CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, memurlarla ilgili yaptığı uyarıyı “CHP'nin vesayet zihniyeti olduğunun itirafıdır” diye değerlendiren Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a "Kim fakir fukaranın hakkını yerse karşısında olacağım, yanında Erdoğan dahi olsa" yanıtını verdi.
CHP’nin yerel basının sorunlarını masaya yatırmak için Muğla’nın Marmaris ilçesinde özel bir otelde düzenlediği, “Anadolu Buluşması - Yerel Medya Çalıştayı 2021”nın ikinci gününe Kılıçdaroğlu da katıldı.
"Doğru habere ihtiyacımız var"
Kılıçdaroğlu yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
Gerçeklerden söz edildi, etik değerlerden söz edildi. Gerçeklerin acı olduğunu ama mutlaka ortaya çıkacağını gazeteci arkadaşlarım ifade ettiler… Bizim doğru habere ihtiyacımız var. Bizim sağlıklı ve tutarlı eleştiriye ihtiyacımız var. Biz bazen kendi dünyamızda kendimizi yeteri kadar sorgulayamıyoruz. Hatalarımızı, yanlışlarımız göremiyoruz. Hatalarımızı ve yanlışlarımızı dillendirecek olan sizlersiniz.
"Anayasa değişikliğinde dördüncü güç olarak medyayı koyalım"
Anayasa değişikliğinde dördüncü güç olarak medyayı koyalım. Olmalı. Medyanın çok önemli bir güç oluğunu hepimizin bilmesi gerekiyor. Politikacıların alkışlardan hoşlandığı ifade edildi. Ben aksi görüşteyim. Politikacıların en çok eleştiriye ihtiyaç duymaları gerektiğine inanç duyanlardan birisiyim. Sabah televizyonu izlediğinde, sosyal medyaya baktığında eğer ülkenin herhangi bir yerinde su borusunun patladığını ancak sabahleyin önce gazete ve televizyondan öğrenirler. Oranın il veya ilçe başkanına telefon açıp ya burada bir sorun var demez. Gazeteciliğin yaşanan sorunları iktidara aktaran bir organ olduğunu bilmemiz lazım. Politikacıların alkışa değil sağlıklı tutarlı eleştiriye ihtiyacı var. Bizim de hatalarımız olabilir, ama bize hatalarımızı bağımsız olarak bildiren medya olursa aynı hataları tekrar etmeyiz.
Medya bir toplumu yönlendirebilir, farklı yere götürebilir. Bunlar mümkün. Ama hayatın gerçekleri var. Yaşadığınız sorunlardan yola çıkıp, medyanın nasıl olması gerektiğini izin verirseniz dilimin döndüğü kadar siz değerli gazetecilere aktarmak isterim. Eğer iktidar medyayı sürekli öven organ haline getirmek istiyorsa, bağımsız medyayı yok etmek isteyecektir. Bunun birinci yolu medya patronunu nasıl susturabilirim, yargıyı nasıl sopa olarak kullanırım, gazeteyi artık televizyonu ile beraber şuna satacaksın baskısı nasıl kurarım. Türkiye’nin temel sorularından biri, medya patronu üzerindeki baskı. Bunlar yaşanan olaylardır.
Basın İlan Kurumu (BİK), aslında iyi niyetlerle kurulmuş. Yerel medya ve medyayı destekleyen, finans imkanı sağlayan kurum. Ama bugün güce, yani iktidarı sorguladığı için ben size ilan vermiyorum diyen infaz kurumuna dönüşmüş durumda…. Başka bir konu RTÜK. Kuruluş amacının tümüyle dışına çıkmış durumda. Gücü denetleyen, iktidarı eleştiren televizyonlara nasıl ceza veririm arayışı içinde. Bu arayışa kilitlenirseniz medyanın özgürlüğünü mahvedersiniz. Bir anlamda sansür kurulu olmanın dışına çıkmak zorundadır. Sadece politikacılardan oluşan kurul, elbette ki tepeden gelen talimatların gereğini yapan kurula kısa sürede dönüşebilir. Bunun değişmesi lazım.
Medya patronuna baskı yapıyorsunuz, BİK aracılığıyla ilanları kesiyorsunuz, RTÜK aracılığıyla ceza kesiyorsunuz, bu yetmiyor. Bazen yargıyı da sopa olarak kullanıyorsunuz. Birincisi gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanması. Oysa yasada tutuklamanın istisnai bir kurum olduğu ifade edilir. İkincisi doğru haberlere erişim hakkının yargı kararıyla engellenmesi. Bir başka sorun, sahte tirajlar. Geçen yıl bütçe görüşmelerinde bunu ifade etmiştim. Bağımsız bir denetçi gönderin. Gerçek tirajlar üzerinden Basın İlan Kurum versin paraları. Sahte tirajlar üzerinden açıkça devlet soyuluyor.
Kamu reklamları. Kamu kurumlarının reklamları sadece iktidarı öven medya organlarına gidiyor. Diğerlerine gitmiyor. Olması gereken tirajına, reyting ölçülerine göre yaparsınız, kimse rahatsız olmaz. TRT’nin tarafsızlığı, bağımsız bir kurum. Bağımsız olmadığını siz de biliyorsunuz. Bunların dışında doğrudan gazetecilere fiili saldırı oluyor. Özelikle köşe yazarlarına sokağın ortasında saldırı olabiliyor. Eğer iktidarın yanındaysanız para bolluğu içinde görevinizi yapıyorsunuz. Bağımsız gazeteciyseniz bütün bu sorunlarla karşı karşıya kalıyorsunuz.
"Basın kartını gazeteciler vermeli"
Ne yapmalıyız? Haber yapan gazetecinin tutuklanmaması lazım. Yargılama olabilir ama daha başta tutuklarsanız, medya özgürlüğüne büyük darbe vurmuş olursunuz. Basın kartı. Kimin gazeteci olup olmadığına siyasi iktidar karar vermez. Gazeteciler karar verir. Sizin çatı örgütünüz olmalı. Kime basın kartı verilecekse onlar karar vermeli. Gazetecilik mesleğinin önemine en çok gazeteciler değer verirler. Gazeteci olup olmadığını devletin kurumları değil fiilen bu işi yapan kurumların karar vermesi lazım. Basın İlan Kurumu’nun yeniden yapılanması lazım. Meslek örgütlerinin sayısının arttırılması lazım. İster yazılı, ister internet medyası olsun gazetelerin temsil sayısının arttırılması gerekiyor… Gazete tirajlarının bağımsız denetim kurumları tarafından denetlenmesi ve gerçek tirajların ortaya çıkarılması, ona göre kaynak aktarılması gerekiyor. Böylece bir soygunun önlenmesi anlamına geliyor.
RTÜK’ü örnek vereceğim size. Bazen soygunun hangi boyutlara ulaştığını göstermek için. İstanbul’da kule yapıldı. Kule Anonim Şirketi diye şirket kuruldu. 100 radyo kuleye bağlandı. RTÜK, burayı 1 milyon 605 bin liraya Kule A.Ş.’ye verdi. Ortalama yıllık 1 milyon liraya kiraladı. 100 radyondan 1 yılda aldığı para ise RTÜK’ün 1 milyon değil 357 milyon 575 bin 664 lira. Değerli arkadaşlar, yerel medyanın ve radyoların güçlendirilmesi gerekirken, tam tersine oradan para çekiliyor. 1 milyona kiralıyorsunuz, onun karşılığında 357 milyon alıyorsunuz… Ayrıca kafe ve restoranlardan sağlanan gelirler hariç.
Basın İlan Kurumu’nun fiyat tarifeleri de siyasi iktidarın iki dudağı arasında, onun da değişmesi lazım… Basın İlan Kurumu’nun yerel medyaya pozitif ayrımcılık yapması lazım. Yerel medyanın bazen çalışanlarına ücret ödemekte zorluk çektiğini biliyoruz.
"Medyada sendikalaşma zorunlu olmalı"
Sendikalaşma. Medyada sendikalaşma zorunlu olmalı. Şunun için ifade ediyorum; medya çalışanı patronuna karşı da haberinin arkasında durma gücüne sahip olmalı. Ama ücret sendikacılığı değil. Gazeteci yakaladığı haberi özgürce yazabilmeli. Patron şu haberi yazma dediği zaman da ‘hayır haberi yazmalıyım’ diyebilmeli. RTÜK’ün yeniden yapılandırılması lazım. Siyasetçilerin sayısı çok, minimum yapılabilir. Medya kurumlarının temsilcilerini sayısı artırılmalı. Objektif kurallara uygun reyting ölçüm sistemini gelmesi lazım. Bedava ilanlar var. Sağlık Bakanlığı, diğer kurumların. İlan veriyorsanız, bunun bedelinin de ödenmesi gerekiyor. Sosyal medya giderek gelişen bir alan. Bazen gerçekten de doğru olmayan binlerce haberin yer aldığı bir medya. Burada teyit mekanizmasının oluşması gerekiyor.
"Yolsuzluk ülkede meşrulaştı"
Bunlardan çok daha önemlisi, sizlerin etik değerlere bağlı olarak çalışmanızdır. Arkadaşlarım araştırmacı gazetecilikten söz ettiler: Bugün her şey yağıyor. Öyle noktaya geldi ki. Eskiden yolsuzluk bakanı götürür, iktidarı devirebilirdi. Adeta yolsuzluk meşrulaştı bizim ülkemizde. Yolsuzluk yapmayanın eleştirildiği bir Türkiye tablosu çıkmaya başladı. Her birimizin bundan ne kadar sorumluluğu var, gazetecilerin ne kadar sorumluluğu var. Haberin arkasında durmak, sonuç alıncaya kadar arkasını bırakmamak doğru bir tutum değil mi? Haberi yazıyoruz, 3 gün sonra herkes unutuyor. O zaman faklı bir tablo ortaya çıkıyor.
İktidar sahipleri alkış isterler doğrudur. Ancak eleştiriye ihtiyacı var. Hatalarını görmeleri açısından. Ama gazeteci tarafsızlığını yitirdiği an. Objektif olmayı yitirdiği andan itibaren, sadece belli desteklemek için haber yaptığı andan itibaren, saygınlık dediğimiz alan yara almaya başlıyor. Bunda hepimizin sorumluluğu var. Gazetecilikteki bozulmayı şuna bağlıyorum. Eskiden gazeteciler halkın arasında otururlardı. Asil Nadir’in medya dünyasını girmesiyle, o dönemin önemli yazarları dolar bazında transfer edildi. Bunlar halkın arasından çıkıp boğazdaki villalara taşındılar. Halkın sorunlarını gören, yaşayan kişi olarak alandan çıkıp, sorunları olmayan alanlarda oturmaya başladılar. Halkın sorularını değil başkanlarının sorunlarını dile getirmeye başladılar. Siyaset kurumlarını etkileyerek, patronlarının sorunlarını acaba nasıl çözerim demeye başladılar.
"Kamu görevlisi ailenin militanı olamaz"
Şunu da ifade edeyim. Sosyal medyada bir küçük açıklamam olmuştu. Açıklamanın özünde yatan şu. Kamu görevlilerine sesleniyorum. 27,5 yıl kamuda görev yapan bir kişi olarak kamu görevlilerine hitap ediyorum. Gazetecilik etik değerleri yüksek olan meslekse kamu görevlileri için de aynı kurallar geçerlidir. Görev alanları yasada tanımlanmıştır. Bir aile ve partinin siyasi militanı olamaz. Görevini yasalar çerçevesinde yapması gerekir. Yasalar çerçevesinde değil de gelen talimata göre yapıyorsan, toplumda gelir dağılımının bozulmasının aktörü haline geliyor. Çünkü kaynağı bir geniş kitleden alıp, bir avuca aktarmasını biliyor.
"Türkiye'nin memuru olun"
Kamu görevlisi, ailenin veya Saray’ın değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin şerefli memurları olmak zorundadır. Bu çağrıyı yaptım, yapmak zorundaydım… Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu bölgelerinde fakir ailelerin çocuklarının ne büyük hayali devlet memuru olmaktır. Siz bu beklentiyi onların elinden alıp, bir vakıf aracılığıyla belli kişilere verirseniz, bunun savunulacak yanı var mıdır, ahlaki yönü var mıdır? Bunu eleştirdim. Devleti yöneten kişi, kendisi ve ailesiyle topluma örnek olmak zorundadır… Aile boyu devlet yönetilmez. Bir kişi seçime giriyorsa onun yönetmesi lazım. Bir kişi girip aile boyu yönetiliyorsa, bu olmaz. Devlette çürüme başlar.
"Memurlara bir şahsın ve ailesinin çıkarlarına hizmet etmeyin diyorum"
Memurlara bir şahsın ve ailesinin çıkarlarına hizmet etmeyin diyorum. Siz devletin şerefli memurlarısınız, devlete hizmet edeceksiniz. Kanun dışı size her ne yaptırıyorlarsa, pazartesi itibariyle durun. Saldırılıyoruz, ‘nasıl bunu söylersin’ diye. Bütün bu tablo olurken asla karamsarlığa kapılmadım, karanlığın en koyu olduğu dönem güneşe en yakın dönemdir. Buradan bütün gazeteci arkadaşlarımın önünde. Haksızlıklara karşı kesinlikle duracağım. Baskılar, tehditler elbette olacak ama bu kardeşinizin haksızlıklar karşısında susmayacağını öncelikle sizin çok iyi bilmenizi isterim.
Her birinizin kalemi adalet, doğruluk, sevgiden yana yazmalı çizmeli. Haktan, hukuktan yana olmalı. Mücadele budur. Halkı aydınlatarak, doğruları söyleyerek yapmamız gerekiyor…
Erdoğan'a yanıt
Sayın Erdoğan bir açıklama yapmış. ‘Kılıçdaroğlu’nun kamu görevlilerine yönelik tehdidi suçtur. Bay Kemal’in heves ettiği vesayet günleri geride kaldı’ diye. Yolsuzluklara karşı mücadele edeceğim. Yolsuzlukları savunan kişilere karşı da mücadele edeceğim. Bunu en başta bilmesi gereken de Sayın Erdoğan’dır. Bir daha söylüyorum, kanun dışı talimatları kim yerine getirirse, fakirin fukaranın cebine kim elini atarsa, fakirin fukaranın kim hakkını yerse onun karşısında olacağım. Yanında Erdoğan dahi olsa! Adaletten, haktan, hukuktan yanayım. Kanuna uyan, vatandaşın hakkını koruyan herkesin benim başımın üstünde yeri var…”
TIKLAYIN | Erdoğan’dan Kılıçdaroğlu’na: Sen nasıl olur da bu ülkenin memurlarını tehdit edersin, sen kimsin ya?