Vehbi Koç gibi çok sayıda ünlü insana özel tasarım takı yapan ve Balat'ta yaşayan Sadekâr Kirkor Ayaz, "Çocukluğumun İstanbul'u, çocuk gözüyle gördüğüm ve düşündüğüm zaman muhteşem güzeldi ama büyüdükten sonraki gözle bakınca öyle değil. Tabii ki insanın beyni değişiyor ama o yıllardaki gözle gördüğüm İstanbul bitti ve sanki şimdi ayrı bir ülkeye geldik" dedi.
Kapalıçarşı'da başladığı "sadekar"lıktan sonra "ahşap oyma" ve kılıç tamirciliği yapmaya başladığı Balat'ın özel bir mekan olduğunu belirten Ayaz, "Savaş aletlerine çocukluğumdan beri merakım olduğu için tamiratına başladım ondan sonra çevremden devamlı kılıç, gladyo ve bıçaklar gelmeye başladı. Bugünlerde de Blachernae Sarayı'nın bahçesinde gezerken bulduğum ve çok eski olduğunu tahmin ettiğim gladyoyu tamir ediyorum." dedi.
Anadolu Ajansı'nda yer alan habere göre, Ayaz, yeni neslin, el sanatlarına karşı ilgisizliğinden şikayet ederek, 1971'de Kapalıçarşı'da değerli taşların yüzük, kolye ve küpe gibi aksesuar olarak kullanılması için yapılan çerçeveye verilen "sadekar" sanatını öğrenip, icra ettiği çarşının gürültüsünden kaçarak, 3 yıl önce Balat'a taşındığını anlattı.
Balat'ın tarihi dokusundan etkilendiğini belirten Ayaz, Balat'a hala hakim olan aile yapısını sevdiğini dile getirerek, evini ve dükkanını taşıdığı semtin, yaratıcılığını arttırdığını ve huzur verdiğini ifade etti.
Eski İstanbul günlerini hasretle anlatan 1954 doğumlu Ayaz, "İstanbul doğumluyum ama atalarımız çok eskiden Samsun'da yaşamış, biz Ermeni asıllıyız. 12 yaşında Kapalıçarşı'da kuyumcu ustamın yanında çırak olarak başladım. 23-24 yaşında da ağaçları yontarak şekil vermeye başladım, sonra da kılıç ve kın tamiri yaptım." diye konuştu.
Ayaz, çocukluğundan itibaren tamir işlerine meraklı olduğunu belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Kılıçlara acayip merakım vardı. Kılıçların, gladyoların hangi dönemde ve nasıl yapıldığını çok merak ederdim. Savaş aletlerine çocukluğumdan beri merakım olduğu için tamiratına başladım ondan sonra çevremden devamlı kılıç, gladyo, bıçak gelmeye başladı. Sonra bir baktım, bizim işten daha iyi, böylece o alana yöneldim. Mücevherden, kılıç tamirine geçmekte de hiç zorlanmadım, benim için çok iyi oldu diyebilirim. Bugünlerde de Blachernae Sarayı'nın bahçesinde gezerken bulduğum ve çok eski olduğunu tahmin ettiğim gladyoyu tamir ediyorum."
Kapalıçarşı'daki günlerini hiç özlemediğini vurgulayan Ayaz, "Balat'taki şu anki yaşantım daha güzel, çok basit yaşıyorum ama çok iyiyim. Balat'ta kılıç tamiri yapıyorum, ağaç oyarak ona şekil veriyorum. Bütün bunlar ayrı bir sanat, hiç alakası yok kuyumculukla ama mutlu oluyorum. Sadece ağaç değil, mermeri oyup ona da şekil veriyorum, bu da ayrı bir yetenektir." ifadelerini kullandı.
"İnsanlar eskisi gibi değil, asimile oldu"
Sanatçı Kirkor Ayaz, çocukluk yıllarındaki İstanbul'un göz kamaştırıcı derecede güzel olduğuna dikkati çekerek, "Çocukluğumun İstanbul'u, çocuk gözüyle gördüğüm ve düşündüğüm zaman muhteşem güzeldi ama büyüdükten sonraki gözle bakınca öyle değil. Tabii ki insanın beyni değişiyor ama o yıllardaki gözle gördüğüm İstanbul bitti ve sanki şimdi ayrı bir ülkeye geldik." değerlendirmesinde bulundu.
İstanbul'a has adet ve göreneklerin askerden geldikten sonra değiştiğini fark ettiğini aktaran Ayaz, o günleri şöyle anlattı:
"Bu değişim 1971'den sonra oldu. Toplum ve komşularımız değişti, bayağı değişti... Mesela burada oturan komşular, komşuluklar tamamen yok oldu ve sanki bambaşka insanlar gelmeye başladı. Eskiden insani ilişkiler de çok üst düzeyde ve muhteşemdi. Mahallede bana 'Sarıoğlan' derlerdi, o günler o kadar muhteşemdi ki askere gittiğim zaman, 'Vay Sarıoğlan askere gidecekmiş' diye bir bakmışsın bir tepsi yemek yapmışlar, getirmişler eve... O yemekleri ısrarla yedirmek isterlerdi. Sonra bakıyorum da askeriyeden döndükten sonra hepsi tamamen bitmişti. Askere gittim, iki sene sonra askerden geldim, bambaşka bir yere geldiğimi sandım, o eski insanlardan kimse kalmamıştı."
Ayaz, mahalle kültürünün ve insani ilişkilerin çok sıcak yaşandığı için şehre huzurun hakim olduğunu anlatarak, şöyle konuştu:
"Eskiye ait her şeyimi, eskinin her şeyini özlüyorum. Eskiden Sarıyer'de otururduk, sokakta oynadığım zamanları, komşuluk ilişkilerini, susadığım zaman bir bardak su isteyebildiğim teyzeler artık yok... Bugün yok böyle şeyler artık çünkü dostluk, arkadaşlık ve samimiyet bitti. Artık insanlarla iletişim bile kurulmuyor. Çünkü iletişim kuracağınız insan, o insan değil. Yani teknik olarak insan evet ama model o değil çünkü beyinlerin içi değişti. Herkesin birbirine karşı, 'Şundan ne koparabilirim' düşüncesi var, o yüzden ben de insanlardan uzak durmayı tercih ediyorum. İnsanlar eskisi gibi değil asimile oldular, benim görüşüm böyle, aslımızı kaybettik desek yeridir. Yani içimizden gelen şeyi, bütün güzel duyguları, dostlukları kaybettik."
"Zeki Müren, çok güzel, misafirperver ve bir numara insandı"
Ayaz, Türk Sanat Müziği'nin, ruhunu dinlendirdiği için sürekli dinlediğini söyleyerek, "Her türlü müziği dinlerim ama bilhassa Türkiye'nin, Türk Sanat Müziği'nin, Zeki Müren'in aşığı ve manyağıyım. En çok sevdiğim sanatçı ise Zeki Müren'dir." dedi.
Zeki Müren ile sıkı bir dostluk ve arkadaşlık bağı olduğunu anlatan Ayaz, şöyle devam etti:
"Zeki Müren benim hayranı olduğum 'en kötü' dediği şarkılarına bile bayıldığım biridir. Rahmetli Zeki Bey, düğünüme gelen bir insandır. O, rahmetli anamı çok severdi, anacığıma aşıktı, 'Anacım, bana bir yemek yapmadın, mantı yapmadın, yemeklerinden bir kere bile yiyemedik' diye anacığımı kızdırırdı. Onunla ilgili yaşadığım yüzlerce anım vardır. Mesela şimdi aklıma gelen birini anlatayım, evlendiğimde Zeki Beyin evine, Bodrum'a balayına gittik. Zeki Bey evde yoktu, o günlerde şimdiki gibi cep telefonu falan da olmadığı için oradakilerle haber saldım. 'Sarıoğlan gelmiş, bahçenizde oturuyor diye söyleyin...' diyerek haber gönderdim. 20 dakika içinde kan-ter içinde koşa koşa geldi rahmetli, 'Lan imansız, madem buraya gelicen niye bana haber vermiyorsun? Geç eve otur, bu saate kadar dışarıda oturmuşsun...' diye çok kızdı. Biz de olsun dedik, o gün çok güzel bir gündü. Orada tam 3 gün kaldık. Çok güzel, misafirperver ve bir numara bir insandı. Yalnız ev sahipliği değil, size bir bardak su verişi bile farklı, çok aşırı nahif ve kibar bir insandı. Normal hayatta küfürbaz bir yanı da vardı ama nahiflikte de üstüne yoktu, yani bir numara, kişiliğiyle en üst seviye olan biriydi."
Ayaz, Zeki Müren'in yaşadığı zamanlarda olduğu gibi günümüzde de yeterince değer görmediği için üzgün olduğunu dile getirerek, "Zeki Bey'in hayattayken, 'Şu ülkede hak ettiğim değeri bulamadım...' dediğini çok duymuşumdur. Şimdi de hak ettiği değeri görmüyor. Mesela Bodrum'daki evinin ilgisiz bırakılmaması gerekir. Zeki Müren için 15 tane plağı, gramofonu ve mikrofonu oraya koymakla olmaz bu işler. Bana kalırsa Zeki Bey, hala o evde yaşıyormuş gibi davranmak ve orayı canlandırmak lazım." ifadelerini kullandı,
"Türkiye'nin her şeyini çok seviyorum"
Ermeni asıllı olduğunu hatırlatarak, Türkiye sevgisi nedeniyle başka bir ülkeye gitmeyi hiç bir zaman düşünmediğini söyleyen Ayaz, şunları söyledi:
"İnsanların neye inandığı hiç fark etmez. Arkadaşlarıma dikkat ediyorum, 100 tane arkadaşımdan 90'ı Müslüman çocuğuydu ve o arkadaşlarım bizim evden dışarı çıkmazlardı. Şimdi bakıyorum, 'Falanca kişi şuradan gelmiş, buradan gelmiş' diyenler var. Bize ne kardeşim? Karşındaki insan mı, değil mi? Karşımızdakinin insanlığına bakıp, insansa, insan gibi değer vermemiz lazım."
Ayaz, Türkiye'den ayrılmak için farklı fırsatların doğduğunu dile getirerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"1979 senesinde Green Card'ım geldi, 'Ben gitmiyorum' dedim, gitmem çünkü Türkiye'nin her şeyini çok seviyorum. Mesela buranın toprağını-taşını, üstüm-başım çamur olsa, o çamurdan bile zevk alırım. Günümüz gençlerine de söylemek istediğim de bir şey var... Onların kanaatimce biraz daha kendilerini, kendi arkadaşları konusunda tutucu olmaları gerektiğini düşünüyorum yani arkadaşlarını ve birbirlerini çok sevsinler. Birbirimizi çok seversek, başka bir şey istemez zaten... Çünkü bu ülke güzel, bu güzelliğin içinde birbirimizi niye bozalım?"