Can Dündar'ın "Kılıçdaroğlu, ne okur ne dinler ne izler" başlığıyla yayımlanan (02.09.2011) yazısı şöyle:
12 saat aralıksız birlikte olunca, yan koltuktaki lideri daha yakından tanıma imkânı buluyor insan. Ecevit, yolculuklarda şiir okurdu. İnönü matematik problemleri çözerdi. Kılıçdaroğlu vakitsizlikten hep ‘rapor’ okuyor. Ama unutamadıkları var tabii
Olacak iş değildi; gece 2’de yola çıktık, 3 bin mil gidip Kenya’da 8 saat geçirdik, 3 bin mil geri gelip aynı gece Türkiye’ye döndük. Bu kadar sıkı bir programda, küçük bir uçak içinde, 12 saat aralıksız birlikte olunca, yan koltuktaki lideri daha yakından tanıma imkânı buluyor insan...
Bazı küçük gözlemler aktarmak istiyorum.
Daha önce pek çok liderle seyahat ettim; CHP liderini diğerleri arasında samimiyet ve cana yakınlık açısından ön sıralara koyabilirim.
Uykusuzluğa dayanıklı; az uyuyor, buna rağmen kolay yorulmuyor.
Çok yoğun bir seçim sürecinden çıkmasına rağmen ailesiyle hepi topu 3 gün tatil yapabilmiş. Meşhur “havuzlu villa” sorulunca güldü: “O, sitenin ortak havuzu, biliyorsunuz” dedi. Satmak istiyormuş, ama alıcı yokmuş.
Fit. Kendine dikkat etmeye çalışıyor. Kenya gezisi öncesi hepimiz gibi sarıhumma aşısı olmuş, sıtma haplarını almıştı. Yemek seçmedi. Beyaz et tercih etti, az yedi. İçki içmedi.
Sigara kullanmıyor. Eskiden günde 1 paket içermiş. SSK Genel Müdürü iken, bakan Necati Çelik tarafından görevden alındığı gün sigarayı bırakmış. Oysa bütün kardeşleri içiyormuş.
Oğlu, “Babam hasta mı? Niye amcamlar içerken o içmiyor” diye sormuş bir seferinde... Şimdi oğlu da içiyor.
Siyasetten sonra sosyal hayatı bir hayli daralmış. Sinemaya, tiyatroya, konsere gidemez olmuş. TV dizisi de izlemiyor. Yurtdışına sadece parti gezisi için gidiyor. Afrika’ya bu üçüncü gidişiydi, ama hiç doğru dürüst gezmemişti.
Peki ana muhalefet liderinin kültür birikiminde hangi sanatçıların izi var; kişiliğine hangi eserler damga vurmuş?
Bunun izini sürdüm yolda:
Bulmaca çözdü
Bülent Ecevit, yolculuklarda şiir okurdu. Erdal İnönü matematik problemleri çözerdi.
Kılıçdaroğlu ne yazık ki az okuyor. Rapor okumaktan kitaba vakit kalmıyormuş. Afrika yolunda da kendisine verilen Somali raporlarını okudu. Dönüşte bir gazetenin tam sayfa bulmacasını çözdü. Tek kutu boş bırakmadı. Sıkıldığında çözermiş. “En zoru Cumhuriyet gazetesininki” diyor.
Söz kitaplardan açıldığında, İsmail Cem, Doğan Avcıoğlu, İsmail Beşikçi’den konuşuldu ağırlıkla...
Unutamadığı kitapların başında Yaşar Kemal’in “İnce Memed”i geliyor. Lisede okumaya başladığı Yaşar Usta’yı Genel Başkan olunca evinde ziyaret etmiş.
En sevdiği film: Sürü
Epeydir sinemaya gidemiyormuş. O yüzden yenileri pek bilmiyor. Unutamadığı filmlerin çoğu eski tarihli, politik yapımlar...
En başa, 1969 yapımı “Kanlı Adada İsyan”ı koydu. Belki de Afrika yolculuğu, ona Haiti tarihinden esinlenen bu filmi anımsattı. Marlon Brando’nun başrolü oynadığı film, siyahi kölelerin beyaz adama karşı isyanını anlatıyordu.
“Dokunulmazlar”ı (1987) ve “İngiliz Hasta”yı (1996) da unutamıyor.
Türk sinemasından?
Listesinin başında Zeki Ökten’in “Sürü”sü (1978) var.
Metin Erksan’ı beğeniyor. “Kuyu”dan (1968) çok etkilenmiş.
Lütfi Akad’ın “Irmak”ı (1972) favorilerinden...
Pahalı diye alamadığı ressam
Resim seviyor. Özellikle de Fikret Mualla’yı... Onun nasıl sefalet içinde öldüğünü, eserlerinin nasıl sonradan kıymete bindiğini Cumhuriyet’teki bir yazı dizisinden okumuş. Bize de anlattı. Yalçın Gökçebağ’ı beğeniyor. Evinde de orijinaller var: En son Ankara’daki sergiden iki tane Fikret Otyam almış. Nuri İyem seviyor; ama almaya bütçesi yetmemiş.
Ancak sorduğumuz birkaç müzeyi henüz gezememişti: Devlet Resim Heykel Müzesi’nin yeni halini görmemiş; Gaziantep’teki Zeugma Mozaik Müzesi’ni de...
Unutamadığı tiyatro oyunu
Yıllardır tiyatroya gidemiyor. Ama öğrencilik yıllarında Ankara’da Devlet Tiyatroları’nın oyunlarını hiç kaçırmazmış. Tabii Ankara Sanat Tiyatrosu’nu da...
“Bizim Köyün Delisi”ni sayıyor sevdiği oyunlar arasında...
Halk Oyuncuları’nın 1968 tarihli “Devr-i Süleyman”ı, unutamadıklarından... “Hiç unutmam, oyun o zaman yasaklanmıştı, onlar da adını değiştirdiler, ‘Devr-i Küheylan’ adıyla yeniden oynadılar” diye anlatıyor gülerek...
Ruhi Su’ya haksızlık
Sanıldığı gibi türkü düşkünü değil. Ama mesela “Cerrahpaşa”yı ya da “Turnalar semahı”nı dinleyince etkileniyor.
Âşık Mahsuni’yi çok sık zikrediyor. Sağlam bir müzik eğitimi olmadan, yaşamına onca güzel türküyü sığdırabilmesine şapka çıkarıyor.
Erkan Oğur’un sesinden etkilenmiş. Sabahat Akkiraz’ı beğeniyor.
Ruhi Su’yu en başa yazıyor. 12 Eylül döneminde ona tedavi için yurtdışına çıkış izni verilmemesini unutamıyor. Bu konu açıldığında “Bir de ‘Asker bu memleketi kurtaracak’ diyorlar; ne kurtarması? Bu ülkenin sanatçısına tedavi izni vermediler” dedi.
Hissim o ki, “genç Kemal”, bugünkünden daha çok okuyan, izleyen, dinleyen bir devrimciymiş; “bugünkü Kılıçdaroğlu” üzerindeki etkisi sanıldığından fazla gibi geldi bana...
CHP liderinin ‘Köstebek’ dediği bakan, Atalay mı?
Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarından Deniz Feneri aramasını önceden haber veren ve ona göre Yüce Divanlık bir suç işleyen ‘köstebeğin’ robot resmini çiziyorum. Robot resim dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a benziyor
Kemal Kılıçdaroğlu’nun uçak sohbetine Deniz Feneri konusu damgasını vurdu.
CHP lideri, bir soruşturma biterken 3 savcının görevden alınmasının “Cumhuriyet tarihinde bir ilk” olduğunu söylüyor.
“Kabul edilebilir bir gerekçe olmadan, bir şikâyet dilekçesini bahane edip hızla görevden aldılar. Açıkça yargıya siyasal müdahaledir” diyor.
Soruşturmayla yakından ilgilenmiş. Dosyadaki bazı bilgilere vakıf olduğu izlenimini veriyor.
Bakanlığın savcıları uzun süre Almanya’ya incelemeye göndermeyerek dosyayı oyaladığını, ama Almanya’daki soruşturmayı engelleyemediğini söylüyor. Sonunda çareyi savcıları görevden almakta bulduklarını öne sürüyor.
Başkan da köstebek mi?
14 Ekim 2009’da mahkeme, Deniz Feneri için arama kararı verdi. Bu kapsamda Kanal 7’de de arama yapılacaktı. Kılıçdaroğlu’na göre “bu karar, bir köstebek aracılığıyla, hemen Kanal 7’ye haber verildi”.
“-Kim o köstebek?”
“-Bunu bulmak Adalet Bakanı’nın görevi” diyor CHP lideri...
Ama “Başbakan’a çok yakın biri” diye ipucu veriyor.
Verdiği eşkâlden bir robot resim çiziyorum; çizdiğim resim, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a benziyor.
Kılıçdaroğlu, ismini vermediği bu bakanın, özel kalem müdürü aracılığıyla İç Anadolu bölgesindeki bir ilin (Atalay Kırıkkale’den mi vekil olmuştu?) AKP’li belediye başkanını arayıp haberdar ettiğini, o başkanın da Kanal 7 yöneticilerine ulaşıp “Ne var ne yoksa toplayın, arama yapılacak’ diye uyardığını iddia ediyor.
Bu konuşmaların dinlemeye takılmış olabileceğini, köstebeklik yapan isimlerin muhtemelen görevden alınan savcılarda ve hazırlanan dosyada da olduğunu, savcıların da zaten bu isimlere ulaştıkları için görevden alındıklarını tahmin ediyor.
Yüce Divanlık suç
Şimdi, bu bilgilerin iddianameden çıkarılabileceğinden endişeli...
HSYK’yı, Türkiye Barolar Birliği’ni göreve çağırıyor:
“Buna itiraz etmeyecekler de neye itiraz edecekler” diyor. Görevden alınan savcıları da konuşmaya davet ediyor.
Silivri’ye yollanma tehdidinin, kurumların ve kişilerin konuşmasının önünü kestiğinden yakınıyor.
“Burada 100 milyon doların üzerinde bir yolsuzluk var. Bağış yolsuzluğundan öte, naylon şirketler, faturalar var. Savcılar büyük ihtimalle bunlara ulaştı. Bu işe karışanların mal varlıklarını ortaya çıkardılar. Asıl faillerin AKP ile iç içe olduğunu herkes biliyor. Biz, davanın her aşamasını, her duruşmasını izleyeceğiz” diyor.
“Ya köstebeğin bakan olduğu doğrulanırsa” diyorum.
Cevabı şu:
“Eğer köstebek bir bakansa, bu Yüce Divanlık suçtur.”
Askerle ilişkiler
Bayram sonrası Kılıçdaroğlu’nun tabiriyle “renkli” bir Meclis toplanacak.
Kendisi BDP’lilerin Meclis’e geleceklerini tahmin ediyor.
CHP’nin önceliği, tutukluluk süreleri meselesi olacak.
AKP ise yeni anayasayı gündeme getirecek.
“Bayramdan sonra terör tırmanacak” diye tahmin ediyor Kılıçdaroğlu... Askeri operasyonla sonuç almanın mümkün olmadığını, bu yöntemin 30 yıl denendiğini, sonuç vermediğini söylüyor.
Ya asker-hükümet ilişkilerinin değişen çehresi?
E-muhtıranın Genelkurmay sitesinden çıkarılmasını “Normalleşme alameti” diye yorumluyor. Fazlasını talep ediyor:
“Mesela askeri operasyonların açıklamasının da Genelkurmay değil, Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılması lazım”.
Ama bunları yaparken “Vurun askere” havası yaratmanın doğru olmadığını, askerin de kendi kurumsal kültürü olduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtiyor.
Koşaner’i kim dinledi?
Eski Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’in gizlice kaydedilen sözleriyle ilgili değerlendirmesi şu:
“TSK özeleştiri yapıyor. Üstelik Koşaner, ‘Bunu yetkililerle de paylaştım’ diyor. Yetkili kim? Ya
Cumhurbaşkanı, ya Başbakan... Acaba onlar bu konuda ne yaptı?”
Konuşmanın gizlice kaydedilmesiyle ilgili de şunları söylüyor:
“Bunu dinleyen, herkesi dinleyebilir. Bu dinlemeleri, iktidara yakın bir grup yapıyor ve servis ediyor. Bize gelen bazı bilgiler var. Üstelik bunu yapan, kendisi de dinleme mağduru olmuş bir Başbakan... Bize de seçim öncesi Erdoğan’ın telefon dinleme kayıtları geldi. Kullanmak aklımızdan bile geçmedi.”
Komutanların istifası ve yeni Genelkurmay Başkanı ile ilgili fazla konuşmak istemedi Kılıçdaroğlu...
Ama bir uyarısının altını çizdim:
“Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’ın emrinde olması doğal da, kişiye bağlı bir komutan görüntüsü vermemesi lazım.”