Yaşam

'Küçükleri göğüsleri görünen kadından mı koruyacağız?

Poşette satılma ve 150 bin TL’lik para cezası alan Harakiri’nin yeni sayısı geçen hafta çıktı. Kuruculardan M. Kutlukhan Perker: 'Küçükleri pornografik ya da şiddet içeren şeylerden korumalıyız ama koruya koruya göğüsleri görünen kadından mı koruyacağ

16 Temmuz 2012 14:09

 

Güliz Arslan
Milliyet
 
Yaramaz, her şeyi karıştıran” olarak tanımlanıyor ‘muzır’ kelimesi sözlükte. Bu tanıma göre bir mizah dergisinin muzır bulunmasında bir sakınca yok. Ancak o mizah dergisini ‘muzır’ bulan Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu olunca vaziyet biraz değişiyor. Bahsi geçen kurul geçtiğimiz yıl Harakiri adlı aylık mizah dergisinde yer alan “bazı yazı ve karikatürize fotoğrafların 18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacak nitelikte” olduğuna karar verdi. Bu karara göre derginin o sayısının poşette satılması ve 150 bin TL’lik para cezasını ödemesi gerekiyordu. Yönetim çözümü ikinci sayıdan sonra dergiyi kapatmakta buldu. İronik biçimde derginin adı, kaderleri oldu. Bir senelik aradan sonra üçüncü sayı geçtiğimiz hafta yayımlandı. Derginin kurucularında M. Kutlukhan Perker: “Bu durum bizi otokontrole itti. İlk sayıda da ‘muzır’ bir şey yoktu ama başımıza bir daha böyle bir şey gelmesin diye şimdi daha çok dikkat ediyoruz. Bazı şeyler yontuluyor, biçiliyor. Bu da bu toplumun kaderi...” diyor. Perker “Karikatürist olup serseri mi olacaksın başımıza?” diyen ebeveyne karşı verilecek en iyi örneklerden biri. Bu işin efsanelerinin yanında yetişmiş, şimdi The New York Times, The New Yorker gibi önemli yayınlara illüstrasyonlar çiziyor. Perker’le hem “44 pür-i pak renkli sahife! Nice mürekkep erbabı ve muharrirlerin iştiraki ile defter idilüp dürülmüş aylık neş’e ve cambazlıklar mecmuası” olarak tanımladıkları Harakiri ile ilgili gelişmeleri konuşmak üzere Leman Kültür’de buluşuyoruz.
 
“Ciddi bir iş yapmadığım için kravat komik geliyor insanlara”
 
Eskiden çizerler böyle giyinirlermiş. Robert Crumb da, Cemal Nadir de kravatla dolaşırmış. Ben kravatı metafor olarak kullanıyorum. Ciddi bir iş yapmadığım için kravat komik geliyor insanlara. Çalışırken beynimiz patates kıvamına geldiğinde bile çıkarmıyorum.  Metalciler farklı olmak için siyah tişört giyerler, saçlarını uzatırlar. Mizah dergilerindeki en asi kişi benim buna göre.
 
“Halkı maceraperestliğe teşvik diye suç mu olur? James Bond da mı izlemeyeceğiz macera var diye?”
 
 
Kapakta “Poşetten döndük” ibaresi var. Döndünüz mü sahiden?
 
Para cezası henüz tahsil edilmedi. Dava açılan üç çizerden biri de suçsuz bulundu. Diğerleri de suçsuz bulunursa para cezasının da poşete koyma cezasının da bir anlamı kalmayacak.
 
Ne ‘muzırlık’ vardı o ilk sayıda?
 
Üç hikaye muzır bulundu. İlki Mehmet Ersoy’un “İlişkiler” isimli köşesi ki o bu köşeyi 15-20 yıldır yapıyor. Diğerleri de Serhat Gürpınar ve Bahadır Boysal’ın öyküleri... Dergide bir şey muzır bulunursa o sayının poşette satılması kararı alınıyor. Üç kez muzır bulunursa dergi daimi olarak poşete giriyor. Bu o dergiyi öldürmek demek. Bir de tebligatnamedeki karar nedenleri çok komikti, “evlilik dışı ilişkiyi özendirmek”, “Türk halkını maceraperestliğe ve tembelliğe teşvik etmek”... Böyle suç olur mu? James Bond izlemeyecek miyiz macera var diye?
 
Kapatmaya nasıl karar verdiniz?
 
Çizerlerimize nasıl para vereceğiz diye paniğe kapıldık. Para hemen alınacak zannediyorduk. Bir de çok sinirlendik tabii. Çok kaliteli bir dergi yapma niyetiyle yola çıkmıştık. Canımızı sıktı bu durum.
 
Hal böyleyken devam etme kararı nasıl alındı?
 
İyi bir derginin elimizden kayıp gitmesi içimize sinmeyecekti. Olumlu tepkiler de alıyorduk. “Ceza alacaksak da zaten alacağız” dedik. Bir de üzerinden zaman geçti, psikolojik olarak rahatlamıştık.
 
İnternette devam etmek bir seçenek miydi?
 
Nasıl ki çay bütün dünyada içilir ama Türkiye’de ince belli bardakta içilir, mizah dergiciliği de Türkiye’de kağıt üzerinden yapılır. Yatılı okuldaki öğrenci gizli kapaklı okur, kafede okumanın keyfi başkadır, çoluğu çocuğu yatırıp okumak vardır, yolculukta okunur... Bu ilişkiyi dijital platforma taşırsanız olmaz.
 
Küçükleri gerçekten muzır olan bir şeyden korumalı mıyız?
 
Çok pornografik, şiddet içerikli şeylerden korumalıyız tabii... Ama koruya koruya mizah dergisinde bir balonda yazan kelimeden, göğüsleri görünen kadından mı koruyacağız? Bunu değerlendiren kuruldakiler de yazar, çizer değil. Onlara nasıl güveneceğiz?
 
Bir çizer bu hangi hassasiyetleri göz önünde bulundurarak çizer?
 
Kişisel değerler devreye girer. Oğuz abi hamile kadın ve bir yakınını kaybetme karikatürü konusunda çok dikkatliydi. Ben de kendi jenerasyonumdaki çizerlere göre daha tutucu görünebilirim. Ama böyle olmayan bir çizere laf edilmesini de kabul edemem. Ben yazmam ama Bahadır Baruter bir karikatürde “Allah yok, din yalan” yazdı diye ortalık velveleye veriliyorsa
da onun yanında olurum.
 
Bu sayıda ‘muzır’ olarak algılanabilecek bir şey var mı?
 
Yaşananlar bizi bir otokontrole itti. İlk sayıda da muzır bir şey yoktu ama başımıza bir daha böyle bir şey gelmesin diye bu sayıda daha da dikkat ettik. Bu da bu toplumun kaderi... Bazı şeyler böyle yontuluyor, biçiliyor. Zaten erotik bir şey yapalım diye yola çıkmadık. Onlar onu öyle gördüler. Şimdi yaptıklarımızda da öyle görürlerse bir şey diyemeyiz. Ben Oğuz Aral’ın yetiştirdiği çizerlerden biriyim. Amacımız akıllı, özgür düşünen, edebiyattan, sinemadan örnekler veren, metaforları iyi kullanan bir yayın yapmak olduğu için biz zaten o otokontrolle büyüdük.
 
Kimler çizdi yeni sayıda?
 
Bülent Arabacıoğlu 20 yıl sonra “En Kahraman Rıdvan’ı çizdi. Cumhuriyet gazetesinin ünlü çizeri Kamil Masaracı çiziyor. Yıldıray Çınar ilk defa Türkiye’de bir mizah dergisine çiziyor. Başlarken çok çizgi, az yazı istiyorduk ama biraz fazla yazı olmuştu. Şimdi bunu değiştirdik. Çizginin kaliteli olması bizim için çok önemli. Gırgır’da Gani Müjde çok iyi şeyler bulur ama daha iyi çizen biri çizerdi. Şimdilerde bu çift imza geleneği pek kalmadı. Biz ona da dikkat ettik. Güven Bilge var, Woody Allen’a benzetiyorum. Mert Dolapçıoğlu’nu çok beğeniyorum. Emir Sağlam, Taylan Kurtuluş, Cemal Söyleyen, Felat Delibalta...
 
Mizah dergilerinde sabahlamak da hâlâ bir gelenek değil mi?
 
Bu işin kimyasında var. Sabahlarken çok komik şeyler de yaşanabiliyor. Çocuklar kılık değiştirip birilerini kandırıyorlar. Futbol maçları yapıyoruz... Ben hiç son dakikaya iş bırakmam
ama mutlaka sabahlarım. Geç kalanlara yardım ederiz. Dergicilikte biraz futbol takımı hali olması gerekiyor. Nasıl ki santrafor bazen defansa yardım eder... Bize de kendi depresyonlarını çizip mail’le gönderenler değil, bizimle böyle sahada koşacak, ter dökecek insanlar lazım.
 
“1930’larda olsaydık Amerika’dan dönmezdim”
 
Şansını yurt dışında deneyen çok fazla çizer var mı?
 
Hemen hemen bütün çizerler deniyor, çok azı başarabiliyor. Ben Anadolu Üniversitesi, çizgi filmi bölümüne girdikten bir hafta sonra okulu terk ettim. Portfolyomu alıp The New York Times’ın kapısını çaldım. Pek umutlu değildim. Şef art direktör Steve Heller işlerimi masanın üzerine serdi. “Bir dakika” deyip içeri gitti. Döndü, “Bana şu tarihte hatırlat, sana iş göndereceğim” dedi. Orada işlerim yayımlanmaya başladıktan sonra The Wall Street Journal, Washington Post kendileri aradılar.
 
Şimdi kesin dönüş mü yaptınız?
 
10 senenin sonunda dergide çalışırken bir arkadaşımın kahve içmeye uğramasını, dergide sabahlamayı özlemiştim artık. 1930’larda olsaydık ve Amerika’da çizmek için Amerika’da bulunmaktan başka çare olmasaydı dönmezdim.
 
“Ağzında fare olan işadamı çizimi Amerika’da istenmez, Türkiye’de kimse bir şey demez”
 
Amerika’da da çalışıyorsunuz. Orada da böyle davalar, cezalar başınıza geliyor mu?
 
Bütün dünyada muhafazakarlaşma eğilimi var. The New York Times’a yaptığım işlerde de veto yediğim oldu. Ama daha farklı konular nedeniyle... New York’un dünyada en çok fareye sahip olan şehir oluşunu anlatan bir kitap yazısı için çizdiğim illüstrasyonda metroda bekleyen kravatlı bir işadamı kullandım mesela. Kedi gibi oturmuş, ağzında da fare var. Bu fareyi insanları rahatsız edebilir diye adamın ağzında görmek istemediler. Türkiye’de kimse buna bir şey demez.
 
“Elif (Şafak)’i eleştirenlerde kötücül bir taraf var, şemsiye icat edildiğiden beri aynı formda”
 
Nasıl tanıştınız Elif Şafak’la?
 
Yeni Binyıl’da çizerken son kitabı için gazeteye geldiğinde tanışmıştık. Sonra bir gün New York’ta yolda karşılaştık. Sonra da haberleştik hep. Habertürk’te yazmaya başlayacağı zaman Fatih Altaylı “Elif’in sayfasındaki çizimleri yapsana” dedi. Çok uyumlu çalışıyoruz. İki ortak kitabımız var.
 
Nelere dikkat ediyorsunuz onun yazıları için çizerken?
 
Kendi edebiyatı Elif’in üzerinden tır gibi geçiyor. Bu yüzden o kadar güzel ve hayat dolu bir kadını yorgun görüyoruz. O kadar cesur ki okuyucusudan başka kimseyi kaale almıyor. Onun bu samimiyetini bildiğim için ben de bu hedefe kilitleniyorum çizerken.
 
Yine esinlenme ve reklamlarda oynama meselesiyle gündemde...
 
Gerçek okuyucunun yazarla ilişkisi de yazı üzerinden olmalıdır. Yeni olan kitabın içindekidir çünkü. İnsanlar başka şeyleri ön plana çıkarıyorlarsa bunda kötücül bir taraf var. Son kitabın kapağında yer alan şemsiye icat edildiği günden beri aynı formda kalan bir nesne. Reklamda oynama konusuna gelince Martin Scorsese de reklamlarda oynuyor. Entelijansiya Scorsese’yi boykot mu etti? Neil Young’un şarkıları reklam müziği olarak kullanılmıyor mu? Onu kimse aforoz etmiyor.
 
“Sezen Aksu Laklak’ta ‘Minik Serçe’ oldu”
 
Popüler kültürün dilini büyük ölçüde mizah dergileri yaratır. Şahan Gökbakar’ın karakterlerini yıllarca Leman’da okuduk. Nil Karaibrahimgil şarkısında sevgilisine “Kötü Kedi Şerafettin” diyor. Eski Türk filmleriyle kafa bulmak Gırgır’da başladı, Gani Müjde senaryosunu yazdı, “Arabesk” filmi ortaya çıktı. Sezen Aksu neden “minik serçe”dir? Laklak’ta “Minik Serçe” isimli bir köşe yazıyordu ve Oğuz Aral ona o ismi vermişti.