Karar yazarı Hakan Albayrak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz" sözlerini "Atatürkçüler' de vaktiyle rakiplerini yenmiş ama asla ikna edememişlerdi. İkna işini şimdi Erdoğan ve AK Parti hallediyor.Ben şahsen hâlâ ikna olmadım, olmuyorum, olmayacağım" şeklinde yorumladı.
"80 milyon nüfuslu Türkiye’de her görüşten insanların olması tabiidir. 'Atatürkçüler' de elbette olacak ve biz bunu böylece kabul edeceğiz" diyen Albayrak, "İyi de, 'Atatürkçülük'ün bayraktarlığı AK Parti’ye mi kaldı?" diye sordu.
Hakan Albayrak'ın Karar'daki yazısı (11 Kasım 2017) şöyle:
AK Parti medyasında bir süredir “Atatürkçülük” manifestoları yayımlanıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü konuşması da bir “Atatürkçülük” manifestosuydu. Zoraki değil bu “Atatürkçülük”. Gönüllü. Dahası coşkulu. Hatta militan. Baksanıza; bazı AK Parti teşkilatları “Atatürkçülük”ün en önde gideni olduklarını göstermek için nasıl da çırpınıyor...
80 milyon nüfuslu Türkiye’de her görüşten insanların olması tabiidir. “Atatürkçüler” de elbette olacak ve biz bunu böylece kabul edeceğiz. İyi de, “Atatürkçülük”ün bayraktarlığı AK Parti’ye mi kaldı? Erdoğan öyle düşünüyor olmalı ki, “Atatürk”ü Marksist söylemli faşistlerin tekeline bırakmamaktan bahsediyor ve “CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz” diye konuşuyor.
İspanya İç Savaşı sırasında Salamanca Üniversitesi Rektörü Profesör Don Miguel de Unamuno, General Franco’nun adamlarına “Sizde kaba kuvvet var ama adalet yok. Yeneceksiniz ama ikna edemeyeceksiniz! (Vencereis pero no convencereis!)” diye seslenmişti. “Atatürkçüler” de vaktiyle rakiplerini yenmiş ama asla ikna edememişlerdi. İkna işini şimdi Erdoğan ve AK Parti hallediyor.
Ben şahsen hâlâ ikna olmadım, olmuyorum, olmayacağım!
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 3 Kasım Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi 9. Diplomat Okulu’nun açılışında uzun bir konuşma yaptı. Vurdusuz kırdısız bir konuşma. Günümüz siyasi söylem ve hitabet standartlarına göre gayet sıkıcı. O standartlardan sıkılanlar için ise güzel bir değişiklik.
Dedi ki, mesela:
“Dış politikasının güçlü olabilmesi için bir ülkenin önce evinin içinin düzenli olması lazım. Evinin içi düzenli olmayan bir ülkenin çok güçlü bir dış politika güdebilmesi mümkün değildir. Onun için hep derler ‘Foreign Policy starts at home’, yani dış politika önce evinde başlar. Evin içi dediğimde sağlam bir siyasi yapı, kuvvetler ayrılığına bağlı demokratik bir sistem, hukukun evrensel şekilde eşit uygulandığı -güven veren, ayrım yapmayan, sadece haklı ve haksız ayrımı yapan- bir hukuk düzeni, temel hak ve özgürlüklerin evrensel anlamda garanti altına alındığı bir ülke kastediyorum. Şeffaflık, hesap verebilirlik, iyi yönetişim dediğimiz ilkelerin geçerli olduğu bir ülkenin dış politikası da muhakkak ki güçlü olur. Böyle bir ülkenin çizdiği porte bütün dünyada güçlü olur… O ülke önce çevresine sonra da dünyaya karşı hem model olur, hem ilham kaynağı olur. Ve nitekim uzun bir süredir Türkiye bu açıdan baktığımızda bütün çevremize gerçekten ilham kaynağı olmuştur.”
“AB - Türkiye ilişkileri Avrupa’ya bir taviz olarak görüldüğü andan itibaren AB’yle ilişkileri hemen kesmek gerekir. AB ile Türkiye ilişkileri, AB’ye katılım yönünde yapılan reformlar, kanun değişiklikleri, yönetmelik değişiklikleri, bunlar Türkiye’nin, Türk insanının faydasına mı değil mi buna bakmak gerekir. Bakarsanız, bütün bu süreç, Türkiye’nin en başarılı olduğu, ekonomisinin en güçlü olduğu, üniversitelerinin geleceğe yönelik büyük açılımlar yaptığı dönem bu çerçeve içerisinde olmuştur. Dolayısıyla bunu bir taviz olarak asla görmemek gerekir. Zaman zaman Avrupa’nın içerisinde çok yanlış, öngörüsüz liderler çıktı. Fransa Cumhurbaşkanı’nın olduğu gibi. Bunlar daima Türkiye’ye karşı önyargılı oldular ve Türkiye ile bu müzakere sürecini hep tıkadılar ve o zamanlar ben TBMM’de yaptığım konuşmalarda hep şunu söyledim, Avrupa’yı bırakın dedim, formül elimizde; ne yapılacağı, yol haritası önümüzde. Biz kendimiz bu fasılları fiili olarak açıp kapayabiliriz. Bu kuralları adapte ettiğimizde, demokratik, hukuki, ekonomik, mali kurallarımızın standartlarını yükselttiğimizde Türkiye tabii ki daha güçlü hale gelecek. Daha güçlü olan Türkiye ile herkes doğal olarak daha çok işbirliği yapmak isteyecek. Bugünlerde doğrusu bunun çok zayıfladığını görüyorum ve bunların tekrar yerli yerine konmasının Türkiye’nin çıkarına olduğuna inanıyorum.”
Bu bir aklıselim beyannamesidir. Aklıselimi dışlayan bir yerlilik ve millilik anlayışına sahip olanlar anlamasa da, yerimizin-yurdumuzun ve milletimizin ihyasına adanmıştır.
“Abdullah Gül, ancak normal şartlar altında yapılabilecek olan şeylerden bahsediyor. İçeriden ve dışarıdan bunca taarruz altında beka savaşı verirken yapabileceğimiz şeyler değil bunlar. Polyannacılığın lüzumu yok” diyecek olursanız… Bosna-Hersek Müslümanlarının 1992-95 savaşındaki vaziyetinden daha mı kötü bir vaziyetteyiz? Nüfusumuzun onda biri katliamdan mı geçirildi? Şehirlerimiz bombardımanlarda yerle bir mi oldu? Aliya İzzetbegoviç, o vaziyette, o soykırım fırtınasının ve beka savaşının orta yerinde bile demokrasi ve hukuk devletinin üstüne titriyor, “bu meşakkatli zamanda demokrat olmaya çabalama”nın gereğini vurguluyordu.
İzzetbegoviç “bilge lider”se, Gül’ün yukarıdaki sözleri de bilgece.
İHH İnsani Yardım Vakfı ve “Sabah Namazı Devrimi” hareketi, Trabzon Maçka’da terörist PKK’nın saldırısında şehit düşen 15 yaşındaki Eren Bülbül adına Somali’de bir kız yetimhanesi inşa etmek için kampanya başlattı.
Yetimhanenin maliyeti 550 bin TL. Hayırseverler, cep telefonlarıyla, EREN BÜLBÜL yazıp 3072’ye kısa mesaj atarak 5 TL bağışta bulunabilirler. Ayrıca İHH’nın banka hesaplarına -“Eren Bülbül” diye belirterek- diledikleri miktarda para da yatırabilirler.