Basın Tarihi yazmak, iki farklı zaman dilimini gösteren iki saatle dolaşmak gibi…
Saatlerden biri Basın Tarihi’nin durduğu durağı, diğeri ise yaşadığımız günleri gösteriyor.
2009 yılını dipli köşeli dolaşmaya devam ederken yazdığım “Bireysel Başvurunun Sonu” başlıklı yazıda şöyle bir bölüm vardı:
“2009 yılında AİHM Türkiye’den yapılan başvuruların 4’ünü karara bağladı.
Bunlardan biri de Nahide Opuz Kararı idi…
AİHM koca şiddetine karşı devletin kendisini yeterince koruyamadığını karara bağlamış ve Türkiye’yi mahkûm etmişti.
Bu kendi alanında bir ilkti.
Opuz Kararı, İstanbul Antlaşması ve bugünler…
Başlı başına bir yazı konusu…”
Tam daha önce vurguladığım Opuz yazısının devamını yazmaya oturdum, güncel saatim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin geçen yılın bilançosunu açıkladığına işaret ederek beni uyardı.
Güncele geri döndüm.
* * *
Türkiye “hukuk konusunda çok özensiz” bir devlet olmaktan çıkıp, evrensel hukuktan tamamen kopma noktasına doğru dört nala gidiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2024’e ilişkin açıklanan istatistiklerine göre Türkiye, aleyhinde en fazla dava başvurusu bulunan ülke.
AİHM’ye, 47 Avrupa ülkesinden yapılan şikayetlerin toplamı 60 bin 350.
Bunların yüzde 35,8’i Türkiye kaynaklı hak ihlali iddialarından oluşuyor.
Bu da karar bekleyen 21 bin 600 dava başvurusu anlamına geliyor.
Türkiye, bu sayıyla diğer ülkelerin açık ara önünde yer alıyor.
“Hukuksuzluk Şampiyonu” da diyebilirsiniz.
* * *
15 Temmuz sonrası, daha önce yaşanan hukuksuzluklar ve yargı adaletsizliği hız kazanarak devam etti.
Yaşanan hukuk kırımı, “15 Temmuz yargısı” olarak anılmaya başlandı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a yürümesine neden olan yargısal skandallar nedeniyle “hak, hukuk, adalet”in kalmadığı çok yaygın kabul gördü.
Ama mağdurlar yok sayıldı.
İktidarın mağdurları yok sayması şaşırtıcı değildi… Ama bu konuda Kılıçdaroğlu dışındaki muhalefetin iktidarın işbirlikçisi gibi davranıp aynı tavrı benimsemesi şaşırtıcıydı.
Zaten bu adaletsizliğin yerleşmesinde muhalefetin işbirlikçiliği önemli bir rol oynadı.
Muhalif görünenler, yaşananları “adaletin olmadığı ama mağdurunun da olmadığı” bir dönem biçiminde takdim etmekten çekinmediler. Hatta bunu bilinçli bir şekilde kabul ettiler.
15 Temmuz yargısının yarattığı mağduriyetler ve mağdurlar bilinçli ve sistematik bir şekilde yok sayıldı.
Hukukun zerresinin kalmadığı kabul edildi ama hiç mağduru yokmuş gibi bir tavır sergilendi. İktidarı muhalifiyle tüm medya bu konuda ağız birliği ettiler.
Muhalif gözükenler, hukuksuzluk kendi kapılarını çaldığında bile daha önceki mağdurlardan hiç söz etmeyip “ilk mağdurlar” olarak kendilerini vitrine koymayı tercih ettiler.
Böyle bir işbirlikçi muhalefet, hukuku yok etmek isteyen bir iktidarın en büyük yardımcısıdır.
AİHM’deki “Türkiye aleyhindeki başvuruların içeriğine bakıldığında da büyük çoğunluğunun 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle bağlantılı olduğu görülüyor.”
İktidarın ve muhalefetin birlikte yok saydığı “mağdurların” dosyaları bu dosyalar.
* * *
AİHM 2024’te 1102 karar açıklamış…
Bunlardan 73’ü Türkiye’yle ilgili.
Strasbourg’da AİHM Başkanı Marko Bosnjak tarafından açıklanan veriler “15 Temmuz Yargısının” robot portresini de çiziyor…
Türkiye hakkında açıklanan 73 karardan 67’sinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) en az bir maddesinin ihlal edildiği tespit ediliyor.
Açıklanan kararlara bakıldığında en fazla ihlale, sözleşmenin “özgürlük ve güvenlik hakkını” garanti altına alan beşinci maddesinde rastlanıyor.
AİHM, 19 davada bu maddenin ihlal edildiğine hükmetti.
* * *
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. Maddesindeki “özgürlük ve güvenlik” hakkı bizim Anayasa’mızın 19. Maddesinde düzenlenmiştir.
Maddenin ilk fıkrasındaki “Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir” ifadesiyle kişinin özgürlüğüne müdahale edilemeyeceği güvence altına alınmıştır.
AİHM, anayasanın 19. Maddesinin ihlal edilerek tutuklanmaması gereken insanların sistematik bir şekilde tutuklandığını saptamaktadır.
Bu, bizim yargımızın kendi anayasamızı yok saydığı anlamına geliyor.
* * *
AİHM’in geçen yıl karara bağladığı başvurular arasında ikinci sırayı “ifade özgürlüğüne” ilişkin 10’uncu madde alıyor.
Bizim Anayasanın 26. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”
Bu hürriyet, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
Görüldüğü üzere “ifade özgürlüğü” de hak getire.
O konuda da bizim yargı anayasayı yok saymış.
* * *
AİHM’in karara bağladığı başvurularda üçüncü sırayı, insan hakları sözleşmesinin “adil yargılanma” hakkını düzenleyen 6’ncı maddesine ilişkin ihlaller yer aldı.
Yani adil yargılama da sizlere ömür.
* * *
Durum böyle iken …
Muhalefetin 15 Temmuz yargısının yarattığı mağdurları yok sayarak iktidarla gizli bir dayanışma göstermesini nasıl açıklamak gerekir?
Demokrasi ve demokratik cumhuriyet istemeyenlerin “gizli koalisyonu” mu bu?
Birbirlerine bağırıp çağıran ama iş, ortaklaşa kızdıklarına karşı hukuksuzluğun yapılmasına geldiğinde bunu birlikte onaylayanların bu ülkeye hukuk ve demokrasi getirmesi mümkün mü?
Bu nedenle zaten hukuk siyasetin önüne geçemiyor.
Çünkü burada “ortaklaşa kızdıklarına” karşı yapılan hukuksuzluk konusunda muhalefetle iktidar arasında gizli ve korkunç bir ortaklık var.
Bu yüzden siyaset kurumu demokratik bir hukuk devleti kurmaktan hızlanarak uzaklaşıyor.
Devletin çöküşü de ivme kazanıyor.
* * *
Türkiye, görüneni, gündeme konulanı konuşmayı seviyor.
Gerçeklerden hoşlanmıyor.
Hukukun herkes için olduğunu, “bazıları için hukuk olur, bazıları için olmaz” anlayışının hukuksuzluğun temeli olduğunu anlamak istemiyor.
Türkiye’nin konuşmadığı ve anlamak istemediği o gerçekleri de AİHM açıklıyor.