Orhan Pamuk'un 'Masumiyet Müzesi' adlı son kitabı, medya dünyasının iki önemli yazarı arasında sert ifadeler içeren bir polemiğe neden oldu.
Vatan gazetesi yazarı Necati Doğru, 4 Eylül günlü yazısında Pamuk'u ve kitabını eleştirdi. Doğru,
'Romancı olacağına pazarlamacı olsaydı da Nobel'i alırdı' dediği Pamuk'un kitabını 'porno' içerikli ve 'edebi değeri olmamakla' suçladı.
Doğru'ya yanıt Radikal gazetesi yazarı Hakkı Devrim'den geldi. Devrim 7 Eylül'de, Doğru'nun yazısı için 'Bir rezalet. Gazetecilik ve edebiyat tarihimizin bir yüz karası olarak kalmaya mahkûm olan çirkin yazı' dedi ve Doğru'ya doktora görünmesini tavsiye etti!
Necati Doğru'nun Hakkı Devrim'e yanıtı daha da sert oldu. Doğru 12 Eylül tarihli yazısında, "Radikal Gazetesi de çok ilginç bir gazete içinde “Orhan Pamuk amigoluğu” yapan çapsız bir yazarı da barındırıyor. Hakkı Devrim adlı bu yazar, ilk gazetecilik yıllarında da “Başbakan merhum Adnan Menderes şakşakçılığı” yapıyormuş. Şimdi karısını, torunlarını yazıyor, arada bir TV’lere çıkıp mankenlerle birlikte “magazin programlarında” klip figüranlıkları da yapıyor" dedi.
Necati Doğru ve Hakkı Devrim'in sert ifadeler içeren yazılarının tam metinleri şöyle:
Necati Doğru / 4 Eylül 2008 / Vatan
Orhan Pamuk’un sırrı!
Romancı olacağına pazarlamacı olsaydı da “Nobel” alırdı. Yüksek kabiliyet, bulunmaz yetenek. Her şeyi pazarlıyor. Ve başarıyor. Pazarlamacıların kralı olurdu. Dünyanın en büyük şirketinin CEO’su yaparlardı, pazarlama nobelini de ona verirlerdi.
Çürümüş maydanoz.
Kokmuş köfte.
İçi geçmiş karpuz.
Küflenmiş ekmek.
Bunlara müşteri çıkmaz, kimse almaz. Orhan Pamuk’u “çürük maydanoz-kokmuş köfte-içi geçmiş karpuz-küflenmiş ekmek”leri pazarlama göreviyle görevlendirin cansız duyguları tetikler, ölmüş talepleri parlatır, bitmiş beğenileri canlandırır sadece Türkiye tüketicisine değil bütün dünyaya “çürük maydanoz-kokmuş köfte-içi geçmiş karpuz-küflenmiş ekmek” satardı.
Yemezlerdi.
Yiyemezlerdi.
Fakat satın alırlardı.
Bu çarpık, hastalıklı, özürlü durum ancak ve ancak Orhan Pamuk’un “pazarlamacılığı” sayesinde olur. Romanlarını alanlar, 30 sayfasını okuduktan sonra bırakıyorlar, fakat yine de almaya devam ediyorlar.
Esasen gerçeği çarpıtan bir kokmuş propaganda olan “Türkler tarihte 1 milyon Ermeni’yi kestiler, öldürdüler” iddiasını Orhan Pamuk, ortaya bilgi, belge koymadan, müthiş pazarlamacılığı sayesinde bütün dünyaya yedirdi ve Nobel’i de aldı.
Büyük businessman.
Müthiş iş adamı!
Şimdi yeni bir pazarlama uğraşına girdi, bir haftadır gazete manşetlerinden inmiyor, TV’lerde “bir kez seyrettik Orhanımız’a doyamadık, tekrarı yayınlansın” programlarında “İstanbul’un küçük burjuva semti Cihangir’de babası top atınca fakir kalmış güzel bir kıza baba parasıyla zengin olmuş bir ibiş erkeğin aşkını” tezgâha koydu, satıyor.
Arsız bir pazarlamacı oldu!
Müşterinin önünü kesiyor.
Kolundan çekiştiriyor.
Malı gözüne sokuyor.
Porno ağırlıklı olduğu anlaşılan yeni 500 sayfalık romanı için izin vermiyor ki “bu iyi bir edebiyat ürünü müdür, yoksa zengin erkek-fakir kız konularını milyon defa işlemiş Yeşilçam filmlerinin çok kötü bir edebiyat salçalı kopyası mıdır” okuyan karar versin.
Okuru aptal yapıyor.
Okuru embesil sayıyor.
Dün bir, bugün iki. Okur daha romanı okumadı. Yazar alıyor karşısına “Orhan Pamuk büyük romancıdır ezberine teşne” magazinci kadın gazetecileri, “son romanını kaç yılda yazdığını, daktilo ve bilgisayarla değil mürekkepli kalemle yazdığını âşık olduğu kızın küpesini, sütyenini, külotunu, büfe üzerinde duran biblo köpeğini çalarak biriktiren zengin adamın, kızın bekâretini nasıl bozduğunu, kapalı toplumlarda bekâretin, açık toplumlardaki bekâret anlayışından farklı olduğunu” uzun uzun anlatıyor.
Ve gazetelere manşet.
TV’lere söyleşi.
Ayıptır.
Romanına güveniyorsan biraz zaman ver, okur okusun. Sen sonra konuş. Gerçek bir edebiyat adamına yakışan bu tavrı göstermek yerine, satışı artırmak için “romanın kahramanı Cihangirli fakirlemiş kızın küpesini, kolyesini, reçel yapmak için kullandığı ayva rendesini, hela taşının sifon zincirini” topladığını, bunlardan bir müze kuracağını ve kitabı satın alanların bu müzeye ilk girişinin bedava olacağını anlatıyor.
10 yıldır küpe topluyormuş.
Fakat ortada müze yok.
SPK’nın harekete geçmesi gerekir. Orhan Pamuk’un kurulmamış bir müzenin giriş biletini kitabın içinde bir lotarya olarak sunması, halktan para toplama kanununa girer. Savcıların harekete geçmesi gerekir.
Sırrı: pazarlama!
Yüksek kabiliyet!
Bulunmaz yetenek!
Pazarlama kralı!
**************
Hakkı Devrim / 7 Eylül 2008 / Radikal
'Sözünü etmek istediğim bir gazetecilik ve edebiyat rezaleti var.
Biz, roman okuru olarak da gelişmiş bir toplumun mensupları değiliz. Değinmeden geçemeyeceğim bir örnekle ifadeye çalışayım.
Aynı perşembe gününün Vatan gazetesinde, ekonomi gazetecisi-yazarı olarak maruf Necati Doğru’nun kaleminden çıkmış, Orhan Pamuk’a ve onun son romanına dair bir yazı yayımlandı. Gazetecilik ve edebiyat tarihimizin bir yüz karası olarak kalmaya mahkûm olan bu çirkin yazıdan, üzülerek ve utanarak da olsa bazı cümleleri buraya alıyorum. (Bu konuya bir daha dönmek zorunda kalmamayı temenni ederim. Hoş görün beni, cüretin, haddini bilmezliğin bu marazî tezahürünü görmezden gelmek elimde değildi.)
Şu cümleler o yazıdandır:
«Romancı olacağına pazarlamacı olsaydı da Nobel alırdı. (...) Pazarlamacıların kralı olurdu. (...) Pazarlama Nobel’ini de ona verirlerdi.»
«Orhan Pamuk’u <çürük maydanoz, kokmuş köfte, içi geçmiş karpuz, küflenmiş ekmek>leri pazalama göreviyle görevlendirin; cansız duyguları tetikler, ölmüş talepleri parlatır, bitmiş beğenileri canlandırır; sadece Türkiye tüketicisine değil bütün dünyaya çürük maydanoz, kokmuş köfte, içi geçmiş karpuz, küflenmiş ekmek satardı.
«Yemezlerdi. Yiyemezlerdi. Fakat satın alırlardı. (...) Romanlarını alanlar, 30 sayfasını okuduktan sonra bırakıyorlar, fakat yine de almaya devam ediyorlar.»
«İstanbul’un küçük burjuva semti Cihangir’de babası top atınca fakir kalmış güzel bir kıza baba parasıyla zengin olmuş bir ibiş erkeğin aşkını tezgâha koydu satıyor. Arsız bir pazarlamacı oldu.»
«SPK’nın harekete geçmesi gerekir. Orhan Pamuk’un kurulmamış bir müzenin giriş biletini, kitabın içinde bir lotarya olarak sunması, halktan para toplama kanununa girer. Savcıların harekete geçmesi gerekir.»
Savcılar değil de, hekimleri göreve çağırmak lazım gibi gelir bana."
*****************
Necati Doğru / 12 Eylül 2008 / Vatan
"Radikal Gazetesi de çok ilginç bir gazete içinde “Orhan Pamuk amigoluğu” yapan çapsız bir yazarı da barındırıyor. Hakkı Devrim adlı bu yazar, ilk gazetecilik yıllarında da “Başbakan merhum Adnan Menderes şakşakçılığı” yapıyormuş, şimdi Radikal’de diğer gazetelerde yazan yazarların yazılarını “makas-macun yöntemiyle” kesip yapıştırıyor. “A’nın üstünde şapka olacaktı, koymamışsın” diye düzeltme hatalarını bulup başöğretmen azarlaması edasıyla yayınlıyor. Karısını, torunlarını yazıyor, arada bir TV’lere çıkıp mankenlerle birlikte “magazin programlarında” klip figüranlıkları da yapıyor.
Bu da gazeteci.
Yataylamasına dikdörtgen köşe vermişler, yazıyor. Haksızlık etmek istemem.
Radikal’de iyi yazarlar da, gazeteci gibi gazeteciler de var. Örneğin İsmet Berkan dün köşesinde “Becerikli Abdullah Bey” başlığıyla “çok dikkat çekici, uyarıcı” bir yazı yazdı.
Takip edilmesi gerekir.
Üzerinde durulması...
Sonuna kadar gidilmesi...
Ve sorulması gerekir:
Kim bu Abdullah Bey?
Ve becerisi nedir?
***
Yani adı “Abdullah...” olan ve mutlaka bir soyadı da bulunan ve sıradan bir insan olmadığı için önüne “Bey...” sıfatı da alan bu “Abdullah Bey’in becerisi” kendisinden mi menkuldür? Yoksa Abdullah Bey’i Abdullah Bey yapan onun arkasında duran güç, kuvvet, kudret, karizma sahibi, devlet şirketlerinin özelleştirilmesinde rolü olan biri mi vardır?
O biri, parti midir?
O bir kişi midir?
Bu kişi partidaş mıdır?
Ülküdaş mıdır?
Namazdaş mıdır?
Tarikatdaş mıdır?
Radikal Gazetesi yazarı İsmet Berkan, bu “becerikli, tuttuğu işi altın eden, marifetli, usta, mahir Abdullah Bey”in Türkiye’de devletin malı iken özelleştirilip bir komşu ülkenin eski başbakanının ailesine satılan çok kârlı, çok kazançlı, kendi alanında tekel şirketin yüzde 10 ortağı olduğunu yazdı.
Önemli olan bu!
İşte gazetecilik bu!
***
Bu Abdullah Bey, bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin malı iken de çok kâr eden, tekel olan ve daha yıllarca kârlı olarak çalışacağı kesin olan bu şirketimizin yüzde 55’i komuşu ülkemizden bir iş adamına satılırken nasıl oldu da yüzde 10’la ortak oldu?
Hangi parayla oldu.
Becerikli...
Hünerli...
Tuttuğunu altın eden Abdullah Bey, devletin elindeyken özel sektöre satılan bu şirkete yüzde 10 payla ortak olabilecek birikimi “hangi beceriyle” elde etti! Radikal yazarı İsmet Berkan dikkat çekmeye çalışıyor ki, “bu becerikli Abdullah Bey...” aslında bir emanetçi olabilir. Devletin elinden özele satılırken toplam değeri 11.9 milyar dolar olan fakat şu andaki piyasa değeri 22 milyar dolara çıkan ve dünyanın en yüksek kâr oranıyla (yüzde 150’den fazla) çalışan bu şirketin yüzde 10’unun sahibi Abdullah Bey gözükse de asıl sahibi bir başka kuvvetli, kudretli, güç sahibi kişi olabilir mi?
Kim bu becerikli Abdullah?
Becerisi nedir?
Ben de Radikal’in ortaya attığı bu sorunun takipçisi olacağım. Abdullah Bey boyuyla, bosuya, resmiyle ve soy ismiyle ortaya çıkıncaya kadar yazacağım. İsmet Berkan’a destek vereceğim. Çünkü gazetecilik bu... Burada da tıpkı Deniz Feneri’nde olduğu gibi “yetimlerin yenilmiş hakkı” var...
Amigo Hakkı değil!
Yetim hakkı...
Gazetecilik amigoluk değildir.
Yetim hakkını sorgulamaktır.
**********
(Tempo24)