Kültür-Sanat

Kameramanlar beni gösterince anladım

Semih Kaplanoğlu "Bal" ile 60. Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı kazandı.

23 Şubat 2010 02:00

T24 -Semih Kaplanoğlu "Bal" ile 60. Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı kazandı. Türkiye'ye 46 yıl sonra Altın Ayı getiren Kaplanoğlu Milliyet gazetesinden Nil Kural'a röportaj verdi.

Berlin Film Festivali’nde ödül günü yaklaştıkça, Semih Kaplanoğlu’nun ana yarışmada “Bal”la Altın Ayı alacağı hissi yoğunlaşıyordu. Yan masada iki yabancı eleştirmeni, “Bal” alacak derken duymak, Alman gazetelerindeki tahminlerde “Bal”ı görmek gibi işaretler ümitleri artırıyordu.  Jüri Başkanı Werner Herzog’un ağzından “Bal” kelimesi dökülmesiyle birlikte alkışlar patladı. Türkiye “Susuz Yaz”dan 46 yıl sonra, ödülü sonuna kadar hak eden “Bal” ile Altın Ayı’yı aldı. Kaplanoğlu’yla heyecan ve sevinç dolu ödül gecesinin sabahında buluştuk:


Altın Ayı’nın yaklaştığını hissettiniz mi?


Film yarışmaya seçilince bu ihtimal var diyorsunuz, ama ciddi olarak düşünmüyorsunuz. “Bal”ın prömiyerinden sonra çıkan yazılar, eleştiriler, seyircilerden gelen tepkilerden sonra ‘Belki bir şeyler olabilir’ dedirtti. Ödül alan yönetmenleri törene çağırdıkları için bizi törene davet ettiklerinde, ne olacağını bilmiyordum ama kendimizi hazırlamaya başladık. Bir ödül ama ne olduğu belli değil! Açıkçası Altın Ayı anonsu yaklaştıkça alacağımızı hissetmeye başladım. Kameramanların durumu, görevlilerin bir şeyler konuşup beni göstermeleri, bana işin ciddiye gittiğini anlattı.


Aklınızdan ilk ne geçti?


Bu üçleme için dört yılda üç film çektim. Filmlerimin aynı zamanda yapımcısı olduğumdan finansmanı bulmak için gitmediğim yer kalmadı dünyada. Ve o finansmanı elde etmek, onu istikrarlı şekilde kullanmak, üstüne bir film daha, bir film daha eklemek kolay değildi. Bu dönem çok yoğun geçti. Hep İstanbul dışında evimden uzakta çalıştık. İlk hissettiğim, şuydu: Bütün bunlara değdi. “Yumurta”yı Cannes’da açmıştık, “Süt” Venedik’te yarıştı. Üçlemeye Berlin, Altın Ayı ile noktayı koyduk. Altın Ayı, tüm üçlemeye verilmiş bir ödül gibi hissettim. Bir sonraki filmde bu kadar zorlanmadan finans bulabiliriz diye düşünüyorum. Ama şunu da unutmamak lazım: Bu ödüller çok çabuk unutulur. 


Üçlemenin zor olduğunu söylüyorsunuz. Hiç umutsuzluğa kapıldığınız bir an oldu mu?


Olumsuz olarak söyleyebileceğim bir tek şu: “Yumurta” ya da “Süt”e de, Türkiye’de daha çok seyirci beklerdim. Daha iyi sinema salonları, filmleri o salonlarda tutabilecek daha iyi dağıtım şirketleri ve filmlere daha fazla ilgi gösterecek seyirci... Finansman bulmak açısından da biraz daha seyirci gelse, belki işler daha kolay olacak. Büyük rakamlardan söz etmiyorum. 80 bin, 100 bin seyirci bize sonraki filmi  daha rahat çekebilme imkanı sağlayabilir.


Türk sineması yükselişte mi?


Bir hareketlenme var ama bu yönetmenlerin kişisel atakları ve bireysel dünyalarının zenginliğiyle büyüyecek bir şey. Çünkü uluslararası anlamda bir sinemadan bahsetmemiz çok zor. ‘Ticari’ dediğimiz filmler, dünyanın diğer ülkelerinde seyirciye kavuştuğu anda, Türk sinemasının dünya ölçeğindeki başarısını değerlendirebiliriz. Halbuki burada Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Reha Erdem, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz’un kendi yapımcılıklarını üstlenerek çektikleri filmler var. Bu tabii ki kişisel dünyaların sinemadaki karşılığı...


Türk sinemasının geleceğini nasıl görüyorsunuz?


Gençlerin daha cesur filmler yapacağını düşünüyorum. Türkiye’de yeni dönemde halkların üzerindeki ambargolar kalkıyor. İnsanlar kendilerini daha özgürce ifade edebilecekler. Ama bunları yaygınlaştırmak, gençlere destek olmak seyirciye ve basına düşüyor.


Bu ödülün gençlere umut vermesini dilediniz. Siz, bu işe başladığınızda kime bakıp umutlanıyordunuz?


1984’te okulu bitirdiğimde, Türk sineması ölü bir dönem geçiriyordu. Ağırlıklı olarak yurtdışındaki yönetmenlere bakıp umutlanıyordum. Ama şimdi film yapmaya heveslenenlerin önlerinde çok iyi örnekler var. Bu, bir yandan baskı da oluşturuyor olabilir. Umursamasınlar, hiç önemli değil.  Ödüller değil, çok iyi filmler yapmak önemli.



Benim 2 favorim vardı


Sizin festivallerde çok sıkı film takip ettiğinizi biliyoruz. Eminim yarışma filmlerini de izlediniz. Favorileriniz var mıydı, ödül tahminlerinde bulundunuz mu?


Benim yarışmada iki favorim vardı. Romanya filmi “If I Want to Whistle, I Whistle” ve Rusya filmi “How I Ended This Summer”. Nitekim onlar da ödüllerde öne çıktılar. Açıkçası “The Ghost Writer”la Polanski’ye de Jüri Özel Ödülü veya En İyi Yönetmen ödülü verileceğini tahmin ediyordum. Çünkü İsviçre’de tecrit yaşayan, bu durumdaki bir yönetmenin filmine duyarsız kalmayacaklarını tahmin ediyordum. Tahminim de doğru çıktı.



300 yıllık ağaçları kesiyorlar


Altın Ayı’yı alırken Çamlıhemşin’deki doğanın tahribatıyla ilgili bir konudan bahsettiniz...


Rize ve Artvin arasındaki bölgede çok hırçın dereler var. Kaynakların üzerine tribünler, hidroelektrik santrallerı inşa ediyorlar. Bütün bunlar bir doğa tahribatına neden oluyor. Ben kendim tanık oldum, 300-400 senelik ağaçları gözünün yaşına bakmadan kesip atıyorlar. Gelen elektrik, yüzde bir gibi bir katkı sağlıyor. Benzer bir çalışmayı filmi çektiğimiz Çamlıhemşin’de de yapmaya çalışıyorlar. Mahkemeler oldu ama asla vazgeçmiyorlar. Özellikle dünya kamuoyuna bunu söylemek istedim. Bu filmle birlikte daha çok insan o bölgeye gider ve sahip çıkar diye düşündüm.  “Süt”ten sonra Fransızlardan, İtalyanlardan birçok e-mail aldım: “Süt” sayesinde Tire’ye gittik, çok etkilendik diyen... Bu belki Çamlıhemşin için de geçerli olabilir.



Küçük yıldız evinde


“Bal”ın  Altın Ayı ödülünü kazanması, filmin çekildiği Rize’nin Çamlıhemşin ilçesini sevince boğdu. Filmdeki “Yusuf” rolüyle büyük beğeni kazanan ve ailesiyle birlikte Almanya’dan dönen Bora Altaş (7) da sevincini, babası Raşit, annesi Ümmühan ve kardeşi Gökdeniz’le (5) paylaştı.  Filmi çekerken zorlandığı bölümler olduğunu söyleyen Bora, “Kekeleme sahnesi vardı. O sahnede biraz zorlandım. Ama oynadığım filmin ödül alması beni çok sevindirdi” dedi. Filmin galasına katılarak Türkiye’ye döndüklerini  anlatan baba Raşit Altaş ise “İnanılmaz duygular yaşadık. Oğlum adına da çok mutlu oldum. İleride filmlerinde rol alması için elimden gelen her şeyi yapacağım” dedi. 



‘Çok büyük bir başarı’


Türk sinemasına 1964’te ilk Altın Ayı Ödülü’nü kazandıran Metin Erksan’ın yönettiği “Susuz Yaz”ın başrol oyuncusu Hülya Koçyiğit, Kaplanoğlu’nun başarısını şu sözlerle değerlendirdi:
“Büyük bir sevgi ve saygıyla kucaklıyorum Kaplanoğlu’nu. Bu ödül çok büyük bir başarı. Onun için tüm sinema camiası gibi Türk sinemaseverleri de mutlu olmalı bu neticeden. Sinemamızın uzun vadede lehine olacak bu ödül. Daha cesur filmlerimizi dünya pazarına çıkarabileceğiz. Bu onuru bize yaşattığı için filmin yaratıcısı Kaplanoğlu’na teşekkür ediyorum.”