Tiyatro sanatçısı Levent Üzümcü, Türkiye’nin içinde bulunduğu ortam için, “Bakın dokuz seçim kazanıldı, her seçim sonrası medyada insan kıyımı yapıldı. Her seçim belli muhaliflerin ipini çekti. İnsanları daha radikal olmaya, soğukkanlılığını kaybetmeye itiyor sistem. Korku bir ülke yönetim sistemi değildir” dedi. Üzümcü, 12 Eylül 1980 darbesiyle yönetimi ele alan Kenan Evren’in konuşmalarına dikkat çekerek, “1982 yılında Kenan Evren’in İstanbul ve Eskişehir konuşmalarını dinleyin, bunlar internette de var. Değişen hiçbir şey yok!” ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet gazetesinden Ali Deniz Uslu’ya konuşan Levent Üzümcü, özellikle sosyal medyadaki muhalif sözleri için zaman zaman tehdit aldığını söyledi. Uslu’nun “Bir tek ben kalmadım muhalif konuşan” başlığıyla yayımlanan (28 Eylül 2014) Levent Üzümcü söyleşisi şöyle:
'Bir tek ben kalmadım muhalif konuşan'
Muhalif bir sanatçı Levent Üzümcü. Bu yüzden sosyal medyada sık sık hedef gösterilse de doğru bildiğini söylüyor: "Tehditlerle yaşamaya alıştık, Her seçim belli muhaliflerin ipini çekti. Korku bir ülke yönetim sistemi değildir".
Levent Üzümcü’yü bu sezon tiyatroda İstibdat Kumpanyası’nda izleyeceğiz... Ayrıca Panos Karkanevatos’un yönettiği “Riverbanks”ta “Levo” isimli bir karaktere hayat veriyor olacak. Bu film Toronto ve Berlin’de yarışacak. Filmin konusu ise insan ticareti. Üzümcü, bu filmde Yunanca-Türkçe oynuyor. Elinden geldiğince de tiyatro sahnesinde aktörlük yapmaya devam edeceğini söylüyor.
Bazen sorulan sorular insanı güdülüyor, yönlendiriyor. Bir resim çiziyorsunuz ve o resim üzerinden konuşmaya başlıyoruz bu çok doğru. Ben de öyle başlayacağım, “Terörize edilen sosyal medyada en çok linç edilenlerin başında geliyorsunuz değil mi?”
Evet bu genelde böyle. Mesela “Tiyatroya kimse gitmiyor neden?” diye bir soruyla başlandığında tiyatroya hiç gidilmediği varsayımını doğru kabul etmiş ve güdülenmiş oluyoruz. Halbuki tiyatroya gidenler düşünülenden çok daha fazla. Şimdi sen de böyle bir resim çizdiğin zaman aslında ortamı domine etmeye çalışan provokatif kişilerin ağzıyla konuşulan evrenden bahsediyoruz. Bu tehlikeli ve sakıncalı bir şey. Bu manipülasyon için maaş alan bin kişinin eseri. Ve inanın yüz trol ile bir kişiyi intihara sürükleyebilirsin. Bunlar kötü insanlar, vicdanları yok. Şöyle bir şey duydum henüz bu sabah “İnsanın tanrısı vicdanıdır, vicdan insanın tanrısıdır” diye. Bizdeki durum ortada! O yüzden onların yarattığı dünya üzerinden konuşmayalım. Elbette onları görmek, onların ruh halini bilmek önemli. Ku Klux Klan gibi bir yapı oluşturuyorlar neredeyse.
Türkiye’de yalanın kutsandığı bir dönemden geçiyoruz. Herkes de birbirini kandırıyor.
Türkiye artık kapitalist de değil neoliberal politikalarla şekilleniyor. Tüm bu işçi ölümlerinin sorumlusu da neoliberal politikalar. Elbette bu politikalar başka ülkelerde de var, orada da insanlar mutlu değiller ama sosyal hakları güvence altında. Eğitimde, sağlıkta, barınmada asgari müştereklere sahipler. Adalet konusunda en sıkıntılı İtalya ve Yunanistan’da bile adalet geç de olsa gelir. Türkiye’de gelmez, geldiğini sanırsın. Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bakarsan, ne kadar dava gitmişse oraya hepsi kazanılmış. Türkiye inanılmaz tazminatlar ödüyor. Demek ki Türkiye evrensel hukuk ilkelerine aykırı şeyler yapıyor. Referandum yapıldı “yetmez ama evet” için, adaletin özgür olacağını savundular. Bunu savunanlar şimdi “HSYK’nin üzerimizde Demokles’in kılıcı gibi durmasına izin vermeyeceğiz” dediler. Bu kadar işte bu ülke! Yalan o kadar fazla ki, her yerden fışkırıyor. Taşmış bir lağım gibi Türkiye’nin yalanları. Ülkenin hepsi böyle değil tabii, siyasi bir zümre var. Ekonomi ile kendini güçlendirdi, ekonomik korkuları olanları da sindirdi. Tahakküm kurdu, “biz gidersek aç kalırsınız” diyor şimdi de ortam bu. Siyasi erk medyayı kullanıp insanlara saldırıyor. Bilim insanlarının uyardığı bir inşaatta ölüm oluyor sen “şehit” diyorsun. Kontrolsüzlük ve tedbirsizlikten 301 madenci ölüyor fıtrat oluyor. Kafasına ağaç düşerek ölen var! Kolay ölümler ülkesi.
Ama yakın tarihe baktığımızda!
İnsan gerçekten hayret ediyor! İzmir’de bir asteğmen cenazesinde annesi “benim oğlum şehit değil, hakkımı helal etmiyorum” demişti. Kimse hakkını helal etmiyor artık.
“Neden bunları konuşuyorsun” diyorlar size. Nedir derdiniz?
Arkadaş benim olayım bu! Sanat dediğin, tiyatro dediğin bunları tartışır. Evet, tüm bunlar bana kaldı. Politika hayatın kendisidir, konuşan insan politiktir. Soru sorduğunda politiksindir, yaşamak politik bir eylemdir, bunu inkâr etmek riyakârlık. Beni görmezden gelmeleri olmadığım anlamına da gelmez.
Herkes medyanın diliyle konuşuyor
Korktuğunuz olmuyor mu? Malum tuhaf bir ülke burası.
Ya kimden korkacaksın! Bana laf edenler yolda selam veremezler, yüzüne bakmaya çekinirler. Korkaklardan korkulur mu? Dünyanın en korkak insanları faşistlerdir. Bunu sosyologlar, antropologlar, psikologlar bilir, onlara gerek yok herkes bilir hatta. Bunlar sırtlan sürüsü gibi bir araya gelecekler öyle linç edecekler. Başka türlü yaşayamazlar çünkü. Benim kimseden korkum yok! Tabii bunu tahrik etmek için de söylemiyorum. Varsa bir durum oturur konuşursun.
Yakın çevrenizden bu anlamda canınızı sıkanlar oldu mu?
“Bir tek sen kaldın” diyorlar bana da. Ben kalmadım muhalif konuşan, herkes konuşuyor. Herkes kendi ifade yeteneğince derdini anlatıyor, belki ben biraz sivriliyorum o kadar. Sanat dünyasında ülkenin gidişatından herkes mustarip. Tabii bu arada “Sanatçı kimdir” sorusunun yanıtı önemli. Memlekette kavramlar birbirine girdi. Herkes medyanın diliyle konuşuyor, düşünüyor. Büyük şirketler paralarını korumak, daha fazla kazanmak için siyasi gücün destekçisi, yardakçısı olmak zorunda. Bugünkü sistemi dayatan rejimi desteklemedikleri takdirde işleri bitiyor. Bu şirketlerin gazetesi var, televizyonu var, taşıma şirketi var, inşaatı var... Gel de diklen, mümkün mü? Tehditlerle yaşamaya alıştık. Zaten konuşan herkese de müfettiş yolluyorlar. Bakın dokuz seçim kazanıldı, her seçim sonrası medyada insan kıyımı yapıldı. Her seçim belli muhaliflerin ipini çekti. İnsanları daha radikal olmaya, soğukkanlılığını kaybetmeye itiyor sistem. Korku bir ülke yönetim sistemi değildir.
Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir
Ya Yeni Türkiye?
Zeytinyağını şişesi satar, kolonyayı da öyle. Yani ambalaj satar, içindeki değil. Bu bir çeşit makyaj, içerikte bir değişiklik yok. İnsanlar mutsuz, insanlar öfkeli. Edip Cansever’in de dediği gibi “Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir.” Burada ciddi bir sıkıntı, sahte bir refah ve samimiyetsizlik söz konusu. 1982 yılında Kenan Evren’in İstanbul ve Eskişehir konuşmalarını dinleyin, bunlar internette de var. Değişen hiçbir şey yok! Şehir Tiyatroları’nda Zengin Mutfağı oynanıyor. Oyun 1970’li yıllarda yazılmış, evin zengin sahibi zenginliğini korumak için faşistlerden yararlanıyor. Çıkarı için her şeyi yapan, her şeyi mubah gören tipik ülkem insanı yani. Toplumsal çatışmayı anlatıyor oyun. Bu çatışmayı evin aşçısının gözünden aktarıyor. Onun gözünden görüyorsun Türkiye’yi. Oyunda “Beyefendi çapulcular basmış etrafı” diye bir replik var. Sırf bu yüzden oyunu köşeye sıkıştırdılar. “Çapulcu diyorsunuz, hayırdır?” dediler. Eğer doğaçlama olarak söyleniyorsa dava çıkacak yani ama metin 40 yıl önce yazılmış. Güler misin ağlar mısın? Aynı Türkiye, aynı argüman. Sonra “vay siyaset yapıyorsun!” diyorlar “Lan hayatın özü siyaset be!” Bizi yönetenler istediklerini yapacaklar, biz hiçbir şey yapmayacağız. Yok öyle...
Herkes bir şekilde artık politik. Doksan dakikası 1-1 biten bir maçta herkes son saniye golünü bekler gibi.
Bence hiç öyle değil, maç bitmiş millet gol bekliyor. Maçlar bittikten sonra gol olmaz. Umutsuzluk anlamında söylemiyorum bunu, umut bitmez ama maç bitti. Hayal kurmayı bırakalı da çok oldu. Artık işimiz gerçekler.
Yeni projeleriniz var mı, neler yapıyorsunuz?
Elimden geldiğince aktörlük yapmaya çalışacağım tiyatro sahnesinde. Bu sezon İstibdat Kumpanyası’ndayım. Yoğun olarak İstanbul Profilo Sahnesi’nde oynayacak, sonra da Türkiye’yi gezeceğiz. Bir de Yunanistan’daki ekonomik kriz yüzünden iki yıl rotar yapan “Riverbanks” filmi var. Yönetmeni Panos Karkanevatos, Toronto ve Berlin’de yarışacak bu film. İnsan ticaretini anlatıyor, Yunanca-Türkçe oynuyorum, karakterimin adı da “Levo”. Bu da güzel bir tesadüf. Türkiye’de senaryolar çok zayıf. Herkes sürekli yazıyor ama okuyan yok! Tiyatro ise bizim çocuk parkımız, mahallemizde saklambaç, Japon kale maç yapar gibiyiz orada.