencesiz, korunaksız…”
***
Basın tarihi bir sansür tarihi gibi…
Ama en esaslı sansür kiliti şimdi “herkes sussun, susmayan casustur” yasasıyla devreye girecek.
Bir devletin ve ülkenin intiharını canlı yayında seyretmiş gibi olacağız.
Ve bu günleri ilerde yazacak olanlar “özgürlüğü katlettiler” diye yazacaklar.