Yaşam

“KÜRESEL ŞİRKETLERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİNİZ”

Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, Ümit Otan'ın sorularını yanıtladı.

07 Ocak 2010 02:00
Ümit Otan/ T24

Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ile Aliağa Şube Başkanı olduğu dönemden, uzun yılların ötesinden, Petkim işçilerinin Türkiye gündemine oturan eylemlerinden buyana “tanışıklığımız” sürüyor.

Öztaşkın, sendikaların ancak küresel işbirliğiyle başarılı olabileceğini, bunun için de yeniden yapılanması gerektiğini savunuyor. Emeğin birleştirici gücünün demokratikleşmede ve Kürt sorununu çözmede çok önemli olduğunu belirten Öztaşkın, demokrasiyi kesintiye uğratacak darbe ve benzeri oluşumlara karşı net bir tutum izlenmesi gerektiğine dikkat çekiyor, “açılımın” da içinin doldurulmasını istiyor.

En önemli sorunumuz işsizlik, ama “toplumsal barış”tan başlayalım istersen…

“ Dediğin gibi, Türkiye’nin en önemli sorunu kuşkusuz işsizlik ve yoksulluk. Ama en önemli güncel sorun toplumsal barıştır. Toplumsal barışı tehdit eden en önemli gündem de Kürt sorununun bir türlü çözülememesidir. Şiddeti ve terörü beraberinde getiren  30 yılda 40 bin insanımızın ölümüne neden olan bu sorun kesinlikle çözülmelidir. Çünkü bu sorun toplumsal ayrışmayı körüklemekte, ülkemizi neredeyse etnik çatışmanın eşiğine getirmektedir. Toplumda önyargılar oluşmaktadır. Önyargılarımızın nedeni elbette ki çektiğimiz acılarımızdır. Artık bu acılara son verme ve barış zamanıdır. Barış ise, cesur insanların işidir.”

Kimler bu cesur insanlar?

“İşçiler, emekçiler cesur birer yürek olup, ısrarla barışı savunmalı, emeğin birleştirici gücünün Kürt sorununun çözümüne çare olabileceğini görmelidir. Bu sorun üzerinden hem iktidarın hem de diğer partilerin siyasi rant sağlama çabaları boşa çıkarılmalı, siyasetin ayrıştırıcı diline kulaklar tıkanmalı, açılım içi doldurularak desteklenmelidir. Sorunun çözümündeki en temel şart ülke bütünlüğünün korunmasıdır. Ayrıca çözüm mutlaka ama mutlaka demokratik yöntemlerde aranmalı, toplumsal uzlaşma için siyasi uzlaşma mutlaka sağlanmalı, şiddet ve terör sona ermeli, silahlar susmalı, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin evrensel standartları ülkemizde de eksiksiz uygulanmalıdır.”

Sendikasızlaştırma almış başını gidiyor. İş güvencesi hak getire. Bizim medyada bile sendika “öcü”. Böyle bir ortamda cesur olmak kolay mı?

“Gelecek öngörüsü  olmayan ve geleceğini planlayamayan kişi ve kurumların günümüzde ayakta kalabilmeleri, varlıklarını devam ettirebilmeleri, temsil ettikleri sınıfın çıkarlarını koruyabilmeleri, güçlerini ve etkinliklerini artırabilmeleri mümkün değildir. Bu anlamda; teknolojik gelişmeleri, üretimin küreselleşmesini, işçi sınıfının yapısındaki niteliksel değişimleri zamanında görüp, kavramayan ve geleceğe ilişkin politikalar oluşturamayan Türkiye sendikal hareketi yaklaşık 30 yıldır küçülmekte, gücünü ve etkinliğini sürekli yitirmektedir.”

Sendikacılığın da çağa göre yeniden yapılanması gerekiyor sanırım.

“Sendikacılığın nasıl yapılması gerektiğini belirleyen en önemli faktör  üretimin nasıl yapıldığıdır. Bugün kullanıma hazır hale gelen bir ürün artık tek bir işyerinde üretilmemekte, gerek ülke içinde gerekse dünya genelinde yüzlerce hatta bazı işkollarında binlerce farklı işyerlerinde parçalar halinde üretilerek ana fabrikada montajları yapılmak suretiyle kullanıma hazır hale gelmektedir. Üretimin bu şekilde yapılması sendikacılığın sadece fabrikaların dört duvarı arasında veya sadece ülke düzeyinde yapılmayacağının açık kanıtıdır. Küresel şirketlerce, küresel düzeyde yapılan üretime karşı, sendikalar da küresel düzeyde sendikacılık yapmak zorundadırlar.  Sendikalar, küresel şirketlerle bu şirketlerin dünyanın neresinde üretim yaptıklarına bakmaksızın, çalışma koşullarının, ücretlerin ve sosyal hakların asgari koşullarının belirlendiği küresel çerçeve sözleşmelerini küresel sendikalar aracılığıyla imzalamak zorundadırlar.”

Yani, küreselleşen bir sendikacılık…

“Günümüzde sendikal hareketin başarısı, işçi sınıfının küresel düzeyde işbirliği ve dayanışmasına bağlıdır. Teknoloji bu imkanı bize vermektedir. Bugün dünyanın en ücra köşesindeki bir işyerinin bize olan uzaklığı sadece bilgisayar tuşuna basacak kadardır. Bu anlamda sloganımız “küresel şirketlerin işçileri birleşiniz” olmalıdır. Teknolojideki ve üretim süreçlerindeki bu gelişmeleri iyi algılayan, geleceğini buna göre planlayan, günlük işlerin bile küresel bağını  oluşturan sendikaların, bunları yapabilmeleri için yapılarını, politikalarını, stratejilerini, mücadelede kullandıkları araç ve yöntemlerini değiştirmeleri gerekmektedir.”

İşkolu sendikacılığı üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor o zaman…

“Bir ürünü üretmek için farklı işkollarında bir çok işyerinde yapılan üretim modeli işkolu sendikacılığının da sonunu getirmiştir. Onun için sendikalar ana fabrikaya üretim yapan bütün işyerlerinde işkolu ayrımı gözetmeksizin örgütlenebilmeliler,  bu işyerlerinde ortak mücadele stratejisi izlemelidirler. Türkiye sendikal hareketi bu gerçeği göremediği gibi, 28 olan işkolu sayısının ILO standardı olan 16’ya indirilmesini de içtenlikle savunmamaktadır. Bu durum giderekten küçülen ve parçalanan sendikal yapıları beraberinde getirmekle güçlü ve etkili sendikacılık yapılamamasına neden olmaktadır. Güçlü ve etkili sendikacılık birleşerek ve üye sayınızı  artırarak mümkündür. Onun için Türkiye sendikal hareketi hiçbir ön şart öne sürmeden birleşmeyi gündemlerine almalı, birleşmeye giden yol için de önce ortak hareket, ortak mücadele etmelidirler. İşkolları sayısının düşürülmesini savunarak işkolunda tek sendika, ülkede tek konfederasyon hedeflenmelidir. İkinci olarak da emeği temsil eden bütün örgütler tek çatı alında toplanmalıdır. Güçlü ve etkili sendikacılığı yeniden yaratmanın yolu budur. % 7’lere gerileyen örgütlülük oranları ancak bu şekilde yükseltilebilir.”

Önerilerinin yaşama geçirilmesi için sendika yönetimlerini yeterli görüyor musun?

“Türkiye sendikal hareketi bütün bu değişimleri gören, algılayan, politika ve strateji geliştiren yöneticilerden yoksundur. Aslında işe yeni yöneticiler yetiştirerek başlamak gerekir. Şu anki sendika yönetici profiline baktığınızda ‘sendikacı her şeyi bilen her şeyi yapan’ kişidir. Hem yönetici kendine, hem de üye yöneticisine böyle bir misyon yüklemiştir. Oysa günümüzde ‘her şeyi bilen her şeyi yapan yönetici’ anlayışı çoktan iflas etmiştir. Artık planlama ve koordinasyonu bilen, teknolojiyi iyi kullanan, toplumsal mücadeleleri özümsemiş, kurumsallaşma ve uzmanlaşmaya önem veren, mümkünse dil bilen yöneticilere ihtiyaç vardır. Bu tip yöneticileri de bir üniversite ile birlikte açılacak sendikacılık okulunda yetiştirmek zorundayız. Sadece bu okuldan mezun olanların aday olabileceği seçim sistemleri geliştirilmeli, temsilciliklerden başlayarak sendikanın bütün kademelerinde bu tip yöneticiler görev almalıdır. Bu durum sendikalarda hem zihinsel değişimi, hem de fiziksel değişimi beraberinde getirecektir.”

Anlattıkların çok hoş da mevcut uygulamayı sarsmak pek öyle kolay görünmüyor.

“Mevcut uygulamada sendikaların yönetim kurulları hem karar alan hem de icra eden konumda.  Karar alan ile icra eden ayrılmalı, yönetim kurulunun atayacağı ve seçim kaygısı olmayan profesyonel  yöneticiler başta genel sekreterlik olmak üzere sendikalarda görevlendirilmelidir. Sendikacılık işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek olarak tanımlansa da aslında sendikacılığın faaliyet alanı  çok geniştir. Faaliyetinizi sadece işyerleriyle ve sosyal haklardaki artış için Toplu İş Sözleşmesi yapmakla sınırlı tutamazsınız. Bu hakları korumak, geliştirmek ve devamlılığını sağlamak için siyasetle, ekonomiyle, demokrasiyle, insan hak ve özgürlükleriyle, çevreyle, sosyal ve toplumsal mücadelelerle yakından ilgilenmeniz, bunlara ilişkin politika oluşturup, söz söylemeniz gerekmektedir.”

Peki, şu geçmekte olduğumuz ortamda acilen neler yapılmalı?

“Siyasete müdahil olmalı, siyasetin işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda şekillenmesi için çaba sarf etmeliyiz.  Bunu yapabilmek için de siyaset yapma tarzımızı ve siyasetteki tercihlerimizi değiştirmek zorundayız. Dünyaya ve olaylara işçi sınıfının penceresinden bakıp, emeği iktidara taşıyacak politikalar geliştirmeliyiz. Seçimlerde tarafsızlık değil, tam aksine taraflı politikalar izlemeliyiz. Demokrasiyi kesintiye uğratacak veya demokratik rejimi ortadan kaldıracak her türlü darbe veya diğer oluşumlara karşı da net bir tutum izlenmelidir. Bu çaba içinde olanların hukukun üstünlüğü temel prensibiyle yargılanmaları savunulmalıdır. Bunlar yapılırken özellikle iktidarların toplumu baskı altına alma ve muhalif sesleri susturma çabalarına da net bir tavır koyulmalıdır.


Mustafa Öztaşkın kimdir?

1958 yılında Bodrum’da doğdu. Endüstri Meslek Lisesi'ni bitirdi. 1975 yılında metal sektöründe işe başladı. 1978-1979 yılları arasında DİSK’e bağlı T. Maden İş sendikasının işyeri sendika temsilciliği yaptı. 1985-1988 yılları arasında Petkim’de baştemsilcilik, 1988-1997 yılları arasında Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanlığı görevlerini üstlendi.1999 yılında Petrol-İş Sendikası Genel Başkanlığına seçildi.