'Keşke Gerçek Olsa', 'Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey', 'Özgürlük İçin' gibi kitapların yazarı Marc Levy, "Kendine duyulan aşk insanın sonunu getirir" dedi. Levy, Türk edebiyatına hakim olmadığını ancak Orhan Pamuk'un kitaplarını yakından takip ederek okuduğunu da dile getirdi.
İmre Cebeci'nin yazar Marc Levy ile yaptığı ve ntvmsnbc'de yer alan söyleşisi şöyle: Levy, bol ödüllü, başarılı ama kendi ifadeleriyle mütevazi ve içe kapanık bir yazar. Yazdığı kitaplardan üçü sinemaya aktarıldı. Son aylarda yeni kitabı üzerinde çalıştığı öğrenilen Levy, ntvmsnbc’nin yanıtladı:
Hikayelerinizde ulaşılması zor ya da imkansız aşkları yazıyorsunuz. İmkansız aşkta size bu kadar çekici gelen nedir?
‘‘Sonsuza dek mutlu yaşadılar’’ cümlesi ile bir kitaba başlamak daha zor. Bu aslında aşk ve imkansızlıklar ile ilgili değil, aşkın karmaşıklığı ile ilgili.
Eğer aşk yüzyıllar boyunca birçok yazar, ressam, heykeltraş, müzisyen, yönetmen için bir ilham kaynağı olduysa bunun sebebi aşk hissinin ve ifadesinin karmaşıklığının sınırsız bir keşif alanı olmasıdır. Asıl ilginç olan bir karakterin aşkın evrimlerine nasıl boyun eğdiğini izlemek.
Bir insanı aşkın hangi hali yok edebilir?
Kendine duyduğu aşk bir insanın sonunu getirebilecek tek aşk şekli bence. Ayrıca büyük hayal kırıklıklarında kişinin kendini gönüllü olarak acı çekmeye çarptırdığını ve o acıyı yaşadığını hissetmenin bir yolu olarak kullandığını düşünüyorum. Bence en kötü aşk durumları bile biraz öz saygı meselesidir.
Kendinizi hangi sebeplerle ne kadar ortaya koymak istediğinizdir. Ama kesinlikle hala inanıyorum ki kendinize duyduğunuz aşk en yok edici olanıdır. Sizi tek başınıza haysiyetinizi bitirecek kadar hayal dünyasına sürükleyebilir.
Hikayelerinizde sizden bir şeyler var değil mi?
Ben çok utangaç ve kapalı biriyim. Bu doğrultuda kendimi akılda kalacak bir karaktere dönüştürmem imkansız. Bana göre biri yazarken gizliliğinin izin vermediği şeyleri sesli söyleyebilmek için kağıda döküyor.
Bazı yazarların kendilerini, düşüncelerini yaptıkları işlere aktardıklarını gözlemliyorum ve ben hiçbir zaman kendi hayatımda kendimi merkeze koymayı beceremedim. Ben başkalarını merak ediyorum. O yüzden başkaları hakkında konuşmak kendim hakkında konuşmaktan daha ilgi çekici geliyor. Ama yıllar geçtikçe kelimelerin ardına saklanmak daha da zorlaşıyor. Ve bazı karakterleri tekrar okuduğumda kendimi onlara biraz daha yakın hissediyorum.
Son zamanlarda yazmış olduğum ve tesadüftür ki konusu İstanbul’da geçen bir kitabımda (The Strange Journey of Mr. Draldry) kendimi ana karaktere çok yakın hissettim. O karakterin benim yaşamımla bağlantısı olmasa bile. Yani otobiyografik bir durum yok ama bazı duyguları, hisleri ve düşünceleri bana çok yakın geldi. Inanıyorum ki içe kapanık olduğunuzda birkaç farklı karakterde kendinizi görebiliyorsunuz.
Hiç tecrübe edebileceğinizi düşünmediğiniz bir hikaye yazdınız mı?
Entelektüel olarak cevaplıyorum: Hayır. Ahlaki olarak cevaplıyorum: Hayır.
İyi yazar tanımınız nedir?
İyi bir yazar kolaylıkla kendini bir kadın ya da adamın yerine koyabilmeli. Androjen olmanın yanında iyi bir yazarın yaşı da olmamalı. Bir anda yaşı çok büyüyebilmeli ve gerekirse bir çocuk olmalı. Çünkü yazan insan bir bukalemundur.
Benim için bunun en genel tanımı; konuşmaktansa dinlemeyi seven, odak noktası olup göstermektense gözlemleyen olacaktır. Hayatın kendisi dünya çapındaki bütün yazarlardan daha fazla hayal gücüne sahip. Ona bakıp, onu izleyip ilham kaynağına döndürmek için alçakgönüllü olmak gerekiyor.
'Keşke benim kalemimden çıkmış olsaydı' dediğiniz eserler var mı?
Binlerce! Sadece bir tanesini söylemek çok zor. Birini unutursam üzülürüm. O yüzden isim vermeden belki çok fazla olduklarını söylemek daha doğru. Bu aynı zamanda yazma sürecindeyken okuyamamamın da sebebi. Çünkü kitap yazma süreçlerimde hayran olduğum yazarların kitaplarını okursam o süreç çalışmalarımın hepsini çöpe atmamla sonuçlanabilir. Yani, evet çok çok fazla hayranı olduğum eser var.
O zaman şöyle sorayım, yazar olarak ekolünüz kimler?
Tahmin edersiniz ki çok fazla var. Ama en kalın çizgilerle kendini belli eden ekollerim Ernest Hemingway, Jacques Prévert, Antoine Audouard, Romain Gary, Panuk, Salinger, Steinbeck, St Exupery… Ama tekrar söylüyorum, çok çok fazla ekolüm var.
Türk edebiyatını takip ediyor musunuz? Okuduğunuz Türk yazarlar var mı?
Açıkçası Türk edebiyatını takip ediyorum dersem yalan söylemiş olurum. Yeteri kadar Türk edebiyatına hakim değilim Ama dünyadaki bir çok okur gibi ben de Orhan Pamuk’un kitaplarını özenle okuyorum. Çalışmalarına gerçekten hayran olduğumu söyleyebilirim. Hatta bir önceki soru için verebileceğim isimlerden biri de odur.
Levy'nin kitabından uyaralanan Keşke Gerçek Olsa.
Sizin de kitaplarınız sinemaya uyarlandı, edebiyat uyarlamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sinema da edebiyat gibi bir hikayeyi anlatmanın yollarından biri. Bir romanın filme adaptasyonu söz konusu olduğunda, bir kitabın 10, 12 hatta bazen 15 saatte sayfalarca anlattığı hikayeyi yönetmen 110 dakikada anlatır.
Bir kitap yazdığınızda okuyucuyu okuduğu hikayenin oyuncusu ve yönetmeni olması konusunda cesaretlendirirsiniz. Ama sinema bu hayal gücü özgürlüğünü takipçisine bırakmaz. Her şey önceden hazırlanmış ve dayatılmıştır. Söylenebilecek tek şey, bir sinema eseri ile kitabın karşılaştırılamayacağıdır. Adaptasyonda bile… Adaptasyonun asıl olayı kitabı filme çevirmek değil, kitapta anlatılan hikayeyi sinemada anlatılan biçimde aktarmaktır.
Bazı adaptasyonlar aslında yakın ve gerçek bazıları değildir. Ama bunun çok büyük bir önemi yok. Hikaye, anlatıldığı sürece yaşamaya devam eder. Ben kendime kitaplarımın sinema uyarlamaları hakkında yorum yapmayı yasakladım örneğin. İkisinde uyarlama kitaba oldukça uyuyordu.
Üçüncüsünde ise zar zor. Ama bunu sorun etmiyorum. Çünkü bu yönetmenin içe kapanıklığı ya da özgürlüğüyle alakalı bir durum. Yani edebiyat uyarlamaları negatif yorumlanması gereken bir şey değil, hikaye anlatıldığı sürece önemli değil.
Sizin kelimeniz nedir? Var mı öyle bir kelime?
Özgürlük.
Peki, ceza almayacağınızı bilseniz hangi suçu işlerdiniz?
Yasadışı herhangi bir eylem için, itiraf edecek kadar bir ihtiyaç hissetmiyorum. Aslında belki gençliğimde özgürlüğünü tattığım ve son 20 yılda gelişerek artan yasaklardan birini çiğnemek olabilir.
Bir restoranda sigara içmek, kırsal bölgede dayatılan yüzlerce yasa, kural ve kılavuzun uygun gördüğü değil, kendi istediğim hızda araba sürmek. Ha, bir tane daha var; havaalanında kıyafetlerimi çıkarmamak, eşyalarımı açıp göstermemek ve uçuş öncesi bir büyükanneyi vurup vurmadığım gibi soruları cevaplamamak. Gidip, o hergün karşımıza çıkan minik yasakları bulurdum. Belki bir de… Hımmm yok, bu sonuncuyu kendime saklasam daha iyi.