Turgut Çeviker*
Dünya karikatürünün gelmiş geçmiş büyük ustalarından Turhan Selçuk’u (30.7.1922- 11.3.2010) yitireli sekiz yıl oldu. Onu insan olarak yakından tanımış; birçok kitabının editörlüğünü üstlenmiş ve Güldiken - Turhan Selçuk Özel Sayı’sını (1995) hazırlamış bir kişi olarak onun yokluğunu derinden duyumsuyorum... Bu içleniş, –“geçmiş”e– bir “özlem” değil sadece; onu yitirişimizin sekizinci yıldönümünde bizi, “gelecek”e ilişkin düşüncelere de sevk ediyor...
Turhan Selçuk üzerine düşünmek, bizi, öncülerinden olduğu 1950 Kuşağı’nın karikatürümüzde yarattığı devrime değin götürüyor. 1950’ler modernizminin karikatür cephesi, onun 19. yy’dan kalma kurgusunu altüst etmiş, neredeyse yeni bir sanat dalı olarak kendini kabul ettirmeyi başarmıştı. Basın dünyamızdaki günlük ve haftalık süreli yayınları bir neşe ağıyla ören karikatürcüler, eskimiş çizgileri ve gülüşleri çöpe atıyor, bütün yönleriyle yenileşmekte olan dünyaya ayak uydurabilmek için zor bir savaşa giriyorlardı. Hem “yazısız karikatür”ü kabul ettirmek, hem de tek parti sonrası kurulan parlamenter rejimin ilk diktatör bozuntusu Demokrat Parti’nin iktidarına karşı cesaretle mücadele etmek...
Bu iki savaş, 1950 Kuşağı’nın bütün yönleriyle piştiği bir süreçtir aynı zamanda.
Plastik hayatlar
Bir günde 200-300 gazetecinin yargılandığı alacakaranlık zamanlarda, Babıâli gazetelerinde en az bir karikatürcü yer alırdı. Turhan Selçuk (Yeni İstanbul, Akşam, Cumhuriyet), Ali Ulvi (Cumhuriyet),
Baskı rejimi
Turhan Selçuk ve mizahçı arkadaşlarının “perdesi yıkıldı”. Ancak onların bıraktığı kalıt duruyor. Bugün yayımlanmakta olan gazetelerde birkaç karikatürcü, eski soluğu sürdürmek için direniyor... Ne ki, popüler kültür, dijital çağ ile sonsuz birlikteliğini kurdu ve hızla ilerliyor... Sanal gazetecilik karikatüre sırt çevirmese bile, artık yeni bir düzlemdeyiz: Genel olarak mizah, özel olarak karikatür yeni yol haritasını nasıl oluşturacak? AKP’nin dayattığı baskı rejiminin en önemli düşmanlarından sayılan mizahçılar, yeni yol haritasını nasıl oluşturacak? II. Abdülhamid, 1876’da tahta oturduğunda mizahı yasaklamıştı. Hemen hepsi yurtdışına fırlamış, güçleri yettiğince karşı basının kanlı bir parçası olmuşlardı. Bugün, mizahçılar yurtdışına sürülmüş değil belki, ancak düşünce ve yaratma özgürlüğü açısından tarihimizin en karanlık dönemini yaşıyoruz. Bir avuç –çoğu genç– mizahçı, büyük ustalarının izinden giderek “hayatı” ve “gerçeği” savunmak için çırpınıyor.
Cephe arkadaşları
Turhan Selçuk’un somut varlığını yitireli sekiz yıl oldu; ancak onun ve cephe arkadaşlarının onurlu ve cesur mücadelesi bir deniz feneri gibi durmaksızın geleceği aydınlatacak.