Mehmet Altan*
Bu yazının başlığını “Benim adım 1901” koymasam “Liseli Gençler Basın Ve Yasak Tarihini Merak Eder mi?” koyacaktım.
Çünkü…
Geçen gün elime tesadüfen orta eğitimde okutulmakta olan Türk Dili Ve Edebiyatı ders kitabı geçti. Karıştırırken “makale” türünün anlatıldığı bölümle karşılaştım.
Makale türünün tarifi vardı:
“Bilimsel ve toplumsal konularda, siyaset, ekonomi, sanat, spor vb. alanlarda yazılan, açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete veya dergi yazılarına makale denir. Bilimsel dergilerde yayımlanan makalelerde tıp, ekonomi, sosyoloji, felsefe gibi bilim dallarıyla ilgili konular işlenir. Gazetelerde yayınlanan makalelerde halkı aydınlatmak ve bilgilendirmek amaçlanır. Güncel bir sorun ortaya konur, değerlendirilir ve sonuca varılır.”
Paragraflar arasına sıkışmış olan “Türk edebiyatında ilk makale” örneklerine rastlamasaydım, bırakın meraklanmayı muhtemelen aldırmazdım:
“Türk edebiyatında ilk makale örneği, Şinasi’nin Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayınlanan Mukaddime’sidir (1860).”
Ardından gelen cümle benim için tam bir sürprizdi:
“Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirdiği (Servet-i Fünûn dergisinin kapatılmasına sebep olan) ‘Edebiyat ve Hukuk’ adlı makale ile Ömer Seyfettin’in Genç Kalemler dergisinde yayımlanan (Millî Edebiyat’ın dil anlayışını ortaya koyan ) ‘Yeni Lisan’ makalesi türün tanınmış örneklerindendir.”
***
Herkesin adını duyduğu ama pek az insanın üzerinde derli toplu bir anlatım yapabildiği Servet-i Fünûn edebiyat akımını 13 Mart tarihli “Edebiyatı sever misiniz?” başlıklı yazımda özetliyordum:
“Servet-i Fünûn sanatçıları ise Batı rüzgârlarıyla sarmalanmıştı.
Batı edebiyatının sanat anlayışına ve estetik zevkine uygun bir edebî hareket oluşturmuşlardı. Şiirin konusunu genişletmişler, aruz veznini yeniden şekillendirip Tanzimat’a göre aruz ölçüsünü şiirlerde daha ustalıkla kullanmışlardı.
Servet-i Fünûn, Türk edebiyatında 1860’tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin sonucunu Batı edebiyatının lehine olarak tayin eden bir başlangıç dönemi oldu.
Bu safhanın sonunda Türk edebiyatı, gerek zihniyet, gerek temalar ve gerekse teknik bakımdan tamamıyla Avrupaî bir mahiyet kazandı.
Bu dönem edebiyatçıları genel olarak hikâye ve romanlarda estetik ve edebî uygunluk açısından batı seviyesini yakalamış sayılırlar.
Türk edebiyatına büyük ve kalıcı bir katkı sağlamışlardır.”
***
Şimdilerde pek kimsenin ilgisini çekmeyen bu çok önemli edebiyat akımı, Hüseyin Cahit’in çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” başlıklı makale yüzünden son bulmuştu.
Makalede hiç yer almayan ve kastedilmeyen düşünceler Saray’a bildirilmiş, Padişah II. Abdülhamid de derginin kapatılarak sorumluların sürgüne gönderilmesini istemişti. Tarih 1901 yılıydı. Fakat sorgulamalar neticesinde jurnalin asılsız olduğu anlaşılarak derginin yayın hayatına devam etmesi ve sorgulananların ceza almaması kararlaştırılmıştı. Ne yazık ki bu karar, topluluğun dağılmasını engelleyememişti.
Ders kitabında bu bilgiler yer almıyordu. Örnek makale olarak da Fuat Köprülü’nün “Hayat ve Edebiyat” adlı makalesine yer verilmişti.
Makale türünün en sıkı örneklerinden biri olarak gösterilen ama ders kitabına alınmayan “Edebiyat ve Hukuk” adlı tarihsel öneme sahip makalenin hakkının yenmesine göz yummak istemedim.
***
İstibdat döneminin hışmına uğrayan bu harika makaleyi Ersoy Topuzkanamış, 2014 yılında günümüz Türkçesine çevirerek, Hukuk Kuramı dergisinde “Dergi Kapatan Yazı: ‘Edebiyat ve Hukuk’” başlığıyla yayımlamıştı.
Özet bir iki paragrafı anımsatmak istedim:
“İşte böyle edebiyat ile hukuk yalnız aynı etki altında aynı rengi kazanmakla kalmaz, birbirileri üzerinde de etkileşimde bulunur. Bazen hukuk, edebiyata konu hazırlar, edebiyat da buna karşılık bazı kanun maddelerini düzeltmeye çalışır.
Son zamanlarda idam cezası hakkında yazılan şeyler kadar bu etkiyi gösterecek güzel bir örnek yoktur. Joseph de Maistre idam cezasını bir toplum için elzem sayar. Bundan sonra idam cezasının gerekli olup olmadığı edebiyatçılar arasında bitip tükenmek bilmez şiddetli bir kalem kavgasına meydan açar. Suçlunun vücudunun ortadan kaldırılmasının faydalı ve meşru olup olmadığı sorulması gerekli görülerek merhamet ve adalet daha geniş bir şekilde anlaşılacak olursa idam cezasından vazgeçileceği ve darağacından dökülen kan damlalarının birer kötü niyet ve haksızlık tohumu olacağı iddia edilir. Bunun üzerine romanlarda, tiyatrolarda vahşi zamanlardan kalma bir âdet olan bu idam cezası aleyhinde türlü hücumlar görülür. Victor Hugo Bir Mahkûmun Son Günüadındaki eserinde ismi, hâli, hattâ cinayeti bile meçhul bir mahkûm için okuyucuların kalbinde şefkat ve merhamet oluşturmak gibi bir başarıya erişmiştir.”
***
“Ceza kanunu gibi askerî kanun da yazarların yaratıcılıklarını harekete geçirmiştir. Fransa’da gayet önemsiz bir şey için bir neferi kurşuna dizerler. Önceki yüzyıl sonunda Mercier’den başlayarak Alfred de Vigny’ye varıncaya kadar birçok yazar Fransa askerî kanunlarının bazı maddeleri hakkında dikkati çektikleri gibi zamanımızda Lüsyen de Kav, Abel Hermant, Jean Grave, Jean Ajalbert gibi edebiyatçılar da askerî disiplin adı altında Avrupa ordularında reva görülen zulümden şikâyet etmişlerdir.
Medenî kanunla da edebiyatın oldukça mühim alış verişi vardır. İşte on dokuzuncu yüzyılda boşanma meselesi. Fransa’da boşanma meselesi kanun koyucu tarafından arka arkaya birbirine zıt yollarla halledildiğinden edebiyat da bu kanun değişikliklerini üzüntüyle karşılamıştır.”
***
“Dikkate değerdir ki ahlak ve âdetler daima kanunlardan ileride yürür ve çoğunlukla edebiyat da ahlak ve âdetlerden ileride gider.”
***
Merak edenler yazının tümünü rahatlıkla bulacaklardır….
Yazarların, çizerlerin, düşünürlerin, edebî akımların canına okuyan ezelî ve ebedî bir yasak ve sansür geleneği var.
1901 yılında çok önemli bir edebiyat akımının sonunu getiren bir çeviriyi ders kitaplarında makale türüne örnek olarak gösteriyoruz ama baskıyı, yasağı ve makalenin kendisini saklıyoruz.
Halbuki gençler basın ve yasak tarihini etraflıca öğrenebilseler, mevcut eğitimden çok daha niteliklisini edinmiş olurlar.
Belki örtük sansür bundandır.