Dinozorların sonunu getiren son kitlesel yok oluşun üzerinden yaklaşık 65 milyon yıl geçti. Ancak bilim insanlarına göre bir kez daha benzer bir nesil tükenme sürecinin başındayız. Altıncı kez gerçekleşen bu toplu yok oluş, diğerlerinden farklı olarak bu kez iklim değişikliği, tarımsal alanların tahribatı, hava kirliliği ve endüstriyel tarım gibi insan kaynaklı nedenlerden.
Bu tür kitlesel nesil tükenme durumlarında, gezegendeki tüm türlerin en az dörtte üçü, genelde ortalama üç milyon yıl içinde yok olur. Bazı bilim insanları, şu anki hızla gidilirse bu kaybın önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde gerçekleşeceği konusunda uyarıyor. Yalnızca önümüzdeki birkaç on yılda bile, en az bir milyon tür yok olma riskiyle karşı karşıya kalacak. 2019 yılında yayımlanan önemli bir rapora dayanan bu tahmini, bilim insanları eksik bile buluyor.
Biyoçeşitlilikteki tam bir çöküşün sonuçlarını tahmin etmek imkansıza yakın. Zira ekosistemler son derece derecede karmaşık yapılar. Ancak bilim insanları birkaç net tahmin üzerinde hemfikir. Ve yapılan bu tahminler, tıpkı Jenga oyununda olduğu gibi birbiriyle ayrılmaz şekilde bağlantılı.
Gıda güvenliği sorunu
Avustralya'daki Flinders Üniversitesi'nde küresel ekoloji profesörü olarak görev yapan Corey Bradshaw, "Sanırım ilk göreceğimiz şey, gıda üretimimizin çoğu tozlaşmaya (polenleşmeye) bağlı olduğu için gıda arzımızın oldukça belirgin bir şekilde azalmaya başlaması olacak." diyor. Bradshaw, küresel gıda arzının yaklaşık üçte birinin arılar gibi "tozlayıcılara" dayandığını ve arıların yok olması durumunda tarımsal verimin çok ciddi oranda düşebileceğini ifade ediyor.
Avcılarının yok olmasıyla bazı tohum yiyicilerin daha fazla türemesi ise hasadı etkileyebilir. Milyonlarca insan beslenme ve geçim kaynakları için vahşi türlere, özellikle nesillerin tükenme tehlikesi oldukça yüksek olan kıyı balıkçılığına bel bağlamaktadır. Bradshaw'a göre, artan kuraklık ve sel ile de bağlantılı olacak bu gıda güvenliği eksikliği, özellikle Sahra Altı Afrika ve Güneydoğu Asya'nın bazı bölgeleri olmak üzere, en çok yoksul bölgeleri etkileyecek.
Toprak verimliliği alarm veriyor
Bazı kritik mikroorganizmaların yok olduğu noktada, toprağın kalitesinin de bozulması beklenir. Veriler yeterince desteklenemese de bazı araştırmacılar, bu organizmaların diğer türlerden daha hızlı bir oranda yok olabileceklerine inanıyor. Bu organizmaların ortadan kalkması, toprak erozyonunun kötüleşmesine yol açabilir. Bu da daha fazla sel gibi ya da verimsizlik gibi sonuçlar doğurabilir. Dünya Doğayı Koruma Vakfı'ndan (WWF) Colman O'Criodain, bunun çok tehlikeli olduğu kanısında. O'Criodain, "Organik madde bir bakıma her şeyi bir arada tutan bir yapıştırıcı gibi. Onu bir Noel tatlısı gibi düşünürseniz örneğin, içinde ekmek kırıntıları, un ve kuru meyveler gibi bazı kuru malzemeler var. Ancak bir arada tutan ve sıkılaştıran yumurtadır ki şekil verebilesiniz" diyor.
Su kıtlığı ve doğal afetler yaşanabilir
Dünyadaki tatlı suyun çoğu, bu yaşam kaynağını temizleyen ve yeniden dağıtan sulak alanlardan geliyor. Örneğin, nehirler ve sulak alanlar tarafından beslenen Himalayalar'daki su kaynakları, yaklaşık iki milyar insan için hayati önem taşıyor. Eğer bu gibi sistemler, alglerin çoğalması veya bitki örtüsünün tahrip olması gibi etkenler sonucunda çökerse, insanlık hem içme suyu olarak hem de tarımsal kullanım için çok fazla su kaybedebilir.
Ormanlar azaldıkça, yağış düzenleri bitkinin evapotranspirasyonunu (bitkinin su tüketimi ve su buharlaşmasının toplamı) etkiler ve Amazon Havzası'nda da görüldüğü gibi daha fazla kuraklığa yol açar. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'ne göre 2015'ten bu yana her yıl yaklaşık 10 milyon hektar (24 milyon dönüm) orman tahrip oluyor.
Atmosferdeki karbondioksitin temel düzenleyicileri olan ağaçların ve orman bitki örtüsünün kaybıyla birlikte, iklim değişikliğinin daha da kötüleşerek, aşırı hava olaylarını tetiklemesi beklenen bir durum. Daha kuru hava koşulları da orman yangını riskini artırıyor.
Bu arada mahsul kıtlığı ve diğer ekolojik tehditler kitlesel göçleri tetikleyebilir.
Daha fazla salgın tehlikesi
Çevre bilimi ve sürdürülebilirlik üzerine çalışmalar yapan Stockholm Direnç Merkezi'nin kurucusu Carl Folke, "İnsanlar olarak yaptığımız şey, temelde tüm gezegeni, özellikle de üretim ekosistemlerini savunmasız hale gelecek şekilde basitleştirmek" diyor. DW'ye konuşan Folke, "(Ekolojide) Çevre direnci için sürprizlerin bilimi de denir. Çok istikrarlı koşullarla yaşıyorsanız ve her şey tahmin edilebilirse, bu biyoçeşitlilik korumasına ihtiyacınız yoktur. Ancak öngörülemeyen durumlarda daha çalkantılı zamanlarda yaşıyorsanız, bu tür seçenekler son derece önemli hale geliyor" ifadelerini kullanıyor.
Bilim insanları ayrıca, habitatların yok olması ve doğal sistemlerin bozulması sebebiyle vahşi hayvanlar ile insanların daha yakın temas halinde olduğunu, bu sebeple de biyoçeşitlilik kaybının pandemi riskini tetiklediği konusunda uyarıda bulunuyor. Bunun halihazırda sık sık dile getirilen örneği, Batı Afrika'da yarasalarla dolu içi boş bir ağaçta oynayan çocuklarla başladığına inanılan 2014'teki Ebola salgını. COVID'in kökeni hâlâ belirsiz olsa da bazı bilimsel çalışmalar da hastalığı yarasalarla ilişkilendiriyor.
Dünya mirasının kaybı
Öte yandan bu etkiler yalnızca ölçülebilen etkiler. Pek çok çevreci ve bilim insanı için türlerin neslinin tükenmesine pervasızca izin vermek, vandalizmle eşdeğer. Hayatta kalsak ve feci sonuçlardan kurtulsak bile, dünya kitlesel yok oluşlarla büyük ölçüde ve geri dönülemez bir şekilde tahrip olacak gibi gözüküyor.
Buradaki en trajik kayıplar bizim bile göremediğimiz kayıplar olabilir. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği'nde (IUCN) görevli bilim insanı Thomas Brooks, "Yok olmanın sonuçlarını bir sanat galerisinin yakılması gibi düşünün. Yani doğrudan değeri düşünmüyorsunuz bile. Fakat dünya mirasının maddi olmayan kaybını düşünüyorsunuz" diyor. Brooks şöyle devam ediyor: "Unutmayın, bir tür milyonlarca yıllık evrimin bir ürünüdür. İnsanlığı, gezegenin bir parçası yapan şeyin kaybına bakıyorsunuz. Bizi bir bütün yapan şeye…"
Durum tersine çevrilebilir mi?
Bu felaket tahminlerine rağmen, iyimser olmak için bazı nedenler var. Bu tamamen insanların ne yaptığına bağlı. Brooks, "Yaşamın korunmasıyla ilgili bazen aşılmaz gibi görünen engeller var. Ancak diğer yandan, çok sayıda ilham verici başarı öyküsü ve insanların gidişatı değiştirebildiği ya da en azından ilerleme katettiği vakalar, eğrinin kırılmasına veya doğru yöne gitmesine izin veren eylem örnekleri var" diyor. Karşılaşılan zorluklara yakından aşina olan Brooks'un görevli olduğu IUCN, tür kaybına ilişkin bir Kırmızı Liste hazırlıyor. Araştırmalar, koruma çabalarının işe yaradığını gösteriyor. Yakın tarihli bir araştırma, koruma müdahaleleri olmasaydı, kayıpların 1993'ten bu yana üç ila dört kat daha kötü olacağı saptamasında bulunmuştu.
Avrupa'da kunduzların yeniden ekosisteme katılması gibi koruma başarı öykülerini büyütmek, biyoçeşitlilik kaybına karşı savaşta önemli bir silah gibi görünüyor.
Doğal Yaşamı Koruma Derneği'de (WSC) türlerin korunmasından sorumlu başkan yardımcısı olarak görev yapan Elizabeth L. Bennett, büyük koruma alanlarının terkedilmesinin biyoçeşitlilik üzerinde önemli bir fark yaratabileceği konusunda ısrarcı. Bennett, "Doğru yerde, çok iyi planlanarak ve çok iyi yönetilirse, kesinlikle çok yardımcı olacaktır" diyor.
Doğal Yaşamı Koruma Derneği, 2021'de Çin'in Kunming kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı'nda konulan hedeflerin hayata geçirilmesi için bastırıyor. "Kunming Deklarasyonu" adlı metne imza atan ülkeler, 2030 yılına kadar kara ve deniz alanlarının yüzde 30'unu koruma altına alma çağrısında bulunmuştu. İklim değişikliği ile mücadelede temel olan Paris İklim Anlaşması'nın benzeri bir çerçeve oluşturulması için, son olarak Cenevre'de yaklaşık 200 ülkenin katılımıyla bir Birleşmiş Milletler Konferansı düzenlenmiş, iki haftalık konferans mart sonunda bir sonuca ulaşılamadan sona ermişti. Yaz sonunda Kunming'de düzenlenecek bir kapanış konferansı öncesinde haziran sonunda Kenya'nın başkenti Nairobi'de yine bir tur görüşmelerin yapılacağı bildiriliyor.
Alistair Walsh
© Deutsche Welle Türkçe