Dört ciltlik ‘Kokular Kitabı’nın yazarı Vedat Ozan, Türkiye’nin bu alandaki en kapsamlı araştırmasını yaptı. Serinin ilk kitabını piyasaya süren yazara göre, parfümümüz değil, salgıladığımız kokular karşı cinsin fantezi kapılarını aralıyor.
Günde 23 bin ila 23 bin 500 koku aldığımızı kaydden Ozan, bebeklerin anne karnında daha 11 haftalıkken kokuları duymaya başladığını dile getirdi.
Hürriyet'ten Sibel Arna'ya konuşan Vedat Ozan'ın söyleşisi şöyle:
10 yıl önce kendinize “Ben neden bir parfüm yapmayı denemiyorum” diye sormanızla başlıyor her şey... Bir insan kendine neden böyle bir soru sorar?
- Tamamen kokunun cazibesinden. Kokunun üzerine çokça konuşmasak bile bahsedildiği an bizi içine çekebilen, herkesin öyle veya böyle kenarından köşesinden ilgi duyduğu ama çoğu kez bu ilgiyi kendine bile dillendirmediği bir
olgu olmasından... Dolayısıyla ben de bu cazibenin kuvvetine kapıldım.
Nedir kokularla alıp veremediğiniz? İçinizde ‘Koku’ filmindeki seri katil Jean Baptiste Grenouille mü var acaba?
- Yok, Jean Baptiste kardeşimizde iş cinayet boyutuna vardığı için elbette kabullenemem o olmayı. Ama Grenouille’in arayış çabalarını kabullenebilirim seve seve obsesif kişiliğimi de düşünerek. Yani, müsaadeniz olursa, tam değil de ‘yarım porsiyon Grenouille’ olabilirim.
Ortam tamamen pis kokuyorsa bizim bir süre sonra o kokuyu almadığımız yazıyor kitapta. Bunun bir örneği koğuş kokusu. Askerde erkekler bir koğuş dolusu ter ve ayak kokusuna bile bağışıklık gösterebiliyor. Bizim kokmamak için panik olmamızı nasıl açıklıyorsunuz?
- Temizlik işinin içine para girince pek çok denge bozuldu. Pis-temiz ikilemindeki temizlik öğesi ikilem bozulup ortaya itildi ve bir ucunda pis, diğer ucundaysa aşırı hijyen paranoyası olan bir çizginin umursanmayan denge noktası oluverdi. “Yıkanmayalım, pis dolaşalım, kokalım” demiyorum ama hijyen paranoyamızla yeni sorunların kaynağı olmaya başladığımızın da farkına varalım artık. Düpedüz manipüle ediliyoruz; kendi vücudumuza yabancılaşıyoruz, kendimizi ötekileştiriyoruz. Sosyal ortamlardan dışlanma korkusu var ya, bu paranoya ağırlıkla içimize o korku salınarak yürüyor zaten.
Gelecekte elektronik burun hastalığınızı ilk muayenede anlayacak
Parfüm kullanıyor musunuz bu arada?
- Parfümün bizim biyolojik bir ihtiyacımız olmadığı aşikâr. İhtiyaç değil, arzu duyarak kullanıyoruz. Zamanını zaten kokular içinde geçiren biri olarak arzularımı karşılaması için bir parfümün, o ortamıma rağmen beni heyecanlandırmasını, şaşırtmasını beklerim. Üzülerek artık bu duyguları daha seyrek yaşadığımı söylemeliyim. Ve ben bir yılda hesaplasanız sadece 15 kez haz alarak parfüm kullanabiliyorum.
Kokular aynı zamanda bir sağlık ya da sağlıksızlık belirtisi mi? Hangi kokulardan hangi hastalıklar teşhis edilebilir?
- En kolay akla geleni şeker hastalığı. Ağızdaki kokudan hemen belli eder kendini. Keza idrardan veya tenden yayılan kokuyla karakterini hemen belli eden başka rahatsızlıklar da var. Ayrıca bizden daha düşük bir algı eşiğine sahip diğer canlıların, misal köpeklerin tanımlayabildiği ciddi hastalık kokuları var. Köpeklerin kanserli hücrenin kokusunu alabilmesi mesela. Gün gelecek, siz muayene odasına girdiğinizde elektronik bir burun sizi koklayarak ön tanıyı yapacak.
Kitapta “Göğüs ucu, kasıklar, cinsel organ ve koltukaltı bölgelerimizde apokrin bezesinin salgıları var. İlişki esnasında bu bölgelere daha fazla sokulmamızın sebeplerinden biri bu salgılar. Buradaki koku moleku¨lleri, bebeklik dönemimizde oluşan hafızamıza göndermeler yapar ve bunları tekrar yaşama arzusu doğururlar. Ya da bir başka deyişle, bastırılmış fantezilerimizin kapılarını aralarlar.” diyorsunuz. Fantezi kapılarımızı aralayan kokuları yok ediyoruz. İntim şampuanlar, özel parfümler... Hiç kullanmamalı, akışına mı bırakmalı acaba?
- Fantezi dünyamızı bir sosyal kabuk içinde düşünürsek, o kabuğun çevrelediği biyolojik çekirdeğimizin doğru üreme için verdiği sinyaller, üzerini örtmeye çalıştığımız bazal vücut kokusunun içinde mevcut. Hoş bir parfüm kullanımı belki bize ilk adımı atmak için çekim aracı olabilir. Ama vuslat hasıl olup da mahrem mesafede burnumuzu sevgilinin boynuna gömdüğümüzde, üretilmiş bir parfümün mü, yoksa sevgilinin teninin kokusunu mu duyuyor olmak isteriz? Sorunuzun cevabı işte buralarda bir yerlerde yatıyor.
Günde 23 bin koku alıyoruz
· Burnumuz dışında ağzımızın içinden de koku alıyoruz. İçtiğimiz ve yediğimizi tanımlama ve ondan haz almamızdaki en önemli sebeplerden biri, ağız içinden alınan koku oluyor.
· Koku duyusu ilk gelişen duyularımızdan biri. Biz daha plasenta sıvısı içinde 11 haftalıkken oluşmaya başlıyor.
· Kokunun beynimizdeki işlendiği bölge aynı zamanda hafıza ve duygudurum merkezimiz. Hepimizin koku hafızasının ilk girdisi ise ‘anne kokusu’. Anne kokusu bebek için ‘sevgi’den önce besin, güvenlik, sınırsız ve karşılıksız konfor demek.
· Kokuların anlamlarını öğrenerek/öğretilerek büyüyoruz. Bir bebek için dışkı kokusu ‘kötü, pis’ değil, ta ki biz ona tuvalet eğitimini verene kadar.
· Bir gün içinde hareketli bir insan 23.000 - 23.500 kez koku alıyor. Bu aynı zamanda bizim nefes alma sayımıza eşit, zira her nefes aldığımızda teknik olarak kokulu havayı solumuş oluyoruz.
· Mikrop ve bakteri bilinmezden önce insanlar hastalıkların kokuyla yayıldığını düşünüyorlar. Salgın hastalık dönemlerinde doktorlar hava ve koku geçirmemesi için yerlere kadar deri önlük ve burnu gaga şeklinde maskeler takarak dolaşıyorlar.
· Parfüm kullanımında bilekleri ovuşturmak söylendiğinin aksine molekül filan parçalamıyor. Sürtünme sadece ısıyı arttırarak sürülen kokunun havaya karışma süresini hızlandırıyor. Bunun da tek anlamı o kokuyu tasarlayan kişinin/markanın öngördüğü zaman planına müdahale etmek.
· Herkesin vücut kokusu parmak izi gibi birbirinden farklı. Bu anlamda vücut kokumuz, bir nevi biyo-kimlik belgemiz. Tek yumurta ikizleri hariç. Vücut kokumuzun varlık sebebi, bağışıklık sistemimizin sinyallerini yaymak. Bağışıklık sistemimizin karşı cins tarafından algılanması, ‘doğru’ biyolojik üreme için gerekli bir durum.
· Ter, aslen kokusuz bir sıvı. ‘Ter kokusu’ dediğimiz şey, terin bakterilerle buluşması sonucu oluşuyor.
· Hiç koku alamayan binlerce insan var. Koku alamama durumuna ‘anozmia’ deniliyor. Koku alamamak yaşam kalitesinde büyük bir düşüş demek. Sonradan oluşan koku duyusu kayıplarında intiharla sonuçlanan majör depresyon örnekleri var.