Yalın Alpay
Resimde portre, bir insanın belli bir andaki fiziksel görünümünün, yüzün odağa alarak betimlendiği, biçimsel bir yeniden üretimdir. Fotoğrafın kimyasallar aracılığıyla kâğıda basılmasının keşfedilmesinden, yani on dokuzuncu yüzyıldan önce bir insanın görünüşünü kaydetmenin tek yoludur. Fakat o tarihlerde portre, yetenek gerektiren, emek yoğun ve pahalı bir ürün olduğundan çok az kişinin erişebildiği bir temsildir. Pahalı ve az bulunabilen bir temsil olan her şey gibi, portre de yalnızca kendisine işaret eden bir nesne olmamış, aksine oklarını kendi nesnesinin dışına çevirerek, basit bir kayıttan ibaret olmak yerine, toplumsal statünün temel göstergelerinden birisine dönüşmüştür. Yani bir kayıt görevi görmekle birlikte, aslen kişisel iktidar üretme ödevini üstlenmiştir.
Kişisel iktidar kazandırma özelliğinin, kayıttan daha önemli bulunması sayesinde portre, kişilerin sahip oldukları fiziksel yüz özelliklerinin temsil edilmesinden çok o kişiye ruhani erdemler ve fiziksel yücelikler, güzellikler atfetme zanaatına dönüşür. Kişinin özelliklerinden resme aktarılan bir yolu terk edip, ideal özellikleri, portresi çizilen kişiye aktarma yoluna dümen kırar. Böylece portre sanatında yeni bir deyim de ortaya çıkar: "portrenin, portresi yapılan kişiye kendisinden daha çok benzemesi". Kendi portresini yaptırmak isteyen kişinin, kendisini olduğu haliyle değil, olmak istediği haliyle temsil ettirmesi sonucu, portre sanatı her bir figürün kusurlarının en geriye alınmış, erdemlerinin, yüceliklerinin ve güzelliklerinin en uca götürülmüş versiyonlarını üretir olur.
Bu yüzden kralların, papaların, kraliçelerin kamusal alana çıktıklarında halktan kişilerin onlara bakmaları pek çok yerde yasaklanmıştır. Zira fotoğrafın ve videonun olmadığı bir dönemde, iktidar sahibi kişilerin gündelik halk tarafından tek görülebileceği yer onların kendileri için yaptırdıkları ve kamusal alanlara astıkları portreleriydi. Bu aşırı idealize edilmiş portreler ile kendi gerçek görünüşleri arasındaki devasa farkları saklamak ve insanlar üzerindeki iktidarlarını sağlamlaştırmak adına, insanların gözünde ve belleklerinde en kudretli halleriyle yer almak istedikleri için kendi edit edilmemiş görüntülerini halktan gizlemek istiyorlardı.
Portreler, fotoğraf ortaya çıkana değin ressamın değil, ressama sipariş veren müşterinin kontrolündeydi. Bu yüzden portrede sanattan çok zanaat baskındı. Zira belli bir amaç için –müşterinin toplum karşısında kişisel iktidarını ve etki alanını arttırmak– üretiliyorlardı ve yalnızca bu amacı sağladıklarında başarılı addediliyorlardı. Sanatın sekülerleşmesi ve tabana yayılmasıyla birlikte, hamiler için değil, piyasa için, müşteri siparişi için değil, kendi sanatsal eğilimleri için portre üretilmesine başlanınca bu portre resimleri hızla sanatsallaşmaya başladılar. Artık bir iktidar üretmek amacından çok, sanatın estetik değerlerine tabi oluyorlardı. Müşteri odaklı yaklaşım, yerini sanatçı odaklı yaklaşıma terk ediyordu.
Sanatçı odaklı yaklaşımda, artık portresi yapılacak modelin ya da düşsel kişinin fiziksel özelliklerini vermek kadar –belki de ondan çok– o kişinin ruhsal, duygusal, zihinsel özelliklerinin yansıtılması öne geçmiş gibidir. Yüce ve güzel olanın idealize edilmiş portreleri, şimdi de idealden çok uzaklara düşmüş kişilerin iç çatışmalarını, yenilgilerini, güçsüzlüklerini, sefaletlerini öne çıkarmaktadır. Munch'ün Çığlık serisindeki, Picasso'nun Mavi ve Pembe Dönemlerindeki yoksulların ve sirk çalışanlarının, Egon Schiele'nin deliliğin kıyısındaki kaygıdan paramparça ruhların –ki genellikle otoportrelerdi– portreleri makbul olan(lar)ın değil, arzulanmayanların iç dünyalarını betimliyorlardı.
M. K. Perker'in çoğunlukla yaşamlarını yitirmiş kişilerin portrelerinden oluşan Yüz Yüze serisinde, doğal olarak hiçbir portre bir müşterinin siparişi değildir. Burada müşterilerine iktidar inşa etmenin peşine düşmüş bir profesyonel çizer değil, estetik değerlerin ardına takılmış, yeni sanatsal diller arayan bir sanatçı görürüz. Perker Yüz Yüze'de öznel bir seçki yapmış ve portre modellerini muhtemelen kendisini bir şekilde etkilemiş kamusal figürler arasından seçmiş. Fakat Türkiye'nin önde gelen yerel kamusal figürleriyle çeşitli küresel kamusal figürlerden oluşan bu kişiler, tek bir kişinin öznel dünyasını yansıtmaktan çok, genel kabul gören isimler oldukları için, Yüz Yüze, doğrudan kolektif belleğimize bası yapıyor. Burada izleyiciler olarak ne bir iktidar, ne bir statü alımlamasındayız, kendi özel belleğimizin, kolektif bellekle kavuştuğu özel kişilerin; özel yaşamlarının, özel tarihleriyle ve kamusal edimleriyle bir aradayız. Tanıdık yüzlerin, pek tanıdık pozlarının Perker yorumlarıyla karşı karşıyayız. Yüz Yüze, kamusal tanınırlığı ve ağırlığı olan kült kişilerin, kült fotoğraflarını resim sanatına tercüme eden bir seri.
Natüralist resim, tuval üzerinde boyayla oluşturduğumuz düzenlemeler yoluyla, bildik dünyayı tanımamızı sağlar. Perker ise Yüz Yüze'de, dünyanın retinamıza düşerek bize gösterdiği bildiğimiz dünya yerine, o dünyanın fotoğraflanarak, dünyanın kendisi değil de temsili olarak bir miktar değiştirildiği ve sabitlendiği yeni bir türevi, yani fotoğrafın kendisini yeniden üretir. Ve bu yeniden üretimde seçtiği fotoğrafların tümü, fotoğraf sahiplerinin neredeyse en ünlü fotoğrafları olduğundan, tüm suretler bize en tanıdık oldukları halleriyle görünürler. Fakat bu gördüklerimiz, o kişilerin kendilerinden çok, kamusal alana çıkmaktan en çok keyif aldıkları görselleri yani kamusal alanda en tercih ettikleri personalarının görüntüleridir. Belli bir kadrajla çerçevelenmiş, öznelerini gündelik halleriyle değil, bakımlı versiyonlarıyla ve olabilecek en iyi pozlarıyla kaydetmiş bu fotoğraflar artık o suretlerin temsillerinden ibaret olmayı aşmışlar ve kolektif belleğin belli bir dönemle eşlediği kült göstergeleri haline gelmişlerdir. Bu kült göstergeler izleyiciye, işaret ettikleri kişinin kendisi kadar, o göstergenin popülerleştiği dönemdeki ortamı, o ortamın yaşattıklarını, kamusal ortak belleği, resme bakan kişinin kendi kişisel belleği ve kendi kişisel geçmişiyle çaprazlanan sayısız kesişimin duygusu olarak etkir.
Perker'de portreleri çizilen modeller ne fotoğraf öncesi dönemdekiler gibi ne idealize edilmişler, ne de fotoğraf sonrası dönemdekiler gibi iç dünyalarının karanlıklarının peşine düşmüşler. Perker, toplumsal belleklerde iz bırakmış, zihinleri, duyguları, akışları değiştirmiş çeşitli tarihsel kişilerden oluşan bir seçkiyle, kamusal ve özel yaşamlarımıza olumlu şekillerde dokunmuş sevecen hislerin, arzulanan nostaljinin, mutluluk veren suç ortaklıklarının esinlediği iyimserlik duygusunu üretiyor. Yüz Yüze, Perker'in seçtiği fakat tüm kamuya olumlu anılar armağan etmiş kamusal figürlerin oluşturduğu bir mutlu geçmiş antolojisi.
Serinin ve serginin adı olan Yüz Yüze, bana göre ironik bir çağrı görevindedir. Çünkü portre sanatının ne fotoğraf öncesindeki, ne de fotoğraf sonrasındaki ana akım ödevlerine uymaz. Ne portresini ürettiği kişilere fazladan bir iktidar devşirmekte, ne de onların iç dünyalarını afişe etmeye çalışmaktadır. Bu iki ana akım ödevin de dışına çıkarak, kamusal ve özel belleklerde imtiyazlı yerler edinmiş kült kişilerin kült fotoğraflarında verdikleri pozları yani gündelik yaşamlarındaki değil, personalarını öne çıkardıkları hallerini siyah beyaz akrilik çizimler olarak yeniden üretir. Yani modellerin yüzlerinden çok maskelerini görürüz.
Belli tarihsel dönemleri anımsatan simgesel figürlerden oluşan Yüz Yüze seçkisi, gücünü yalnızca modellerin kendilerinden ve kişiliklerinden değil, aynı zamanda portre modellerinin anımsattıkları, anıştırdıkları sosyolojiden alır. Portreleri yapılmak için seçilmiş kişiler, toplumsal ilişki ağlarının sinir uçlarına dokunan kişilerdir. Münir Özkul ve Hababam Sınıfı pek çok izleyicinin lise yıllarına, Küçük Prens'in yazarı Antoine de Saint-Exupéry aynı kitlenin çocukluk yıllarına, Yaşar Kemal yetişkinlik dönemine, Oğuz Atay yalnızlıklara, toplumla ters düşülen dönemlere, Chuck Palahniuk yeraltı hislerine, Cüneyt Arkın haksızlıklarla mücadelelere, Halide Edip Türkiye'nin kuruluşuna, kuruluştaki ideolojik fikir ayrılıklarına, Sadri Alışık nostaljiye yapıcı göndermeler sağlar. Bu yüzden, Yüz Yüze'nin portreleri, psikolojik bir kazıdan çok, sosyolojik bir anımsayışa yakındır. Fakat bu sosyolojik anımsayış, sergi için seçilen modellerin toplumu genel olarak etkilemeleri kadar, bireylere de tek tek derinden etkimiş olmalarından ötürü dolaylı bir psikolojik etki de yaratır ve bu güçlü bir etkidir.
Resimlerinde her zaman çizgiyi ön planda tutan Perker, dünyayı konturlar aracılığıyla görür ve kişilerini, mimari yapılarını, doğayı birbirlerinden konturlarla net bir şekilde ayırır. Varlıklar bu belirgin konturlarla, çevreleriyle kendileri arasına sınır çekerler. Eşyalar, insanlar birbirlerinin içine geçmezler, birer kendinde varlık olarak dünyaya katılırlar. Bu seçim bana özcü yaklaşımı anımsatıyor; sonuçta, dünyadan mutlak bir şekilde ayrı tutulabilen bir varlık, dünya ile arasına ontolojik bir farklılık koymuş olmalı. Ve bu ontolojik farklılığın tutarlı olabilmesi için de, yani bir varlığın, bir başka varlıkla net bir şekilde ayrılabilmesinin sürekliliğinin sağlanabilmesi için de, onun, onu kendisi kılan bir özgün öz'e gereksinim duymalı. Bu yüzden Perker'in portreleri birer öze sahiptirler. Bu durum, onların çoklu yorumlara açılmalarına set çeker. Perker, tıpkı resimlerinde çizdiği konturlarla varlıklar arasına set çektiği gibi, portrelerini de kamusal bir özle sarmalayarak, onların izleyiciler tarafından farklı şekillerde yorumlanmalarına da ret verir. Cüneyt Arkın, Cüneyt Arkın öz'ündedir; bir genç delikanlı olarak alımlanmaz. Halide Edip, Halide Edip öz'ündedir; iç dünyasına yuvarlanmış umutsuz bir genç kadın olarak yorumlanmaz. Chuck Palahniuk, Chuck Palahniuk öz'ündedir; bir süper kahraman olarak yorumlanmaya açıklığını sürdürmez.
Perker'in Yüz Yüze serisinde ışık, büyük oranda doğrudan modellerin yüzüne vurmaktadır. Yüzü karanlıkta kalmış Oğuz Atay gibi örnekler azınlıktır. Aydınlanmış bu yüzler, saklayacak bir şeyleri olmayan, iç dünyalarında çelişkiler, tedirginlikler, tekinsizlikler yaşamayan ruhları anıştırırlar. Işığın bir etkisi olarak yüzlerin genelinde boşluklar egemen olmuş taramalar bu boşlukları çevrelemişlerdir.
Resimlerine rengin dahil olmadığı Yüz Yüze sergisi, siyah beyaz tercihiyle, yapıtların nostaljik duruşlarını güçlendirir.
Kompozisyonların, Perker'in kendi üretiminden çok, model aldığı fotoğraflardan elde ettiği düzenlemeleri yeniden-üretmesinden doğduğu bu resimlerde geçmişe duyulan saygı öne çıkar. Kompozisyonların baştan kurulması, serinin ana fikrine ters düşeceğinden, düzenlemeler kült fotoğrafların orijinallerindeki halleri korunarak gerçekleştirilmiştir.
Yüz Yüze, kamusal ve bireysel olarak bize çok tanıdık kurucu figürlerin, herkes tarafından çok bilinen fotoğraflarıyla ürettikleri kült personalarının, bir seçki çerçevesinde belli bir çizim tekniği dolayımında bir ser(g)i olarak üretildikleri, doğrudan sosyolojik, dolaylı psikolojik fakat her halükarda derinden etki bırakan bir portreler antolojisi. Ve M. K. Perker de bu antolojinin hem küratörü hem de sanatçısı.
* M. Kutlukhan Perker'in "Yüz Yüze / Face to Face" başlıklı sergisi, Beyoğlu Sıraselviler Caddesi No: 85/A adresindeki Co-Pilot Galeri'de 14 Eylül-4 Kasım arasında açık olacak.
Yalın Alpay kimdir? Yalın Alpay İstanbul'da 1980 yılında doğdu. Okumayı ve yazmayı 2,5 yaşında öğrendi. İlkokula birinci ve ikinci sınıfı atlayarak üçüncü sınıftan başladı. Lisansını İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden alan Yalın Alpay, yüksek lisansını Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümünde tamamladı. Doktora çalışmasına İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Biliminde devam etti. Varlık, Virgül, Radikal Kitap, Istanbul Art News, Rh Sanat, Ot dergilerinde yazdı. Tarih, siyaset, sanat ve ekonomi konularında çeşitli akademik dergilerde ve kitaplarda pek çok makale yayımladı. Türkiye Ekonomi Tarihi; Türkiye’nin Zenginleşme Projesi: Afrika; Genç Mustafa (daha sonraki baskılarda Genç Mustafa Kemal); Her Şey Ekonomi Değil; Paylaşmasak Olmazdı; Moualla’nın Sanatı; Olaylarla Türkiye Ekonomisi; Yalanın Siyaseti, Devrim Erbil’de Öz’ün Ritmi ve Yapı(t)söküm isimlerini taşıyan, on kitabı yayımlandı. Kitapların dördünü Prof. Dr. Emre Alkin’le birlikte kaleme aldı. 2011 yılında Genç Mustafa adlı çizgi romanıyla, Çizgi Roman Derneği ile Çizgi Roman Okurları Platformu’nun Çizgi Roman Ödüllerinde, “En İyi Türk Yazar”, 2017 yılında Platin Dergisi’nin düzenlediği İş Kitapları Ödüllerinde, Olaylarla Türkiye Ekonomisi adlı kitabıyla (Prof. Dr. Emre Alkin’le birlikte), “Yılın En İyi İş Kitabı”, yine 2017 yılında Yalanın Siyaseti kitabıyla, “Necip Hablemitoğlu Toplumsal Duyarlılık” ödüllerini aldı. Çeşitli TV ve Youtube kanallarında programlar yapıyor. |