Cumhuriyet muhabiri Pınar Öğünç, beyaz yakalıların iş koşullarına ve örgütlenme biçimlerine dair olarak, ‘’Ofisten direniş, plazadan dayanışma çıkar mı?’’ diye sordu. Bir mali müşavirin “Beyaz yakalıları kaymak tabaka sanıyorlar” şeklindeki sözlerini aktaran Öğünç, ‘’Üniversiteden mezun olduktan sonra yetmiş ikinci iş görüşmesinin ardından girebildiği ofis işinde, her an atılma riski ve her ay kredi kartı borcunu bitirebilme ümidi ve kemikleşmiş bir yetersizlik, yabancılaşma ve yalnızlık hissiyle yaşayan bir beyaz yakalı, işçi midir? “Tuzu kuru” mudur, sistemin ona öngördüğüne razı mıdır? Ofisten isyan, plazadan direniş, dayanışma çıkar mı? Beyaz yakalılar nasıl bir araya gelir?’’ diye yazdı.
Cumhuriyet gazetesinden Pınar Öğünç'ün analiz haberi şöyle:
John Berger, 19. yüzyılın alt sınıflarını, eşitsizliklerini, kapitalizmin serpilişini romana sokan Charles Dickens’ın geçen zamana rağmen “çağdaş” bir yazar olduğunu düşünüyor. Dickens’ın tarif ettiği yoksulluğun miadını doldurduğuna inanılan bu çağın, nasıl görülmemiş nicelik ve derinlikte yeni bir yoksulluk doğurduğunu anlatıyor Berger. (İstanbul’dan Gelen Telefon, John Berger-Yücel Göktürk, Metis)
19. yüzyıldan bu yana dünyanın çehresi hızla değişirken, birçok fikir insanı da kapitalizmin erken, 'vahşi' günlerine doğru dönüşünün tezlerini sıralıyor. Dickens romanlarındaki gibi bir eşitsizlik ve yoksulluk... İşsizliğin yapısallaştığı, çalışma koşullarının çetinleşip güvencesizliğin kara bir bulut gibi her çalışanın ensesinde dolandığı zamanlar... “Açlık sınırına” şükrettirebilen, işsizin yanında işi olanın da yoksulluğundan bahsettiğimiz devirler... Mesela torba yasadan çıkan “kiralık işçilik”, Türkiye için de artık bir hakikat; çalışandan yana hak kayıplarıyla geçici istihdam modellerinin normalleştiği günler... Meslek hastalıklarının, iş kaynaklı cinayet gibi ölümlerin ve belki en mühimi, bu vahşi döngünün, herkesi alternatifinin olmadığına ikna ettiği zamanlar... “Herkesi” demeyelim.
Tarımın ticarileşmesi ve çözülmesi, şehirli nüfusun tüm dünyada artışı, hizmet sektörünün çeşitlenerek büyümesi son bir-iki yüzyılın ezberlettiği bazı kavramları da zımparaladı. Maddi emek ve zihinsel emek, beyaz yakalılar ve mavi yakalılar, vasıflı ve vasıfsız işçiler mağduriyette birbirine yakınlaşarak yeni sınıf manzaraları koyuyor önümüze. Üniversiteden mezun olduktan sonra yetmiş ikinci iş görüşmesinin ardından girebildiği ofis işinde, her an atılma riski ve her ay kredi kartı borcunu bitirebilme ümidi ve kemikleşmiş bir yetersizlik, yabancılaşma ve yalnızlık hissiyle yaşayan bir beyaz yakalı, işçi midir? “Tuzu kuru” mudur, sistemin ona öngördüğüne razı mıdır? Ofisten isyan, plazadan direniş, dayanışma çıkar mı? Beyaz yakalılar nasıl bir araya gelir?
Son yıllarda, özellikle de Gezi’yle yeni bir ruh kazanan beyaz yakalı örgütlenmeleri bu sorulara kafa yoruyor, “işçi olduğunun farkında olmayan apolitik güruh” klişesiyle boğuşuyor, itiraz yolları arıyorlar. En önemlisi de dayanışıyor. Ekonomik krizin soluğunu hissettirdiği, kiralık işçiliğin dayatıldığı, zorunlu bireysel emekliliğin konuşulduğu günlerde Türkiye. Bu yazı dizisinde işi olan, olmayan, serbest/freelance çalışan beyaz yakalılar ahvali ve o “hayaleti” anlatıyor.
İstanbul’da, plazaların fermuar dişlileri gibi ufku sardığı Levent’te metro istasyonu. Tarihlerden 1 Mayıs. Biri mühendis, biri çevirmen, biri bankacı belki. Ellerinde sprey boyalar. Daha önce deneme yapmadıklarından biraz da acemice, duvara yazmaya başlıyorlar: “1 Mayıs’ta işe geldin, bari çalış...” Laf bitmemiş ama sprey boya bitivermiş. Böyle kalamaz. Önce tükenmez kalemle deniyorlar, sonra içlerinden bir kadın, çantasından rujunu çıkarıyor ve mesaj tamamlanıyor: “1 Mayıs’ta işe geldin, bari çalışma!” Hikâye buradan başlasın. Beyaz yakalı örgütlenmeleri arasında ismi en sık duyulanlardan biri Plaza Eylem Platformu (PEP, http://plazaeylem. org/). 2008’de IBM’deki sendikalaşma çalışmaları sırasında yolları kesişmiş. İsimlerini o dönemki “plaza eylemlerinden” alıyorlar, yoksa karşımdaki beş kişi farklı sektörlerde, farklı ofis tiplerinde çalışıyor.
Çekirdekte 25 kişi yer alsa da etkinliklere, eylemlere gelen, takip eden, içlerinde yönetici düzeyinde çalışanın da olduğu üç bin kadar kişi demek PEP. Temel hedefleri galiba normalleşmenin önüne geçmek. Neyin? Servisten fazla mesaiye, performans baskısından mobbinge kanıksanmış çalışma şartlarının. Bunlar üzerine konuşmak, kimi hallerde direnişler örgütlemek, lüzumlu hallerde hukuki yolları zorlamak... http://istenatildim.org/ siteleriyse işten çıkarılma hallerinde hukuki ve psikolojik dayanışma için kurulmuş. Her toplantıları gayriihtiyari biraz buna dönse de, daha geniş katılımlı Deneyim Paylaşım Atölyeleri düzenliyorlar. Bir arada teşhis, birlikte tedavi gibi...
Sorun bireysel değil
Endüstri mühendisi Selin’in 98’de başlayan çalışma hayatında bin kişinin çalıştığı kablo fabrikası da var, işin araştırma kısmına kayarak girdiği küçük araştırma şirketleri de. Alan ve ölçek değiştirmesinde beyaz yakalı olarak fabrikalarda ondan beklenen üretim optimizasyon, ergonomi gibi, patron cenahından bakarak üretimi denetleme vazifesinden yılması da etkili. PEP’in eskilerinden olan Selin, mavi yakalıların uzunca mücadele tarihi yanında beyaz yakalı direnişinin mirası olmadığını, bunun da tek tek kazanımları erittiğini düşünüyor. Kazanım dedikleri arasında, bir şirkette tutarı düşürülen yemek fişlerine itiraz etmek de var, fazla mesailerin usulünce kaydedilmesini sağlamak da.
Mavi yakalıların grevlerine, eylemlerine destek vermeye sıkışmış bir politik varlıkla yetinmek istemiyorlar. “Sahici olmak” dediği sendikayla ya da sendikasız her işyerinde somut talepler üzerinden bir araya gelebilmek. Uluslararası ilişkiler okuyup akademiyi düşünürken kendisini STK projeleri dünyasında bulan Emel, her proje arasında bunalımlı işsizlik mevsimleri de yaşıyor. Yaptığının dışarıdan “fonlar akan” bir iş alanı gibi anılmasından şikâyetçi. Bir yandan da diyelim çocuklarla ilgili bir projede hakkını aramanın zorluğundan. “Bu kadar hayırlı bir iş yaparken sen neden şikâyet ediyorsun?” der gibi. Emel, PEP’le Soma Holding binasının önünde yapılan eylemler sayesinde tanışmış. Beyaz yakalıların birlikte politik bir bilinç geliştirerek, kendini güçlendirerek, deneyim paylaşarak örgütlenmelerini kadın hareketine benzetiyor. “Kadın cinayetleri politiktir” demek nasıl bakış açısını değiştiriyorsa, bireysel sanılan sıkıntılar böyle politik bir zemine oturuyor.
Yüzde beş bin kâr!
Sosyolojide yüksek lisans öğrencisiyken Tekel Direnişi zamanında, onları ziyaret eden PEP’te tanışan Eylem, şu anda freelance çalışıyor, yaptığı işlerin muhteviyatı, süresi değişiyor. Kendisi için işsiz mi demeli, “geçici işler yapıyorum” mu demeli bilememiş bir süre. Eylem, kavramlar üretmenin hukuki mücadelede ve dertlerin yaygınlaşmasında önemli olduğunu düşünüyor. Muhalif görünen kurumlarda yaşanana “gönüllü emeğin sömürüsü” demek gerekli ona göre, işin büyük kısmını stajyerlerle çözen işyerlerindekine “idealizm sömürüsü”... Düşününce on yıl önce “mobbing” de bilinen bir kavram değildi; işyerindeki psikolojik şiddetin üstten yahut eşitten gelen farklı tezahürleri görünmezleşebiliyordu.
İktisat okuduktan sonra 10 yıldan fazladır mali müfettişlik yapan Derya’nın durumu daha farklı. “Beyaz yakalıları kaymak tabaka sanıyorlar” diye başlıyor. Kendisi ağır mobbing altında, yıllar içinde hak kaybederek çalışan bir beyaz yakalı olduğu gibi, şimdiye kadar 150 kadar şirkete de mali denetim için gitmiş. Bunlar çağrı merkezi, yazılım, reklam şirketleri gibi üretim için tek maliyetin beyaz yakalı işgücü olduğu şirketler. “Sıfır kredi, sıfır yatırım, tek gider maaş olmasına rağmen çalışanlara kıdem tazminatı bile ödenmiyor. Yüzde beş bin kâr eden şirketler var ve bunu sağlayan tek şey emek sömürüsü. Çalışanların üzerlerinde baskı inanılmaz” diyor. Birbirine rakip olsalar dahi kimi büyük şirketlerin hak arayanları birbiriyle paylaştığı kara listelerden bahsediyor. Birinden atılan diğerinde iş bulamasın diye patron dayanışması yani.
Beyaz yakalı intiharları
Siyaset bilimi yüksek lisansı yapan Müge, bir süre özel ders verdikten sonra beş yıldır küçük ölçekli bir halkla ilişkiler ajansında çalışıyor. “İşimden bayağı nefret ediyorum” diyor. Diğer yandan iyi iş arkadaşları sayesinde “asap bozucu talepkârlıktaki” müşterilere, “herkesin mutsuz olduğu ama dünyanın en iyi şirketinde çalışıyormuşuz gibi davrandığı” işine katlanıyor. Mesaisinin bir parçası da çalıştıkları firmaların itibar yönetimi, ki bu da bazı haberlerin çıkıp bazılarının çıkmamasını gerektirecek bir medya ilişkisi sağlamak. Ya da birtakım şirketler için medyada görüş beyan edecek uzman ayarlamak. Bütün masa yapmak zorunda bırakıldıkları “pis” işleri de konuşmaktan yana. Bir bankacı, “Çok esnaf batırdım. Başta vicdan yapıyordum, sonra duyarsızlaştım” diye yakınıyormuş. Bir çağrı merkezi çalışanının itirafını aktarıyorlar: “Gündüz o kadar çok yalan söylüyorum ki artık aileme, arkadaşlarıma yalan söylerken hiçbir ahlaki kaygı duymuyorum”. Aynı zamanda gündüz “kandırdığı” müşteriyi akşam evden arayıp o sözleşmeyi nasıl iptal edeceğim yolunu fısıldayan da var ama. Selin, “Çalışma koşulları dışında işlerin kendisini de politikleştirmeliyiz” diyor. Bir yandan beyaz yakalı intiharları gibi çok da görünmeyen bir mevzu var.
Tutmaya çalıştıkları liste dediklerine göre kolay hazırlanmıyor, basbayağı dedektiflik icap ettiriyor. Çünkü genelde geriye kalanlar bu ölümlerin intihar şeklinde anılmasını istemiyor, kurumların itibar hassasiyetleri bilgi edinmelerini zorlaştırabiliyor. Mali müfettişlik yapan Derya masanın diğer ucundan sessizce giriyor lafa: “Çalışırken öyle günler geçirdim ki, anlayabiliyorum intihar edenleri, bana hiç uzak olmadı bu fikir”.
''Kavgada biz de varız''
Ankara merkezli Beyaz Yakalı İşçiler (BYİ, http://beyazyakaliisciler. org/ ), baştan bir tartışmayı bitirmek ister gibi seçmiş isimlerini. Sınıfsal bilinçle hareket ettiklerini söylüyor Adil, kendisi de bir meslek odasında çalışıyor. Çağın değişen çalışma rejimlerine karşı yeni örgütlenme biçimlerinin lüzumuna değiniyor. Toplusözleşme gibi bir hakkı sağladığı için sendikalaşmayı önemli bulsa da, hem bugünün sendikacılığını tartışmaktan hem de mevzuattan kaynaklanann engelleri unutmamaktan yana. Gezi’den sonra bir araya gelen BYİ içinden, Gezi ve beyaz yakalı ilişkisine değinen bir film de çıkmış, ismi manidar: “Kavgada Biz de Varız”. (https://www.youtube. com/watch?v=nbN2DZrHjOc ) Etkinlikleri, forumları oluyor, hem buralarda hem de daimi olarak siteden deneyim paylaşılıyor. “Pencerenizden ne görüyorsunuz?” diye sorup fotoğrafları derledikleri bölüm bile ayrı bir yazı konusu... Bunu okuyan beyaz yakalılar, sizin pencerenizden ne görünüyor?