Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Türkiye'deki siyasi partilere spor kulüplerine benzeterek AKP seçmenlerine yönelik "Spor taraftarlarından biraz feyiz alarak eleştirel olmayı, partileri başarılı kılmaya çalışmayı becerebiliriz. Sahiplenmenin sert eleştiriyi ima edebileceğini, samimiyetin gördüğünü söylemeyi, yönetimi uyarmayı gerektirdiğini idrak edebiliriz. Bunun taraftarı olduğumuz siyasi hareketi daha az değil, aksine daha çok ‘sevmek’ olduğunu, başarının koşulunun burada yattığını anlayabiliriz. Şuculuğun buculuğun aslında taraftarlık değil, holiganlık olduğunu ve partiye sadece zarar verdiğini
görebiliriz" ifadesini kullandı.
Mahçupyan'ın "AK Parti taraftarlarına..." başlığıyla yayımlanan (23 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Spor taraftarlığı özel bir ruh hali… Belki de cemaatçi yapılardan uzaklaşmış olan modern toplumda bir ihtiyacı, yani bir cemaatin parçası olma duygusunu tatmin edebildiği için. Aşırı bireyselliğin yalnızlaşma, kaybolma ve terk edilme anlamına geldiği bir alemde kendine benzeyenlerle bir arada olabilme, ortak bir sorunu eşit koşullarda sahiplenme imkanı… Çünkü spor taraftarlığında zengin-fakir veya kentli-köylü türünden ayrımlar yok. Herkes aynı derecede ‘otorite’...
Bu sahiplenme hali taraftarları katı olmaya, sanki kulübü kendileri yönetiyormuş gibi davranmaya itebiliyor. Kötü oyun kadar kötü yönetim de sert eleştiriliyor. Bunu yapan taraftarlar kendi takımlarını daha az sevip destekliyor hale gelmiş olmuyorlar. Aksine eleştirinin sertliği hemen her zaman samimi bir kaygının ifadesi, kulübe bağlılığın işareti olarak algılanıyor. Eleştiriler kulübün yöneticileri dahil kimse tarafından yadırganmadığı gibi, genel hissiyatı temsil edebileceği düşüncesi ile ciddiye alınmak zorunda kalınıyor. Güçlü duygular taraftarlığın göstergesi, hatta taraftarlığın vazgeçilmez kanıtı olarak görülüyor.
***
Söz konusu algının anlaşılır bir nedeni var: Taraftarın esas ve bazen tek derdi takımının başarılı olması. Bütün o sertliğin, eleştirel yaklaşımın arkasında reddedilmesi mümkün olmayan bir samimi sahiplenme yatıyor. Dahası taraftarların diğer takımları böylesine eleştirmeleri hiç görülmemiş bir şey. Çünkü doğal olarak kendi takımlarına bakarken kullandıkları standartlar, diğer takımları değerlendirirken kullandıklarından daha yüksek. Esas kendi takımlarını eleştiriyorlar, çünkü başkasının değil, onun başarılı olmasını istiyorlar.
Gerçek sahiplenme böyle bir şey… Herkesin önünde kendi takımını, bir yerde doğrudan ‘kendini’ eleştiriyorsun. Takım ve kulüp doğruyu yapsın, beğeni ve saygı kazansın, başarılı olsun istiyorsun. Mesele her müsabakayı kazanmak değil. Bunun gerçekçi bir beklenti olmadığı zaten açık. Yüksek performans gösterebilmek, ‘bu işi’ iyi yapıyor olmak, klas atlamak daha büyük bir ödül.
Buna karşılık siyasi parti taraftarlığı farklı… ‘Normalde’, yani demokrasilerde siyasi partiler takım tutar gibi tutulmaz. Siyasi parti destekçiliği spor taraftarlığı gibi ölüme kadar devam eden bir ‘çocukluk aşkı’ olamaz. Ediyorsa o siyaset anlayışı ve kültüründe bir sakatlık var demektir. ‘Normalde’ siyasi partilere karşı çok daha gevşek, rahat ve duygulardan arınmış olarak bakabilmemiz beklenir. Sonuçta farklı gelecek modelleri, hedefleri ve tasavvurları olan ve bir maneviyatı temsil etmeyen siyasi aktörlerden birini seçmeye çalışıyoruz. Hangisi o an işimize geliyorsa…
***
Ne var ki ülkemizde cemaatler birer spor camiası, partiler birer spor kulübü… Çünkü halen bir program, bakış, ideolojiden ziyade bir kimliği temsil ediyorlar ve o kimliğe bağlılık da taraftarlığı anlamlı kılıyor. Bu siyasi kültürün zaafını gösteriyor ama belki aynı zamanda bir avantaj!
Spor taraftarlarından biraz feyiz alarak eleştirel olmayı, partileri başarılı kılmaya çalışmayı becerebiliriz. Sahiplenmenin sert eleştiriyi ima edebileceğini, samimiyetin gördüğünü söylemeyi, yönetimi uyarmayı gerektirdiğini idrak edebiliriz. Bunun taraftarı olduğumuz siyasi hareketi daha az değil, aksine daha çok ‘sevmek’ olduğunu, başarının koşulunun burada yattığını anlayabiliriz… Şuculuğun buculuğun aslında taraftarlık değil, holiganlık olduğunu ve partiye sadece zarar verdiğini
görebiliriz…
Not: Kaçak inşaat yapmak ve mühür sökmekten ötürü hapiste ve cezası da on yıldan fazla olan Sevan Nişanyan’ın 25 Ekim’de mahkemesi var. Ülkede aynı suçtan ötürü hapse atılan başka kimse bulunmuyor…
Sizce normal mi?