T24 - İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi ve köşe yazarı Nuray Mert, "Kürt sorunu artık uluslararası bir mesele haline gelecek" dedi.
Akşam gazetesi yazarı Gülay Altan'ın "Kürt sorunu artık uluslararası bir mesele haline gelecek" başlığıyla yayımlanan (18 Temmuz 2010) yazısı şöyle:
İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi ve köşe yazarı Nuray Mert'le son dönemde artan terör olaylarına paralel Kürt meselesini, açılımı ve Anayasa değişikliğini konuştuk. Dikkat çekici üslubuyla, siyasi gelişmelere ilişkin isabetli tahmin ve uyarılarıyla tanınan Mert'in Kürt meselesi bu gidişle uluslararası arenaya taşınır uyarısı yaptığı söyleşimizde, ilk kez hakkındaki kişisel sorulara da yanıt verdi. İşte Mert'in ağzından, Radikal'deki yazılarının bitme nedeninden ekrandaki sinirli görüntüsüne içten bir söyleşi...
- Terörle mücadeleyle başlayalım; Başbakan'ın, muhalefet liderleriyle görüşmesinin bu kadar gürültü koparması normal mi sizce?
Siyasi ortam çok gergin olduğu ve hiç görüşülmemesi çok rahatsızlık uyandırdığı için dikkat çekti ama bu görüşmelerin bu kadar abartılması Türkiye'nin meselelerini kavrayamadığımızın göstergesi.
- Artan terör olayları ve şehit haberleriyle paralel olarak Kürt meselesinin gündeme getirilmesi ve tartışılması sizce sürece zarar verir mi?
Öncelikle, bir süreç görmüyorum! Kürt açılımına başından da kuşkuyla yaklaşmıştım. Açılımın ufku olmadığını en başında söylediğim için çok da tepki aldım. Oysaki dikkat çektiğim şuydu: Açılımın mahiyeti hakkında bir fikrimiz yok. Öncelikle kamuoyu olarak bunu bilmek zorundayız. 'Kervan yolda düzülür' mantığıyla başlatılan bir süreç gibi gelmişti ve aradan geçen sürede bunun böyle olduğu doğrulandı. Siyasal partilerin de bu konuda çok geniş ufuklu, incelikli bir süreci başlatacak birikimleri ve vizyonları olmadığı intibasını edindim, o yüzden de bu açılımın başarısız olacağını düşünüyordum.
- Sadece iktidarı değil, tüm siyasi partilerin vizyonlarını sorguluyorsunuz...
Muhalefet, 70'lerden kalan ve bugünün meselelerini çözemeyecek bir noktada. Buna mukabil, büyük bir hamle yapmış olan ve açılımı başlatmış olan iktidarda da 'açılım' lafının ötesinde büyük bir zihniyet değişimi ya da hazırlığı gözlemleyemedik. Böyle bir sürecin başladığına ve durduk yerde fayda veremeyeceğini düşünüyordum.
Terör, 'açılım' bu kadar kolay zannedildiği için arttı
- Neden?
Kürtler adına siyaset yapanlar, kolektif haklar konusunu gündeme getirmemizi ve çok ciddi Anayasa değişikliklerini gerektirecek birtakım taleplerde bulunuyor. Bu yönde bir çözüm olmadığı sürece bu kesim ikna ve tatmin olmayacak. Zaten, çok kısa bir süre sonra demokratik özerklik lafları telaffuz edilmeye başlandı. Asıl önemlisi bugünkü şiddet ortamına geri dönülmesinin en önemli nedenlerinden biri, bu işin böyle hızlıca çözüleceğinin zannedilmesi, bir hazırlığın yapılmaması ve hafife alınıp sürece yayılmaması. Halbuki iktidar 8 yıldır iş başında, bu hazırlıkları yapacak vakitleri vardı.
- Konjonktür açılım için müsait deniliyor, ne dersiniz?
Evet, ABD Irak'tan çekiliyor yani dış konjonktür müsait olabilir; ancak iç hazırlığınız olmazsa bu bir şey demek değildir. İçeride bunun siyasetini yapanların talepleri, vizyonları var, bunun yanı sıra asıl zor olan silahlı siyasal mücadelenin silahsızlandırılması. Bu açıdan da çok incelikli bir politika yürütülmeliydi. Bu bazılarının iddia ettiği gibi ortalara salınıp cesaretle yapılacak bir şey değildir.
- Silahsızlandırma meselesi çok çetrefilli, terör örgütüyle görüşülebilir diyen de var, aksini söyleyen de; siz ne diyorsunuz?
Bunun alt yapısı hazırlanabilirse silahlı bir örgütle bağlantı kurulup doğrudan ve hukuki çerçeve içinde olmasa bile, dolaylı olarak müzakere edilebilir. Demokratik siyasetin içinde silah varsa, zaten istisnai bir durumdur ve bu, tabii ki rutinin dışına çıkılarak halledilecektir. Bunu başlatmadan önce ufkuna vakıf olup bir plan ve proje dahilinde nihayetlendirmeniz lazım. Bu olmazsa, işte bugün başımıza gelen olur. Ümit verilir, bir süreç başlamış gibi davranılır, ondan sonra birden bire kesilirse silahlı örgüt de böyle karşılık verir!
- Gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kötümserim ama inşallah bu şekilde sonuçlanmaz. Doğrusu bu süreçlerin iyi bir yere gittiğini düşünmüyorum.
- Mesele artık kimlik siyaset olarak mı algılanmalı?
Evet, ben de kimlik siyasetinden hazzeden biri değilim. Ancak madem ki bir siyasal söylem kimlik ağırlıklı bir hale gelmiştir bunu istediğiniz kadar hazzetmeyin. O hale gelmişse, o şekilde görmek zorunda ve oradan çözmek zorundasınız.
- BDP, sorunun çözümünde kendini kilit olarak konumlandırıyor, ne dersiniz?
O kadar da kilit değil aslında. BDP'nin pozitif rol oynamasında ısrar etmeliyiz ama bu meselenin çözümünü onlara yüklemek hem haksızlık olur hem de gerçekçi değil. BDP bu hareketin silahsızlandırılmasında ancak küçük bir rol oynayabilir. İktidar yapması gerekenleri yapmamış, çok dağınık ve yetersiz bir sürecin iflas ettiği noktada BDP'ye 'Biz yapamadık sen yap' demek gerçekçi bir yaklaşım değil.
- Nereye gidiyoruz peki?
Kötümser bir tahminim var; ben bu meselenin uluslararası olacağını düşünüyor ve bundan kaygı duyuyorum.
- Aracı ülkeler, BM, AİHM, NATO... Hangisi?
Müneccim değilim ama kangren olmuş iç sorunlar ister istemez bir süre sonra uluslararasılaşır. Aracı kurumlar, aracı müesseseler, aracı ülkeler devreye girer ve Kürt meselesinin gidişi şu an böyle bir gidiş; bu da beni kaygılandırıyor.
- Demokratik özerklik talebi dillendirilmeye başlandı...
Bunu da konuşmaya başlamamız lazım. Demokratik özerklik; Türkiye'nin bütününde toplumsal barış sağlayacaksa, bir anlam ifade eder. Yoksa bir tarafın taleplerini uzlaşma sağlanmadan karşılayamazsınız. Hiç tartışmadan, birden bire bir demokratik özerklik! Kamuoyuna nasıl izah edeceksiniz?
- Ne istiyorsunuz sorusu yıllardır sorulurdu; ayrılık değil, bölünme değil...
Kürt politikalarında samimiyetsizlik çok ciddi bir problem; bunun da muhtelif nedenleri var. Bunlardan biri ifade özgürlüğünün kısıtlanması meselesi... Bu hareket 70'lerde solda ve bağımsızlıkçı bir hareket olarak başladı. Söylemediler, şimdi birden bire çıkardılar deniyor ama ancak söylenebilir hale geldi. Demokratikleşme sürecimiz bunu karşılayacak hızda olmadığı için konuşulup tartışılmadı. Sonuçta; evet, aslında bildiğimiz bir şey yeni telaffuz ediliyor.
- Konuşulabilir oldu ama Ertuğrul Özkök'ün 'ayrılmayı konuşalım' yazısı müthiş bir fırtına kopardı, o kadar da kolay olmuyor galiba...
Ertuğrul Bey'in söylediği bir 'beyaz Türk' yorumu gibi algılandı. Bir sene önce yani 'açılım'ın başında 'Bölünmeyi konuşmak' diye bir yazı da ben yazmıştım. Bunu hangi çerçevede söylediğiniz önemli. Benim amacım, bölünme alternatifini dahi konuşursak, aslında bunun Türkiye'de yaşayan herkes için ne kadar zor, ne kadar maliyetli olduğunu daha iyi anlayacağız. Dolayısıyla hiç olmazsa konuşulmamış bir şey olarak kalmaz. Bu noktadan bakılırsa konuşulması gerek; ama keselim, ikiye bölelim ve Kürtlere bir şantaj gibi 'madem istemiyorsunuz buyurun verelim size birkaç vilayet gidin' demek siyaseten karşılanabilir bir öneri değildir. Ucu açık bir konuşma sürecine ihtiyacımız var. Büyük bir toplumsal husumet ortamı oluşursa bu çok maliyetli olur. Hindistan-Pakistan bölünmesi 1 milyona yakın insanın canına mal oldu. Asla benzetmek istemem ama bu tür yaşanmış örneklerden de yola çıkmak lazım.
Bu ülkede yaşayan herkesin kafası çok karışık
- BDP Milletvekili Hasip Kaplan, bu tartışmalar üzerine, eşinin memleketine atıf yaparak 'Çocuklarımdan birini Şırnak'ta birini Kırklareli'nde mi bırakayım' dedi. Ama aynı günlerde yine BDP, Meclis'e etnik nüfus sayımı yapılsın yasa tasarısı sundu.
Bu ülkede yaşayan herkesin kafası çok karışık... O yüzden, tartışılacak her önerinin maliyetini düşünmeliyiz diyorum. Bu süreçte beni en fazla rahatsız eden şeylerden biri, Kürtlerin kimlik tariflerini yaparken Türkleri fazlasıyla homojenleştirmeleri. Kürtler daha homojen bir topluluk olabilir ama Türkler o kadar homojen değil. O yüzden, anayasal vatandaşlık çerçevesi Türk sayılanlar için daha nefes alınabilecek ve daha gönül rahatlığıyla sahiplenebilecek bir çerçevedir. Kürtler bir kimlik söylemine gönül vermiş olabilir, ancak ülkeyi Türkler ve Kürtler diye ikinci kez homojenleştirmemek gerekir.
Türkiye giderek yönetilemez bir yöne gidiyor
- Anayasa'nın bazı maddeleri değişecek, referandum sürecine girdik. Sizce söz konusu Anayasa değişikliği paketi Türkiye'yi daha demokratik yapacak mı?
Hayır, buna inanmıyorum. 'Siz yargıyı yeniden kurgulamak istiyorsunuz. O amacınıza hizmet edecek maddeleri şekere batırmak için öbür maddeleri de pakete eklediniz' eleştirileri haklı çıktı. Bir grup imzacı olarak ayrı görüşülmesini talep ettik. Hiçbir şey olmadı. Cumhurbaşkanı dün çıkmış, 'Top yekun bir sivil anayasa yapılsa daha iyi olurdu' diyor. Bu açıklamayı çok samimiyetsiz gördüm.
- Anayasa Mahkemesinin kısmen iptal ettiği maddeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yargı üzerinde yürütme ağırlığı yaratacak maddeler bunlar. Geçtiğimiz aylarda 'ülkede sivil otoriteye gitme kaygısı taşıyorum' diye röportaj verdim. Ortalık birbirine girdi. Bunu laf olsun diye söylemedim.
- Kaygılarınız devam ediyor mu?
O günden bugüne bir şey değişmedi, Anayasa paketi bu kaygılarımı daha da artırdı. 12 Eylül'ün yargılanması deniyor ama tam tersi, yeni değişikliklerin ruhu 12 Eylül ruhunu devam ettiriyor. Anayasa Mahkemesi de meselenin özündeki kaygı duyduğumuz şeylerin hiç birini değiştirmedi. Bu paket, bu şekilde geçer, iktidar bu kafayla devam ederse ülke ve dolayısıyla iktidar çok zora girer. Hırçınlaşmanın bir anlamı yok. Eninde sonunda evet oyu çıkarırsınız ama bu bir çözüm olmaz. Türkiye'nin geldiği noktada, bu referandumda evet oyu çıkması iktidarın da işine yaramayacaktır. Çünkü Türkiye giderek yönetilemez bir yere gidiyor.
24 saat siyaset düşünüyorum
- Siz birkaç yıl önce iktidar yandaşı olmakla sonra da Ergenekonculukla yaftalandınız...
28 Şubat döneminde de laik kesim tarafından İslamcı diye, başörtücü diye yaftalanmışlığım vardır. Kendimi kurban olarak görmüyorum. Bu insanlar, kendi sığ bakışlarının kurbanı. Zaten benim kim olduğum bir tarafa, bu yakıştırmaları ciddiye alsak, bundan bir ruh hastası tablosu çıkar. Yani bir insan bir dönem İslamcı, sonra Ergenekoncu, sonra birden bire şucu, sonra birden bire bucu olamaz. Mantıklı değil. İnsanın asker güçlüyken askerci, İslamcılar güçlüyken İslamcı olması belki biraz anlaşılabilir ama asker güçlüyken İslamcı, asker güçsüzken askerci olması için gerçekten ruh halinin bozuk olması lazım. Ya bu ithamlarda bulunanlarda akıl, izan yok; ya da gerçekten de böyle bir ruh hastası tablosu var. Bunu da beni okuyanların, dinleyenlerin takdirine bırakıyorum.
- Artık Radikal'de yazmayacaksınız. Nedeni gazetenin Referans'la birleşip başına da Eyüp Can'ın gelmesi mi?
Beni köşe yazarı yapan, arkadaşım İsmet Berkan'dır. Bana köşe yazmayı ilk teklif ettiğinde nedense çok tereddüt geçirdim, o da çok ısrarcı oldu. Yazmaya başladığımın birinci ayında tereddütlerime pişman oldum ve son derece de memnun kaldım. Eyüp Can, çok eskiden tanıdığım arkadaşım, ayrılmamın onun şahsıyla ilgisi yok. Madem İsmet ayrıldı, ben de daha farklı plan yapabilirim diye düşündüm. Bir de yeni gazetenin nasıl olacağı hakkında fikrimiz yok. Kendimi o kadar da akıntıya bırakmak istemedim. İsmet gidince, yeni yönetimle sorun var gibi algılanmasın diye hızlıca karar verip, ayrıldım. 10 senedir tatil yapmamıştım. Kamuoyuna fikir beyan etmek büyük bir imkan, bu imkanı niye geri tepeyim diye çok acil durumlar dışında yazılarıma hiç ara vermemiştim. Bu vesileyle şimdi bir tatil yapmak istiyorum.
- Hürriyet'teki yazılarınız sürüyor. Ertuğrul Özkök'ün gitmesi ve Enis Berberoğlu'nun gelişiyle ortaya çıkan yapıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim gibi yazarlar, gazetenin iç işleyişiyle ilgilenmez. Okur gibi değerlendirirsem, hiç kuşku yok ki benim yazımın kendisini bulduğu yer Radikal gibi bir gazetedir. Yönetimde kim olursa olsun bu böyle ama o format devam etmiyor... Ertuğrul Bey ile Enis Bey arasında mutlaka farklılıklar var ama bu bizim gibi yazarların bileceği bir şey değil. Yine okur olarak değerlendirirsem bunu Ertuğrul Bey'in yüzüne de söyledim; sit-com gazeteciliği benim anlayışıma çok uygun değil. Galiba Enis'in yaklaşımına biraz daha uyuyor benim bakışım.
- Sit-com tarzı yazıları okumaz mısınız? Mesela, Ayşe Arman, Ahmet Hakan ya da Kanat Atkaya gibi isimleri...
Aslında tek tek değerlendirme yapmam ama kısaca söyleyeyim; Kanat'ı çok beğeniyorum, mizahi bir üslubu var. Ahmet'in bazı yazılarını severim, zekanın çok öne çıktığı yazıları vardır. Oraya gittim, buraya gittim yazılarını ben sevmem ama okuyucu çok seviyor belli ki. Ayşe Arman tarzını da beğenmem; bunu açıkça söylemem mahsur teşkil eder ama bana da söylense alınmam. Mahremiyetin bu kadar tüketim malzemesi haline getirilmesini yadırgıyorum. Bunu şahıstan bağımsız bir eleştiri olarak söylüyorum, yani sadece Ayşe Arman'dan ibaret değil, bir tarzın adı oldu.
- Televizyonda göründüğünüz kadar sinirli misiniz?
Sinirli değilim hey heyli bir üslubum var.
Ben siyaseti ciddiye alan birisiyim. 24 saat siyaset düşünüyorum, çocukluğumdan beri bu böyle. O manada duygularım ön plana çıkar, yanlış bulduğum şeye tepki veririm ama zannedildiği gibi öfke kontrolü olmayan biri değilim. Hey heyli bir üslubum var ama ona kavga dememek lazım. Benimki ateşli tartışmadır en fazla ve asla kontrolümü kaybetmem. İnşallah, Allah beni bu sözümden utandırmaz. Tartışırken son derece ince eleyip sık dokurum; söylemek istemediğim şeyi kimse bana söyletemez. Kızarsanız, hiç söylemek istemediğiniz bir şey ağzınızdan çıkar, çok zor duruma düşersiniz. O yüzden televizyon işi hele kavgacı bir insanın yapabileceği şey değildir. Gerçekten kavgacı bir insan olsam bunu yapamam. Söylemek istediğim şeyi, şiddetle vurgulayarak söylemekten çekinmem. Sizde benim sinirli olduğum etkisini yaratan şey budur. Yani, karşımdaki kırılmasın yapamam.
- Hakkında yazılanlar biraz abartılıyor öyleyse...
Kavgacı, çıldırdı, bayıldı falan yazıyorlar; televizyonda çıldıran bir insanın reality şovlar dışında bir şansı olmaz. Bu arkadaşların bunu bilmesi gerekir. Yani tabii bazı insanlar size laf yetiştiremeyince, bu tür yöntemlere başvurur, ciddiye almam.
- Üç ayrı Nuray Mert görüyorum, televizyondaki elektrikli tartışmacı, yazılarında didaktik ve okulda öğrencileriyle ilgilenen müşfik bir eğitimci. Hangisisiniz?
Kendiyle barışık bir insanım. Siyasetle ilgili bir konu olduğunda ciddiye alırım, çünkü o çok ciddi bir konudur. İnsanların kaderiyle ilgilidir. Bazı insanlarsa kendilerini çok ciddiye alıp konuştukları konuyu ciddiye almıyorlar. Televizyonda boy gösteriyorlar ama bunun bir karşılığı yok. Ben konuştuğum konuyu çok ciddiye alıyorum, o konuşulduğu sürece çok ters, ciddi, vurgulu, kendinden geçerek tartışıyorum ama onun dışında kendini o kadar ciddiye alan bir insan değilim. En çok bundan dolayı şükrederim. Bakın bu kadar dedikodulu, kavgalı bir alanda, üstelik bu kadar dikkat çeken bir insan olarak böyle bir meziyetiniz olmasa sinir hastası olursunuz.
- Yazılarınızda fazla polemikçi bir üslubunuz yok ama...
Hiç yapmam demiyorum, gerekiyorsa yapıyoruz. İnsanın enerjisinin de bir sınırı var; yapacak bir sürü işim var. O köşe yazısı, bu yazar ne demiş gibi şeyler benim enerjimi, zamanımı alır. Üstelik ben 50 yaşındayım, bunlardan özellikle de uzak kalırım. O kadar ciddiye alsam cildim kırışır (gülüyor).
- Hemen her kanalda görmeye alıştığımız belli yorumcular var, takip ediyor musunuz?
İzleyici olarak bundan çok mustaribim. Niye bir takım insanların, sürekli her konuda görüşlerini dinleyelim? Buna ben de dahilim. O yüzden, köşemi yazarken aklıma eseni yazmam. 'Madrid'de yürüyordum gözüme şu takıldı' ya da 'bana göre demokrasi' diye başlamamaya dikkat ederim. Ancak özellikle yazan, çizen insanlar kendini çok önemser. Bizler gibi çok çıkmış insanları, yeniden yeniden çıkarmak doğru değil.
- 24 saat siyaset düşünen, yazı yazan, hocalık yapan biri nasıl rahatlar, yani tatilde ne okur, ne yer ne içer, şöyle bir içeyim kafamı dağıtayım der mi?
Gece dışarı çıkmayı severim, haftada bir kere çıkarım. Ama açıkça söylemek gerekirse çok dinlenmeye, yayılmaya müsait bir bünyem yok. Zaten yayılıp dinlenirken huzur bulmam. Dışarı çıktığımızda da bazen şaka şenlik konuşulan ortamlar olur ama çoğunlukla yine siyaset konuşuruz. Bir şeyi çok kafaya taktıysanız, ondan uzaklaşmak dinlenmek değildir. O kadar çok yayın takip etmek zorunda kalıyoruz ki zevk için kitap okumayı özlüyorum. O rahat kitap dediğim de mesela Kral Hüseyin'in Biyografisi'dir. Edebiyat okusam da mesela şimdi Ortadoğu ile ilgilendiğim için genellikle Ortadoğulu yazarların kitaplarını okumaya çalışırım.