KCK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Doğu ve Güneydoğu'da artan çatışma ortamına ilişkin olarak, "Abdullah Öcalan özgürleşmeden, Kürt özerkliği tanınmadan savaş durmayacak" dedi. "Kürt halkı Hz. Eyüp’ün sabrına sahip değildir. Bugün Kürt halkının daha değişik seçeneklere yönelme olanakları da vardır" diyen Karayılan, "Eğer AKP hükümeti özerkliği tümden reddeder ve bunu isteyenleri yok etmeye kalkışırlarsa biz de ayrılmayı düşünürüz" ifadesini kullandı.
Son günlerde bölgeyi yakından takip eden bazı yazarların da eleştirdiği hendek meselesine dair "Hendekler 2014'te polis araçlarının mahalleye girmemesi, tutuklama ve işkence yapılmaması için Kürt gençleri tarafından geliştirilmiş kendince bir tedbirdir. Çünkü başka olanakları yok" savunması yapan Karayılan, "24 Temmuz'da yeni bir saldırı dalgası başlayınca gençler tekrardan hendeklere sarılmak durumunda kaldı. 24 Temmuz saldırısı, hem gerillayı, hem de şehirdeki gençliği hedef aldı. Gerilla dağdadır; kendisini savunabiliyor ve bu temelde zaten gerekli cevabı verdi. Ancak gençlerin tek yolu hendekleri kazmaktı. İşte hendek olayı böyle gelişti" diye konuştu.
Avrupa'da yayın yapan Yeni Özgür Politika gazetesinin sorularını yanıtlayan (21 Aralık 2015) Murat Karayılan'ın açıklamaları şöyle:
Türk devletinin yaz aylarında Kürt halkına karşı topyekun savaş ilan etmesinin ardından Kürt halkının ilan ettiği öz yönetimler beşinci ayını geride bırakmak üzere. Daha önce bir çok yönelimle halkın direnişini bastırmak isteyen AKP hükümeti öncülüğündeki Türk devleti, şu an 5 merkezde halka ve şehirlere yönelik çok kapsamlı saldırılar yapıyor? AKP devletinin bu saldırılardaki amacı nedir?
Doğru; şu anda Kuzey Kürdistan’da halkımıza karşı AKP devletinin çok kapsamlı bir saldırısı başlamış bulunmaktadır. Gerçek anlamda bir savaş yaşanıyor. Bütün silahların kullanıldığı bir çatışma ve savaş durumu söz konusudur. Buradaki amaçları AKP devletinin çokça belirttiği gibi sadece hendekleri kapatmak ve kamu düzenini sağlamak değildir. Çok daha kapsamlı bir amaçları söz konusudur.
Bilindiği gibi bugün Ortadoğu’da yaşanan bir kaos ve çatışma durumu vardır. Bölgede, uluslararası ve bölgesel tüm güçlerin dahil olduğu, bir nevi Üçüncü Dünya Savaşı yaşanıyor. Bu süreçle birlikte, Lozan Anlaşması’yla oluşturulan bölge sistemi artık çökmüş bulunuyor. Sözünü ettiğimiz uluslararası ve bölgesel güçler bölgenin yeniden dizaynında ağırlığını koymak, çıkarlarını sağlamak üzere çatışma sürecine taraf oluyorlar. Yani herkes bölgenin yeniden dizayn edileceğini biliyor ve yeni dizaynda kendi çıkarlarını muhafaza etmek için sahneye çıkmış bulunuyor. Bu süreçte Kürtlerin özgürlük mücadelesi önemli bir düzey kazanmış bulunuyor. Özellikle Önder Apo’nun 1970’lerin başlarında gerçekleştirdiği çıkıştan bu yana Kürdistan Özgürlük Mücadelesi gün geçtikçe ivme kazanmış ve bugün önemli bir aşamaya gelip dayanmış bulunuyor. Son 2 yılda ise DAİŞ’e karşı mücadelede Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ve genelde Kürtler bölgede temel bir aktör olduklarını ortaya koymuş oldular. DAİŞ’e karşı mücadeleye bugün Kürtler öncülük etmektedir. Dolayısıyla bölgenin yeniden dizaynında artık Kürtlerin de bir yeri vardır. Lozan’daki gibi bir inkar artık söz konusu olamaz.
Ancak Kürdistan’ın yarısını sömürgesi altında tutan Türk devleti bunun önüne geçmek için halkımıza ve hareketimize karşı savaş ilan etmiştir. Yani bugün bu imha hareketleri, gelecekte bölge yeniden dizayn edilirken Kürt halkının statüsüz, kimliksiz sisteminin devam ettirilmesi için geliştirilmektedir. Özellikle Rojava Kürdistan Devrimi’nin gelişme kat etmesi ve Kuzey’de de seçimlerde görüldüğü gibi Kürt Özgürlük Hareketi’nin toplumsallaşması ve sol güçlerle birlikte özgürlük ve demokrasi öncüsü biçiminde öne çıkması karşısında Türk sömürgeciliğinin bir müdahalesi vardır. Aslında AKP ile derin devlet içindeki bir takım güçlerin uzlaşarak AKP’nin yeniden 1 Kasım seçim konseptiyle iktidara getirilmesinin temelinde de bu gerçeklik vardır. Yani, ‘bölge dalgalanırken ancak tek parti iktidarı Türkiye’nin çıkarlarını koruyabilir, Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni bastırabilir’ hesabıyla anlaşmışlar ve böylece bir konsept oluşturmuşlardır. Dikkat edin; AKP sadece Kuzey Kürdistan’da Kürt halkına karşı bir saldırı pozisyonunda değildir; Rojava’daki devrime karşı da uluslararası diplomasi sahasında bir saldırı halindedir. Kuşatma ve önünü kesme çabası içindedir. Bu yüzden dış alana dönük stratejisini değiştirdi, İncirlik Havaalanı’nı uluslararası güçlere açtı, batıya daha fazla yanaşarak ve İsrail’le arasını düzelterek kendi cephesini oluşturmaya çalışıyor. Yani bir politika değişikliği söz konusu. Tabii ki bununla Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı Uluslararası Komplo’yu yeniden canlandırmayı amaçlıyor. Bu çerçevede Güney’e de müdahale ediyor. Başika’ya gönderilen askerler ve yine Güney’deki bir takım siyasi çevrelere dönük emelleri tümüyle bu strateji çerçevesinde yürütülen çalışmalardır.
Kısacası AKP hükümeti ‘tek millet, tek bayrak, tek dil’ eksenini korumak ve yeni dizaynda Kürt halkının herhangi bir statü kazanmasının önüne geçmek için Kürdistan halkının öz yönetim ve özerklik taleplerini bastırmak istiyor. Bu talebi ileri süren herkesi cezalandırarak, içeri atarak, yok ederek Kürt halkını teslim almak istiyor. Tıpkı 1920’lerde nasıl Kürtler bir boşluğa girdiyse, Kürt halkını öyle bir boşluğa sevk etmek ve kimliğine sahip çıkamaz hale getirmek için bu saldırı dalgası başlatılmış bulunuyor. Yani kapsamı böyledir. Hendek olmasaydı da bu saldırılar başlatılacaktı. Nitekim ateşkesi bozup saldırıları başlattıklarında hendek yoktu. Ama masayı devirdiler, çözüm sürecini boşa çıkardılar, ‘Kürt sorunu yoktur’ dediler ve bu temelde süreci başlattılar.
Bunun ilk kararlaşmasını Ekim 2014’te yaşadılar. Ancak seçim sürecinde bunu daha da hızlandırdılar. 7 Haziran seçim sonuçları onların hesabını boşa çıkardı. Bundan sonra hamleyi daha da kapsamlılaştırarak geliştirdiler. Amaç, Kürt halkını iradesizleştirmek, kimliksizleştirmek, bastırmak, tüm öncü kesimlerini ya teslim almak ya da ezmektir. Böylece köleci bir sisteme razı eder hale getirmektir. Türk devletinin, AKP yönetiminin mevcut saldırılarının esas amacı budur.
Geçtiğimiz günlerde Kürdistan’ın Sesi Radyosu’na bir demeç verdiniz. O demeçte mevcut durumda yaşananın bir iç savaş olduğunu belirttiniz. Bu iç savaş olgusuyla kastettiğiniz nedir? Bunu biraz açabilir misiniz?
Bir çatışma durumuna savaş ya da iç savaş diyebilmek için nelerin olması gerektiğine baktığımızda şu anda Cizre’de, Silopi’de, Sur’da, Nusaybin’de, Kerboran’da bir savaşın yaşandığı açıkça görülür. Tank kullanılıyor mu, evet; top kullanılıyor mu, evet; roket kullanılıyor mu, evet; Kobra helikopterleri kullanılıyor mu, evet; keşif uçağı kullanılıyor mu, evet. Yani bir savaşta kullanılabilecek bütün silahlar kullanılıyor. Şehirler tarumar ediliyor. Şu an Sur’da binaları yıka yıka ilerlemek istiyorlar. Koskoca uluslararası bir yol olan İpek Yolu bir haftadır kapatılmış bulunuyor. Kendi memurlarını Cizre ve Silopi’den çekmiş bulunuyorlar. Yani bir savaş var ve bu savaş kendi halkına karşı veriliyor. O zaman bu bir iç savaştır.
AKP rejimi bunu gizlemek mi istiyor?
Evet. Çünkü AKP öyle sıradan bir parti değil; kendi sistemi olan, rejimi olan bir partidir. Mesela medyayı ele geçirmiş. Dev bir medya gücü var. Bu medya organlarının hepsi bugün birer psikolojik savaş aygıtıdır. Olan şeyi yokmuş gibi göstermede, olmayanı ise varmış gibi göstermede çok ustalaşmış bulunuyorlar. Yalanı gerçek gibi gösterme konusunda zaten derece sahibidirler. Dolayısıyla bu kapsamdaki bir savaşı gizleme konusunda başarılı da oldukları söylenebilir.
Ancak şimdiye kadar Kürt basını da yaşanan savaş sürecini yeterince yansıtamadı. Mesela bu şehirlerde yaşanan çatışmalarda devletin-polisin kayıpları verilmiyor. AKP zaten çoğunu basına yansıtmıyor; ama Kürt basını da vermiyor. Bu aynı zamanda bir eleştiri ve öneridir. Verilmelidir; niye gizleniyor ki? Yani günlük olarak Nusaybin’de, Sur’da veya diğer şehirlerde sömürgeci devlet güçlerinin yaşadığı kayıpları vermek gerekiyor.
Bu iç savaşı biz geliştirmiş değiliz. Bunu Türk devleti planlayarak hareketimize ve halkımıza karşı geliştirmiştir. Hiç kimse hiçbir şey yapmasaydı da bunlar bastırma hareketini yapacaklardı. Bu tıpkı 1925’teki Şark Islahat Planı’na dayalı bastırma hareketinin aynısıdır; onun güncellenmiş halidir. Çünkü Türk sömürgeciliğinin Kürt halkını bastırmaya ihtiyacı vardır. Bölgenin yeni dizaynında Kürtlerin yer almaması için bunu yapma zorunluluğunu hissetti. Yapılan şey budur.
Dolayısıyla yaşanan bir iç savaştır. Bunu da Türk devleti Kürt halkına karşı başlatmıştır.
Halkın büyük bir direniş sergilediği bu kentlere saldırının bir gerekçesi olarak sıkça orada HPG gerillalarının bulunduğu iddiası dile getiriliyor. Bazı şehirler için rakam da veriliyor. Bu iddia gerçeği ne kadar yansıtıyor? Şehirlerde HPG gerillaları gerçekten konumlanmış mıdır?
Bu konuyla ilgili bazı hususları daha önce de dile getirdim. Gerçek anlamda hareketimizin profesyonel güçleriyle şehirlerde bir savaş geliştirme gibi bir projesi olmamıştır. HPG’nin şehre inmesi durumu asla söz konusu değildir. Ancak Türk devleti kendi vahşi saldırılarına gerekçe oluşturmak için, ‘şu kadar HPG’li şu şehre gelmiştir; biz de onlara karşı bu tank ve topları harekete geçiriyoruz’ demektedir. Mesela diyorlar ki Kerboran’a 10 kişi gelmiş. Peki nasıl oluyor da 10 kişiye karşı 9 gündür savaşıyorsunuz? Halbuki öyle bir şey yok.
Peki esası nedir?
Esası AKP polisinin yıllardan beri Kürt halkına, Kürt gençliğine karşı uyguladığı faşist baskı ve zulmün artık tahammül edilemez bir noktaya geldiğidir. Bu tahammül edilemez faşist zulme, tutuklama furyasına ve sokak işkencesine karşı Kürt gençleri kendini savunma aracı olarak 2014 yılında hendekleri geliştirmişlerdir. Yani hendekler polis araçlarının mahalleye girmemesi, tutuklama ve işkence yapılmaması için geliştirilmiş kendince bir tedbirdir. Çünkü başka olanakları yok. Ama o zaman Önder Apo devreye girdi; tartışmalar oldu; bu tartışmalar 3-4 ay sürdü; ardından ise kendiliğinden kapatıldı. Ancak 24 Temmuz’da yeni saldırı dalgası başlayınca gençler tekrardan hendeklere sarılmak durumunda kaldı. 24 Temmuz saldırısı, hem gerillayı, hem de şehirdeki gençliği hedef aldı. Gerilla dağdadır; kendisini savunabiliyor ve bu temelde zaten gerekli cevabı verdi. Ancak gençlerin tek yolu hendekleri kazmaktı. İşte hendek olayı böyle gelişti. Erdoğan’ın ‘Kürt sorunu yoktur’ demesine karşı Kürt siyaseti de yerel meclislerin kararıyla ilçelerde demokratik özerkliği ilan etti. Devlet ise kim bu demokratik özerkliği ilan etmiş veya ilanında yer almışsa hepsini tutuklamak istiyor. Bir sürü belediye başkanı, meclis üyesi ve siyasetçi tutuklanmadı mı! İşte hendek ve barikatlar bu siyasi soykırıma karşı gelişmiştir. Bu açıdan esas olarak hendekler bir savunma yöntemi olarak gündemleşmiştir. Tabi buralardaki çatışma süreci başlangıçta taş, sopa, molotof ve av tüfekleriyle yapılıyorken, süreç içerisinde kendiliğinden bir silahlanmaya doğru gidilmiştir.
Çözüm sürecini fırsat bilerek bu şehirlere silah yığdığınız belirtiliyor. Bu doğru mu?
Bunların hepsi yalan. Hiçbir dönemde tarafımızdan bu tür bir direniş için şehirlere silah taşınmamıştır. Ancak başlangıçta silahsız bir şekilde direnen bu insanlar bir şekilde giderek kendi imkanlarıyla silahlanmak durumunda kaldılar. Tabi bu silahların ve de örgütlenmenin mahiyeti, birebir saldırıların mahiyetine bağlıydı.
Şimdi faşist zulme karşı halkın başvurduğu yöntemler söz konusu. Sivil halkın geliştirdiği direniş durumu var. Ancak bu şehirlerden olup da bir zamanlar gerillada kalmış; şimdi ise sağlık veya daha değişik nedenlerden dolayı bir biçimde gerilla dışında kalmış olan insanların katıldığı yönünde bilgimiz vardır. Yani Kürdistan’da yıllardır savaş var; insanlar önceleri gerillanın yürütmüş olduğu savaşa katılıp, sonrasında bir şekilde geri gitmiş olabilirler. Bunların bir kısmı şu an şehirlerde yürüyen sürece de dahil olmuş olabilirler ama HPG’nin resmi bölük ve takımları şehre inmemiştir; böyle bir karar da yoktur.
Fakat bu noktada uyarı yapıyoruz: Bu biçimde devam ederse, artık HPG’nin de dahil olma durumu söz konusu olabilir. Hareketimizin yönetimi bugün bunu gündemine almıştır; tartışıyor. Ben bunun için daha önce ‘Türk devleti ateşle oynuyor’ dedim. Çünkü eğer bu biçimde zulüm gelişir katliama dönüşürse, o zaman HPG de devreye girebilir. Çünkü Türk ordusu girdi. Hulusi Akar önceleri, “tankların şehirde ne işi var, uygun değil” dedi. Peki şimdi niye Cizre’de, Sur’da, Silopi’de tanklar var? Demek ki köklü bir değişim oldu. Yani darbe mekaniği işlemiş oldu ve her şey değişti.
Kaldı ki YDGH defalarca ordunun hedefi olmadığını ve üzerine gelmedikçe orduya karşı eylem yapmayacağını duyurdu.
Evet. Oradaki gençler orduya karşı olmadıklarını ilan ettiler ve orduya karşı yaptıkları bir eylemleri yoktu. Onlar, ‘demokratik özerklik istiyoruz; polisin içimize girmesini istemiyoruz’ diyorlar. “Devletin yerel yönetimini, yerel idari sistemini reddediyoruz. Kendi kendimizi yöneteceğiz, kendi kendimizin güvenliğini sağlayacağız’ diyorlar. Yani burada orduya karşı olma, Türk bayrağına karşı olma, TC devletine başkaldırma gibi bir durum yok. Burada bir hak talebi vardır. Zorunlu bir biçimde, var olabilmek için kendini savunma tutumu vardır. İrade olmada ısrar vardır. Bu çok anlamlı ve çok değerlidir.
Demokratik Özerkliğin ilan edilmesi ülkenin bölünmesi midir?
Bu konuda altını çizerek vurgulamakta fayda görüyorum; Demokratik Özerklik formülasyonunu Önder Apo geliştirmiştir; Türkiye’de bölünmenin değil, bir arada yaşamanın formülasyonudur. Zoraki birlik değil, gönüllü birliğin demokratik ulus perspektifiyle geliştirilmesidir. Kaldı ki Demokratik Özerklik sistemi tüm Türkiye için talep edilen bir sistemdir. Eğer bu reddedilirse, o zaman birlik de reddedilmiş demektir. Bu yüzden Demokratik Özerklik direnişi Kürt halkının Türkiye’yle birlikte yaşama tutumu ve son arayışıdır. Bunu böyle ele almak gerekiyor. Eğer birlikten yanaysan Demokratik Özerkliği savunursun. Ancak, “biz Demokratik Özerkliği falan tanımıyoruz; siz de dilinizi, kültürünüzü, her şeyinizi terk edeceksiniz; benim boyunduruğum altında yaşamaya mahkumsunuz; teslim olacaksınız” diyorsanız bu artık mümkün değildir. Bunu bilmeniz gerekir. Ortadoğu’nun bugünkü gerçekliğinde ve PKK’nin Kürdistan’da sağladığı gelişme ile Kürt halkının bugün yaşadığı bilinçlenme ve iradeleşme karşısında sizin bu dayatmanız beyhude bir dayatmadır. Bu artık mümkün değildir. Artık zulümle sonuca gidemezsiniz. ‘Zulümle abad olunmaz’ sözünü bizzat kendiniz kullandınız. Bugün direnen bir halk gerçekliği var; gece-gündüz sokakta olan bir halk var. Siz bu halkın hepsini öldüremezsiniz, bastıramazsınız.
Aslında bugün Kürdistan’da Demokratik Özerklik ekseninde gelişen direniş, tüm Türkiye toplumunun faşizme, tekçiliğe ve otoriterliğe karşı bir direnişidir. Tüm ezilen inanç gruplarının, ezilen kültürlerin, ezilen sınıfların bir direnişidir. Bugün Cizre ve Sur’da gelişen direniş AKP’nin dayattığı tekçiliğe karşı devrimci-demokratik bir duruştur. Sadece Kürt halkının değil, Türkiye’de sistemden zarar gören tüm kesimlerin direnişidir. Alevi halkımızın direnişidir; emekçilerin direnişidir; değişik kültürlerin direnişidir. Çünkü dayatılan faşizan, baskıcı, tekçi, otoriter anlayışa karşı çoğulculuğun savunulmasıdır. Dolayısıyla herkesin buna sahip çıkması gerekmektedir. Bugün direnişin geliştirildiği yerlerdeki halkımızın tüm insanlık adına büyük bir fedakarlık yaptığı açıktır.
Kısacası; ‘PKK’liler şehre inmiştir; ben de ona karşı savaşıyorum’ diyerek gerekçe oluşturuyorlar. Türkiye’deki çeşitli çevreleri böylece yanlış yönlendirmek istiyorlar. Ciddi anlamda manipülasyon vardır. Esasta halkın öz be öz iradesiyle açığa çıkardığı bir direniş ve tutum söz konusudur. Türk devletinin de buna karşı saldırısı vardır. Kürt halkı Hz. Eyüp’ün sabrına sahip değildir. Bugün Kürt halkının daha değişik seçeneklere yönelme olanakları da vardır. Eğer onlar Demokratik Özerkliği tümden reddeder ve bunu isteyenleri yok etmeye kalkışırlarsa biz de ayrılmayı düşünürüz. Peki Erdoğan, AKP yönetimi Güney Kürdistan’daki federasyonu tanımıyor mu? Tanıyor. Hatta bağımsızlığına da karşı çıkmadı bildiğimiz kadarıyla. Oradaki 6 milyonluk Kürt halkı o haklara sahipse, Kuzey Kürdistan’daki 20 milyonluk halkın da aynı haklara sahip olduğunu unutmamalıdırlar. Dolayısıyla artık halkımızın hakikatinden kaçamazlar. Önder Apo özgürleşmeden, Kürt özerkliği tanınmadan Türkiye’nin birliği ve savaşın durması artık mümkün değildir. Bu kesinkes bir gerçektir. Bunu herkesin bilmesi gerekiyor. İşte çözüm diyorlar. Çözüm nedir? Çözüm önce Önder Apo’nun özgür olması ve Kürt halkına özerklik hakkı verilmesidir. Biz ancak böyle bir çözümü kabul edebiliriz. Başka çözüm biçimlerini asla ve asla kabul edemeyiz.
Peki orduyu daha da fazla ileri sürerlerse o zaman tavrınız ne olur?
Eğer orduyu daha fazla ileri sürerlerse ve katliam geliştirirlerse bu, ateşe körükle gitmektir; o zaman biz de yeni kararlara gideriz. Bu savaş çok daha yaygınlaşır, derinleşir ve sonuçta Türk devleti kaybeder. Türk devletinin Kürt Özgürlük Mücadelesi karşısında kazanma şansı yoktur artık. Çünkü Kürdistan Özgürlük Mücadelesi doğru ve güçlü bir siyasete sahiptir; davasında haklıdır. Yıllardır büyük dış desteğe dayanarak tasfiye etmek istemelerine rağmen bunu başaramadılar. Dolayısıyla hareketimizin en güçlü olduğu bu dönemde tasfiye etmeleri söz konusu olamaz.
Bugün Türk sömürgeciliği şehirlerde halka karşı savaşıyor. Daha bizim esas gücümüzle karşı karşıya gelmiş değiller. Koskoca ordu hiç utanmıyor, o kadar tankı ve özel kuvvetleriyle gidiyor sivil insanlara karşı meydan savaşı yapıyor. Biraz utansalardı bunu yapmazlardı. Hani özel harekat polisiniz vardı; Esedullah timleriniz vardı; nerde kaldı onlar da siz orduyu devreye koydunuz! Hani Saray’ın çeteleri nerede kaldı? O katliam yapanlar, o insanları arabanın arkasına bağlayıp da yerde sürükleyenler, Tahir Elçi’yi şehit edenler neredeler de şimdi ordu devreye girdi? Bu kadar katliamı yapanlar nerededir? Biz Tahir Elçi’nin hunharca vurulmasını unutacak mıyız? Kürt halkı bunu unutur mu! Bir Botan evladını, bir Kürt aydınını, sürekli barışı savunan bir yurtsever-demokrat insanı infaz ettiniz. Bu tek başına her türlü savaşın bir gerekçesi olacak bir husustur. Ardından da o günden bu yana Sur’da sokağa çıkma yasağı ilan ederek bugün Sur’u bütün tarihi eserleriyle birlikte yıkmaya çalışıyorsunuz. Bunu Kürt halkı yutar mı, bunu biz kabul eder miyiz? Açık ki yapılan zulüm kabul edilemez bir zulümdür. Azıcık ben insanım diyen Kürdistanlı ve Türkiyeli hiçbir kimsenin kabul edeceği bir durum değildir. Büyük bir hakaretle karşı karşıyadır Kürt halkı. Aydını öldürülüyor; önderliğine karşı hiçbir yasada, hiçbir hukukta, hiçbir ahlakta yeri olmayan tecrit ve işkence sistemi uygulanıyor. Önder Apo’ya karşı bugün uygulanan izolasyon ve tecrit, TC’nin hangi yasasında vardır. Dünyanın neresinde böyle bir şey vardır. Bu Kürt halkına karşı bir hakarettir. Kürt halkı, aydınlarını infaz etmene, Önderliğini işkence sisteminde tutmana, gençlerini ve çocuklarını kurşuna dizmene, kadınlarını ve ihtiyarlarını sokak ortasında suikastla öldürmene daha ne kadar tahammül edecek! Bu zulüm karşısında insan olan mahlukat dayanabilir mi? Bu zulüm onların başına çökecek, altında kalacaklardır.
Devlet, halka yapmakta olduğu bu saldırılara korucuları da katmak istiyor. Bunu sıkça dile de getirdiler. Hatta kimi yerlerde katılanlar da oldu. Yalnız sizin geçtiğimiz günlerde bu konuyla ilgili yaptığınız değerlendirmelerin ardından bir çok korucu çevreden de açıklamalar geldi. Katılmadıklarına dair, kendi halklarına kurşun sıkmayacaklarına dair açıklama yapanlar oldu. Bu tutumu nasıl yorumluyorsunuz?
Şimdi şöyle bir şey var: Daha önce hem toplumun bilinçsizliğinden, hem bizim bir takım tecrübesizliğimizden ve hatalarımızdan, hem de devletin zoraki dayatması ve baskısından Kürdistan’da bir çok aşiret koruculuğu kabul etti. Aşiret liderlerinin bazıları ya da yakınları korucubaşı oldu. Bu şekilde koruculuk, bazı aşiretlerce kabul edilmiş bir sistem haline geldi. Şimdi bu tür çevrelerde Kürtlük bilinci de var; giderek aslında bu bilinç daha da yoğunlaştı. Yani böyle çevrede tanınan, gerek aşiret reisi, gerekse de aile ileri geleni biçiminde toplumun öncüsü olduğunu ifade eden, yani biraz kimlik sahibi olan tüm korucu kesimler bugünkü çatışmaya karşıdır ve son aldığımız bilgilere göre o tür kesimlerin hiçbirisi katılmamıştır. Mesela bugün şehirdeki çatışmalara katılan bir aşiret reisi yoktur. Katılan herhangi bir aşiret korucusu yoktur. Daha çok bazı köy kesimlerinin, böyle biraz da kontralaşmış tipleri iştirak etmektedirler. Biz onlara da çağrı yapıyoruz; ‘utanın’ diyoruz. Yapmayın böyle. Sizin karşınızda profesyonel gerilla yok; 18 yaşındaki gençler var; sivil insanlar var. Bu ordu tankıyla, topuyla, özel kuvvetleriyle, özel harekat polisleriyle yapamadığı şeye niye seni götürüyor! Gitme. Keklik soylu olma. Kendi soyuna karşı savaşma. Burada isim vermek istemiyorum; biliyorum Amed’de de, Silopi çevresinde de bazı köy çevreleri var. Ben bunları onurlu bir duruşa davet ediyorum. Böyle onursuzca bir pratiğe girmemelerini diliyorum. Kendi halkına karşı kelle avcısı olmamaya, elini halkın kanına bulaştırmamaya çağırıyorum ve tüm diğer kimlik sahibi, çevre sahibi olan korucu kesimlerinin de zaten katılmayacaklarına inanıyorum.
Bugün Kürdistan’da gelişen süreç, Kürt halkının ulusal bir tutumudur; ulusal direnişidir. Onun Türkiye açısından demokratik-özgürlükçü muhtevası da var ama Kürdistan halkı açısından ulusal bir duruştur. Bugün her Kürdistanlının onur duyacağı bir direniş süreci gelişmektedir. Bazı kesimler dışında da olsa, bunun karşıtlığına düşmemelidirler. Yanlış da görsen, bu bir ulusal duruş olarak gelişiyor. Tarihsel bir süreçtir. Karşıt durmamalı. Yani insanım diyen, onurlu, haysiyet sahibi hiç kimsenin karşıt da olsa bu direnişe karşı Türk devletinin bir piyonu olmamalı, Türk devletinin yanında yer almamalıdır. Çünkü bu devlet büyük bir haksızlık yapıyor; bunu ne insanlık kabul eder, ne Allah kabul eder, ne kul kabul eder. AKP’nin bugün Kürt halkına, Kürt kadınına, Kürt gençliğine, ihtiyarlarına yaptığı zulmü hiç kimse kabul edemez. Dolayısıyla bazıları karşıysa bile devletin tetikçisi olmamalıdır. Bizim çağrımız tüm kesimleredir. Hiçbir kesim herhangi bir gerekçe ile halkın geliştirmiş olduğu bu direnişe karşı Türk devletinin yanında yer almamalıdır; yer alanlar varsa, onların kendi kararlarını gözden geçirmelerini, geleceği düşünmelerini, böylece kararlarını doğru vermelerini diliyoruz ve tüm korucu kesimleri kesinlikle Türk devletinin bu faşizan saldırılarına alet olmamaya çağırıyoruz.
Askeri anlamda bahsettiğimiz korucuların yanı sıra siyasi korucu olarak adlandırılan kimi çevrelerin de bu sürece dönük kimi çıkışları oldu. Sözüm ona Kürtlerin özgürlüğü için mücadele ettiğini belirten kimi çevreler devletin tarafında saf tutuyor ve birlikte hareket ediyorlar. Bunlara dönük ne dersiniz?
Aslında demin izah ettiğim hususların bir kısmı o kesimlere de dönüktür. Yani düşünsel olarak katılmayabilirler ama Türk devletinin halkımıza karşı yaptığı bu zulmü desteklememelidirler. Yarın tarih her şeyi yazacaktır. Devlet, “PKK hendek kazdı; savaşı şehirlere kaydırdı” diyor. Bazı kişiler de “PKK bunu yapmasın” diyor. PKK böyle bir şey yapmadı; bakın biz bunu ısrarla söylüyoruz: Hendekler, AKP polisinin faşizan baskıları ve zulmü karşısında Kürt gençliğinin yıllardan beri sürdürmüş olduğu direnişin gelmiş olduğu düzeyi ifade ediyor. Aynı zamanda Kürt siyasetinin öz yönetimle çözüm tutumunu ortaya koyması durumudur. Yani burada öyle kimse planlamamıştır; mücadelenin doğal gelip dayandığı bir süreçtir. Belki tüm halkımız ikna olmamıştır ama hepsi katılıyor. Yani halkın desteği var. Tabii ki halkın desteği derken bu, halkın hepsinin silahlandığı anlamına gelmiyor. Hayır; halk bir biçimde bu tutumu doğru görüyor; arkasında duruyor. Bir çok genç bu mücadeleye fiilen katılmış bulunuyor. Yani bir halk direnişi var ortada. Halk direnişine karşı herhangi bir siyasi anlayış durmamalıdır. Şimdi bazıları PKK düşmanlığını halk karşıtlığına dönüştürüyor. Mesela bu konuda Burkay gibi yaşamı PKK düşmanlığıyla geçmiş, yaşamının sonuna kadar da bunu sürdürmede kararlı gözüken kişiler bu karşıtlık histerisiyle hep halka karşı pozisyona düşmektedirler. Yani çeşitli önemli süreçlerde bu tutum onları halk karşıtı pozisyona düşürdüğü için halktan destek görmüyorlar. Çok şükür ki bu tür yapılar marjinaldir. Fakat AKP basını onları halkımıza karşı kullanıyor; konuşturuyor. Bana göre biraz kendi kişiliklerini düşünseler, kendilerini bu biçimde AKP’nin aleti haline getirmeyebilirler. Yani farklı siyasi bakış açıları olabilir ama kalkıp da bir tarafın (hele ki bu taraf egemen devlettir) aleti olmak, kendine aydınım diyen birine yakışmaz.
Türk devletini herkes tanıyor. Türk devleti zorlu bir direniş olmadan Kürt halkının kimliksel haklarını tanımaz, vicdana gelmez. Bunu en iyi biz biliyoruz. PKK hareketi olarak devleti bu kadar zorlamış olmamıza rağmen devlet zikzak çiziyor. En büyük çabayı bu konuda Önder Apo gösterdi. Eğer bu devlette zerre kadar Kürt halkının haklarını tanıma zihniyet alt yapısı olsaydı şimdiye çoktan çözüm olurdu. Şimdi diyorlar ki, “hiç mücadele etmeyin, kenara çekilin, sorunlar tartışma ile çözülür, devlet çözüm getirir.” Tamam da, bu zaten devletin teorisidir. Hem Kürdüm, demokratım, devrimciyim diyor; hem de devletin teorisini dillendiriyor. Bunlar yanlış şeyler.
Halkımız tabi bu tür parazitlere kulak asmamalı ve mücadeleyi kararlıca yürütmelidir. Özellikle şu anda direnen gençler çok yüksek bir kararlılık ve ustalıkla direnişin öncülüğünü yürütmeli ve herkes kendi yerinde kalarak kimliğinde gerçeğinde ısrar etmenin yolu olarak bu direnişin sürdürülmesinden yana tavır alarak kararlılığını güçlendirmeli. Halkın iradesi ve direnişi karşısında hiç kimse başarılı olamaz. En büyük güç halkın gücüdür. Bunu bilelim. Bu açıdan halkımız ve öncü güçler de kendisine daha fazla güvenmeli, Kobanê’nin direniş ve zafer ruhuyla kararlıca direnişi sürdürerek başarıyı esas almalıdır. Başarı koşulları da bugün her zamankinden daha fazla mevcuttur.