Karar yazarı Etyen Mahçupyan, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak " Gülen örgütlenmesi bu ülkede en uzun vadeli, planlı ve rasyonel düşünen, kendi amacına yönelik olarak en ‘bilinçli’ adımları atmış organizasyondu. Devlet bile böyle bir bütünlüğe ve iç tutarlılığa sahip değildi" dedi. "Son yılların gerginliği araçsallaştıran ortamı siyasi partilerin birbirleri nezdinde partner olma şansını epeyce azalttı. Yine de demokrasi açığımızın en kolay telafi edilebilecek kısmı budur" diyen Mahçupyan "Aksi halde olacak olan az çok belli. Devletin kurumları daha da hastalıklı hale gelecek, kuralları yozlaşacak, insanları fırsatçı ve korumacı bir yaklaşıma savrulacak, yönetim ilkeleri anlamını yitirecek, iç yapılanmada daha da cemaatçiliğe kayılacak ve bir fetret zihniyetine teslim olunacak" ifadesini kullandı. Mahçupyan "Bir elli yıl sonra yine aynı şeyler yaşanacak ve tarih de sizi pek onur duyulmayacak bir biçimde diğerlerinin arasında saymakla yetinecek" diye yazdı.
Etyen Mahçupyan'ın "Gülencilerin tasfiyesi nasıl yapılmalı" başlığıyla yayımlanan (14 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Şu gerçeği işin başında itiraf etmemiz lazım: Gülen örgütlenmesi bu ülkede en uzun vadeli, planlı ve rasyonel düşünen, kendi amacına yönelik olarak en ‘bilinçli’ adımları atmış organizasyondu. Devlet bile böyle bir bütünlüğe ve iç tutarlılığa sahip değildi. Buna maneviyat zeminini ve onun eklediği motivasyonu koyduğunuzda belki de bu örgüt Türkiye’nin başarıya kilitlenmiş tek yapılanmasıydı. Kötü niyetli olması ve sonuçta işi cinayete kadar vardıran bir gözü dönmüşlükle davranması diğer gerçeği bize unutturmasın…
Çünkü buradan kendimiz için bir ders çıkarmamız mümkün. Devletin ne denli laçka halde olduğunu, devletle siyaset arasındaki kopukluğun ne kadar tehlikeli olabileceğini, siyasi partilerin bencilliğe endekslenmiş siyaset anlayışlarının sonuçta devleti zayıflattığını, toplumun devlete uzaklığının vatandaş sorumluluğunu ortadan kaldırdığını bir kez daha görmüş olduk.
***
Şimdi bir rehabilitasyon ve restorasyona ihtiyaç var. Bunu da hiçbir parti tek başına yapamaz. İktidar süreci yönetme, muhalefet ise uyarıcı destek verme sorumluluğuna sahip. Yapılacak iş bir tasfiyedir… Gülencilerin kamusal alanda etkinliği olan bütün kurumsal yapılardan ‘temizlenmesi’ gerekiyor. Üstelik bu tasfiye hem çok geniş bir zeminde, hem de hızlı yapılmak zorunda.
Ne var ki bu noktada büyük bir açmazla karşı karşıyayız. Bu türden tasfiye süreçlerinde ayağınızı bir nirengi noktasına sağlam basmalı, atılan adımların meşruiyetini kendi dışınızdaki bir merci tarafından da onaylatmalısınız. Aksi halde iktidar olarak bu siyasi yükün altında kalmaktan kurtulamazsınız. Nitekim yaşanan birçok örnek geniş ve hızlı tasfiye sürecinde kontrolün kolayca elden kaçtığını, sürecin suistimale açık olduğunu, hatta amacın ters yönünde uygulamalara kapılıp gidilebilindiğini ortaya koyuyor.
***
Bunun engellenmesi için üç dayanak olabilirdi ama maalesef hiçbiri yeterince sağlam değil. Biri kurumların ilkesel kodlar ve işleyiş açısından güvenilir bir yapıda olmasıdır ama Türkiye’de zaten temel meselelerden biri kurumların çoktan çökmüş, yozlaşmış olması. İkincisi hukuk sisteminin prestijli, saygın ve güvenilir olmasıdır, ama bu ülkede öyle bir noktadan uzun zamandır çok uzaktayız. Üçüncüsü ise meşruiyetin doğrudan siyaset kurumundan türetilmesidir. Ancak son yılların gerginliği araçsallaştıran ortamı siyasi partilerin birbirleri nezdinde partner olma şansını epeyce azalttı. Yine de demokrasi açığımızın en kolay telafi edilebilecek kısmı budur, çünkü tehlike konusunda partilerin kanaatleri ortak ve sonuçta işbirliği bir istek ve irade meselesi.
Eklemek gerek ki, iktidarın aldığı toplumsal destek siyaset kurumunun verdiği meşruiyeti sağlayamaz. Çünkü toplumsal destekle ancak çoğunlukçu bir görünüm elde edersiniz ki bu da tasfiye sürecinin tümüyle üzerinize yıkılmasıyla, tüm yanlışların size yazılmasıyla sonuçlanır. AK Parti’nin bu badireden ayakta çıkması ve kendi kurumsal yapısını geleceği yönetebilecek kıvama getirebilmesi, bir an önce siyaset kurumunu bir bütün olarak devreye sokmasına bağlı.
***
Aksi halde olacak olan az çok belli… Devletin kurumları daha da hastalıklı hale gelecek, kuralları yozlaşacak, insanları fırsatçı ve korumacı bir yaklaşıma savrulacak, yönetim ilkeleri anlamını yitirecek, iç yapılanmada daha da cemaatçiliğe kayılacak ve bir fetret zihniyetine teslim olunacak.
Gerçeği dış görünüşte ne denli parlatsanız, dış dünya karşısında ne kadar dik dursanız da, ‘sizin’ gerçeğiniz değişmeyecek… Bir elli yıl sonra yine aynı şeyler yaşanacak ve tarih de sizi pek onur duyulmayacak bir biçimde diğerlerinin arasında saymakla yetinecek…