Mehmet Altan*
Türkiye’nin dünyadan çok kopuk olmasından yakınırken eskiden beri hep bir mezraya benzetirdim burayı…
Meğer beterin beteri varmış, siyasal İslamcılık yamyamlığı zehirli bir mantar gibi boy attığından bu yana artık mezra bile değil burası.
Dünyadan, yaşanan çağdan, gerçeklerden, gelişmelerden uzakta yamru yumru kireçli bir kayalık…
Bayram haftası boyunca, yaşamlarının yok olmasında büyük ölçüde sorumlu olan Ankara’daki siyasal iktidarın, bu kez de bu mahvolmuş yaşamlar üzerinden pis bir faşizm hesabı yaptığı Suriyeli mülteciler konusunu konuştuk.
Kirli bir elin askeriye üzerinden hesap kurma çıldırmışlığının bir parçası olmamasını dilediğim şaibeli helikopter kazası ile üzüldük.
Kimsenin dönüp bakmadığı rutin ölümler de devam etti… İşçi cinayetleri hız kesmediği için Haziran ayında da iki yüz işçi yitti gitti, Ordu’da sel her sene olduğu gibi bu yıl da iki kişiyi göz göre göre öldürdü… Trafik kazaları da bir iç savaş boyutunda hayatı aldı aramızdan.
* * *
Ben bir yandan Türkiye’nin gündeminin peşinde koşarken, diğer yandan da gençliğimin parlak figürlerinden biri olan Fransa’nın eski başbakanlarından Michel Rocard’ın ölümünün ardından ortaya çıkan tartışmaları izliyordum.
Michel Rocard, 1983 ila 1985 yılları arası Tarım Bakanı olmuş, ardından da 1988-1991 yılları arasında başbakanlık yapmıştı.
Ülkesinde ‘İkinci Sol’un babası’ sayılıyordu…
Biz, ‘İkinci Sol’ kavramına pek aşina değiliz… Küçük çevreler dışında bu kavram neredeyse hiç tartışılmadı.
Türkiye, dünyayı izlemediği, ciddi konulara yer ve zaman ayırmadığı için kavramlara da, kavramsal tartışmalara da değmeden yaşıyor… Kemalizm ile sosyal demokrasiyi, Marksizm ile Leninizm’i düşünsel ve teorik boyutta yerli yerine oturtmuş bir düşünce geleneğimizin olmaması da dünyadaki farklı yaklaşımlara sırtımızı dönmemiz de belki bu yüzden.
* * *
Michel Rocard’a ‘İkinci Sol’un babası’ demelerinin nedeni, geleneksel Fransız Solu’nun pek aşina olmadığı yeni fikirleri seslendirmesiydi… Örneğin piyasa ekonomisinden yanaydı. Bu, Sovyetik gelenek için yeterince rahatsız ediciydi.
Temelinde ‘devlet’ kavramı etrafında yenilik arayışı içindeydi. Sosyalizmin toplum üzerinden yayılıp derinleşmesini hayal ediyordu.
Özelleştirmenin gelişmesi, kurumların özerkliği, çatışmanın değil uzlaşmanın tek yöntem olması, toplumsal yetkinliğin gelişerek devleti daha dar bir alana hapsetmesi, sivil toplumun ciddi bir aktöre dönüşmesi ve tabii dayanışmacı bir toplumun oluşması onun amaçları arasındaydı.
Bu amaçlar, ulus-devlet formatında, vahşi bir kar arayışındaki bir toplum ve devlet için bazen hayalci, bazen de çelişkili görünüyordu.
* * *
Rocard, 68 gençlik olaylarının en büyük destekçilerinden olmuş, daha uç sol partilerde liderlik de yapmış ama daha sonra mevcut şartlar üzerinden bir reformculuk önermişti…
Siyasal yaşamındaki bu farklılık da kendisine yönelik bir eleştiri konusu olagelmişti.
Siyasi kariyerinde ise en büyük hayali Fransa cumhurbaşkanı olmaktı, yolu hep Mitterand tarafından kesildi. Mitterand’ın başbakanı oldu ama ikisinin yıldızı hiç barışmadı. Eski bir kurt olan Mitterand daha çocuksu ve idealist olan Rocard’ı hep ters köşeye yatırdı.
* * *
Tartışmaları izlerken Rocard’ın ardından en sağlam değerlendirmeyi şimdiki Fransız Devlet Başkanı Sosyalist François Hollande’ın yaptığını okudum… Düzey ve kalite açısından gelişmiş dünya ile bizdeki gittikçe lümpenleşen sokak ağzı arasındaki farkın bırakın kapanmasını gittikçe açılmasına biraz daha hayıflandım.
Hollande, Rocard’ı ‘realist bir hayalci’ olarak tanımlıyordu.
Yaşamını, ‘yerkürenin geleceğinden insanlığın kaderine kadar’ hep düşüncenin şekillendirdiğini vurguluyordu.
Rocard’ı ‘ütopya ile modernite’ arasında bağ kurmaya çalışan bir sosyalist olarak selamlıyordu.
* * *
2007 yılında Rocard, Hindistan ziyareti sırasında ağır bir beyin kanaması geçirdi. Pilotluk yapması, yelkenli tutkusu, yaşam kıvancı, onun beyin kanamasına rağmen hız kesmemesine yol açıyordu. Hızlı yaşamaya ve çalışmaya devam etti.
Son dönemlerinde Türkiye’de özel bir davette beraber olmuştuk. Ağır duyma sıkıntısı dışında konuşmaya ve anlatmaya devam ediyordu.
Kendisi ‘İkinci Sol’ arayışına devam ediyordu ama şartlar değişmiş, devreye küreselleşme dinamikleri girmişti.
Bu yeni dünya şartlarıyla ‘realist bir hayalcinin’ serüvenleri nasıl ve nerede buluşabilecekti?
* * *
İkinci Sol’un babasıydı.
Gençliğimizin artık çok hızlıca ve peş peşe kaybolan önemli figürlerinden biriydi…
Geçen hafta 86 yaşında öldü.
Bayram olmasa da duymaz ve ilgilenmezdik ama bayram olduğu için hiç duymadık.
Kendi kıraç kayalığımızda başka dertlerle meşguldük.