Politika

'Kasım ayında erken seçim konuşulmaya başlandı'

Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, Tayyip Erdoğan'ın AKP kulislerinde 'başbakanlık' tartışmalarından rahatsız olduğunu yazdı

23 Haziran 2014 19:57

Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, AKP'nin tarihi bir dönemecin başında olduğunu savunarak,  Başbakan Erdoğan'ın yol haritasının önemli olduğunu söyledi.

Abdülkadir Selvi'nin 23 Haziran 2014 tarihli Yeni Şafak Gazetesi'nde 'AK Parti'nin kırmızı çizgisi' başlıklı yazısının tamamı şöyle: 


AK Parti'nin kırmızı çizgisi

 

Tayyip Bey, cumhurbaşkanı adaylığını açıklamadı ama seçim kampanyasına çoktan başladı bile.

Almanya'nın ardından Avusturya ve Fransa'da vatandaşlarımıza hitap etti.

Sıra şimdi bu işin adını koymaya geldi.

Dün İstanbul'da Anadolu sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya geldi. Bugün iş ve çalışma hayatı temsilcileriyle buluşacak.

Ardından Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi'ni ziyaret edecek.

Tayyip Bey'in yol haritası belli.

Cumhurbaşkanlığı seçimi bitene kadar, kim başbakan olacak, partinin başına kim geçecek bu konuları gündeme getirmeyecek.

AK Parti cumhurbaşkanlığı seçimine tek aday olarak gireceği gibi büyük kongreye de bütünlük içinde ve tek adayla gitmeyi hedefliyor.

Tek aday kim olur?

Abdullah Gül mü yoksa başka bir isim mi olur.

Her kim olursa olsun parti birlik ve bütünlük içinde kongreye gitmeli.

Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonraki tek kırmızı çizgi bu denilebilir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi kadar AK Parti içinde konuşulan ikinci bir konu var. Kongreye tek isimle ve bütünlük içinde gitmek.

Başbakan'ın da aynı konuda çok hassas olduğu söyleniyor. Hatta Başbakanlık tartışmasını açan, parti içinde kulis faaliyetine girişen isimlerden rahatsız olduğu söyleniyor.

Başbakanlık tartışmasını açan isimler bunu sürdürdüğü taktirde tedbir alacağı ve sert bir şekilde uyaracağı söyleniyor.

AK Parti, Türk siyasetinin geleceğinde yer alacaksa,

1- Kendini yenilemekten kaçınmamalı.

2- Bütünlüğünü korumalı.

AK Parti'nin önünde ibret levhası gibi iki siyasi parti duruyor.

ANAP ve DYP…

Kudretli 12 Eylül darbesine ve Özal'ın tek başına iktidarına rağmen, dört duvar arasında yasaklı olan Süleyman Demirel'in Zincirbozan'a sürgüne gönderilirken yolda kurduğu Doğru Yol Partisi'nden bir çivi sökemediler.

Ne zaman ki, Demirel Cumhurbaşkanı olup Köşk'e çıktı. Partinin başına kim geçecek sorusu gündeme geldi, DYP, Demirelciler-Çillerciler olarak ikiye bölündü. Bu iç kavga Cumhurbaşkanı Demirel ile Başbakan Tansu Çiller ilişkilerine de yansıdı. Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığın çatışma halinde olduğu bir yönetim şekli ortaya çıktı. Öyle ki Çiller, Demirel'i Köşk'ten indirmekle tehdit etti, Demirel de Çiller'e, 'Kadın olmasaydınız sizi şu camdan atardım' dedi. Demirel, 28 Şubat'ı Tansu Çiller'i tasfiye etmek için kullandı, DYP'yi parçalayıp DTP'yi kurdurdu. 28 Şubat'ın istediği siyasi istikrarsızlığa hizmet eden bu tablonun bir nedeni DYP'deki iç kavgaya uzanıyordu.

ANAP bir ideoloji üzerine kurulmadı. 12 Eylül'ün ideolojileri tu kaka ilan ettiği konjonktürde dört eğilimi birleştiren bir felsefe ile ortaya çıktı.

1983-87 arasında dinamik bir ANAP vardı. 1988 yılına gelindiğinde Özal'ın Cumhurbaşkanlığı hevesi ortaya çıkınca ANAP'ta eğilimler ortaya çıkmaya başladı. Liberaller, milliyetçi-mukaddesatçılar, sol kökenden gelenler, masonlar, Milli Görüş kökenliler gibi.

ANAP içe döndü.

Daha önce Türkiye'nin dönüşümünü, reformları konuşan ANAP'lılar, birbirlerini yeni keşfetmişçesine, kimin Bilderberg olduğunu, kimin eski Milli Selametçi ya da milliyetçi olduğunu tartışmaya başladı. Partinin ruh ve felsefesini oluşturan dört eğilim, dört çıban başına dönüşmeye başladı. Üstüne üstlük bir de Özal sonrasına ilişkin 18 Türk büyüğü ortaya çıktı. ANAP bir daha iflah olmadı. Liderini Çankaya'ya çıkaran parti öyle hale geldi ki Özal, Köşk'ten inmeye hazırlanıyordu.

Bugün ne DYP var ne de ANAP.

Merkez sağın iki partisi kurda kuşa yem oldu, cenaze namazını ise 367 garabetine alet olan Erkan Mumcu ile Mehmet Ağar kıldı.

Gezi olaylarından bu yana Türkiye iç tartışmalara döndü. 17 Aralık bu işin tuzu biberi oldu.

Buna rağmen Türkiye gemisini fırtınalı denizde yüzdüren Erdoğan'ın güçlü liderliği AK Parti'nin siyasi istikrar adası olarak kendini koruması oldu.

AK Parti şimdiye kadar hep dışarıyla mücadele içinde oldu. Askeri vesayetle, muhtıra ile Ergenekon'la, cemaat vesayetiyle. AK Parti hiçbir zaman içe dönmedi. Erdoğan'ın güçlü liderliği sayesinde iç kavgalara girmedi.

Şimdi AK parti tarihi bir dönemecin başında.

AK parti bu süreci içe dönmeden ve bütünlüğünü koruyarak aşmanın sınavına giriyor.

Siyasetin ateşten imtihanı bu.

Başbakan'ın yol haritası bu açıdan çok önemli.

1-Önce Cumhurbaşkanlığı seçimi.

2-Sonra partinin başına kimin geçeceği konusu.

Bu arada Tayyip Bey'i ilk turda güçlü bir oy oranı ile Çankaya'ya çıkarır, tek adayla kurultayımızı yaparsak, o rüzgarla Kasım ayında erken seçime gidelim fikri konuşulmaya başlandı. Başbakan'ın erken seçim fikrine sıcak bakmadığı biliniyor ama Gezi, 17 Aralık ve 30 Mart seçimleri nedeniyle kayıp bir yıl oldu bari 2015'i kurtaralım fikrini savunanlar da var.