Yaşam

Kadın vekiller ve parlamento muhabirleri

Öymen, "60 yıl önce 60 yıl sonra" başlığı altındaki yazılarında 1950'lerin Meclisi'yle 2010 'Parlamento'sunu karşılaştırdı.

19 Aralık 2010 02:00

T24 - Radikal gazetesi yazarı Altan Öymen, "60 yıl önce 60 yıl sonra" başlığı altındaki yazılarında 1950'lerin Meclisi'yle 2010 'Parlamento'sunu karşılaştırdı. Öymen, "Bugün Meclis'teki muhabirlerin sayısı 150. O sayının yaklaşık yüzde 60'ı kadın. Milletvekilleri arasındaki kadın oranı ise yüzde 9 civarında" dedi.

Altan ÖYmen'in Radikal gazetesinde "Parlamentonun muhabirleri..." başlığıyla yayımlanan (19 Aralık 2010) yazısı şöyle:


Parlamentonun muhabirleri...

Gazetelerde, Meclis’in milletvekilleri bölümüyle ilgili pek çok haber çıkar, yorum yazılır, görüş bildirilir. Meclis’in bir de gazeteciler bölümü vardır ki, orada nasıl çalışıldığı pek bilinmez. Ben bugünkü ‘60 yıl önce 60 yıl sonra’ yazılarımda o bölümde ne olup bittiğini anlatacağım.


***


Türkiye Büyük Millet Meclisi... Kısaltılmış adıyla ‘TBMM’... Bu, bizim parlamentomuzun resmî adı.

Halk arasındaki adı, daha sade: ‘Meclis’.

Meclisimiz, malûm bugün, üçüncü binasında. Birinci ve ikinci binaları, Ankara’nın Ulus Meydanı’ndaydı. Üçüncüsü, Kızılay’la Çankaya arasında...

Ben Meclis’le 1924 yılında yapılan ikinci binasındayken tanıştım. Yıl 1936 veya 1937 olmalı... Dört-beş yaşlarındaydım. Anneannemle oraya giderdik.

Tabii, Meclis’in içine değil, bahçesine giderdik. Orası halka açıktı. Akşam üzerleri bando müziği çalınırdı. Anılı kitaplarımda da anlatmıştım, bahçesinde havuz, havuzun içinde kırmızı balıklar vardı.


Meclis muhabirleri

Meclis’in içine girişim ise, 1950 yılında oldu. Yılın başlarında oraya dinleyici olarak girdim, sonra da gazeteci olarak... ‘Meclis muhabiri’ sıfatıyla...

Burada, o Meclis’teki muhabirlerin durumunu anlatacağım. (Sağ sayfada da bugünkü Meclis’teki muhabirlerin durumunu...)

Meclis muhabiri olarak yerimiz, genel kurul salonunun dinleyiciler balkonunun ön sırasındaki sandalyelerinden ibaretti. Oraya da tam sayısını hatırlamıyorum ama, en fazla 15-16 kişi oturabilirdi. Dar bir yerdi. Notlarımızı, genellikle kucağımıza koyduğumuz kâğıtlara yazardık. Gerçi not tutarken önümüzdeki balkon kenarının üstünü dayanak olarak kullanmak mümkündü ama, bunun bir riski vardı: Bir dalgınlık anında kâğıtlar aşağıya düşebilirdi... Aşağısı da malûm, milletvekillerinin oturduğu sıralardı.


Milletvekili sıraları

Aslında aşağıdaki milletvekilleri de yerlerinin darlığından şikâyetçiydi.

O darlık, binanın kullanıma açıldığı zaman yokmuş. Zaman içinde oluşmuş. Çünkü o dönemdeki milletvekili sayısı, bugünkü gibi sabit değil. Artan nüfusa göre her seçimde artıyor. Sıralar ise sabit kalıyor.

Başlangıçta o sayı 220-230 civarındaymış. Meclis binası inşaatı başlarken, Fransa’daki bir mobilya fabrikasına sipariş verilmiş. İki kişinin oturabileceği sıralardan 116 tane ısmarlanmış. Yani hesap, 232 milletvekiline göre... Milletvekili sayısı artsa bile, ne kadar artacak diye düşünülmüş. Bakanlar için, komisyon üyeleri için ayrı yerler var. Başkanlık Divanı üyeleri zaten kürsüde oturuyor. Sayı 300’e çıksa da, o yerler yeter denilmiş.

Fakat evdeki hesap çarşıya uymamış. Hem nüfus artışı beklenenden fazla olmuş, hem de o artışın milletvekili sayısına yansıması, çıkarılan yeni seçim kanunlarıyla daha çok olmuş.

Çok partili döneme geçildikten sonraki seçimlerde sayılar şöyle: 1946 seçiminde 465 milletvekili, 1950’de 487, 1954’te 541, 1957’de 602 milletvekili.

Yani, katılımın az olduğu oturumlarda sorun çıkmasa bile, çok katılımlı oturumlarda, milletvekillerinin yarısına yakınına yer yok.

Sorun, Fransız firmasına yeniden sıra sipariş edilerek çözülecek gibi de değil. Çünkü o sıralar çok yer kaplıyor. Salon onlardan ancak dört-beş tanesini daha alabilir.

Çare: Kalabalık oturumlarda yersiz kalan milletvekilleri için salona, az yer kaplayan ince yapılı sandalyeler getirip koymak...

1950-1960 arasında milletvekillerinin yer ihtiyacı o şekilde gideriliyordu. Meclis yönetiminin görevlerinden biri, katılımın hangi oturumlarda az, hangi oturumlarda fazla olacağını önceden hesaplamaktı, salona sandalye transferini ona göre yapmaktı.

Sandalye transferi isabetle yapılsa bile sıkışıklık, milletvekili sayısı arttıkça daha da artıyordu. Salona sığdırılan sandalyeler, giriş çıkışı, koridordan geçişi güçleştiriyordu.

Biz gazeteciler için, öyle bir sandalye artırımı da yapılamıyordu. Yukarıda balkonda ‘loca’ diye anılan, ama aslında en öndeki tek sıraya dizilmiş sandalyelerden ibaret olan yerimizde, daha da sıkışık bir durumdaydık. Çünkü, özellikle 1950’den sonraki yıllarda, ülkedeki gazete sayısı da, Ankara’daki gazeteci sayısı da kat kat artmıştı. 1924’te o günün koşullarına göre düzenlenmiş ‘basın bölümü’nün hepimize yetmesi mümkün değildi.

Dinleyiciler için durum büsbütün yetersizdi. Onlar bizim balkonun, -bizim sıranın arkasındaki- birkaç sırasına, adet yerini bulsun diye yerleştiriliyordu. Görüşmelerin, “demokrasi gereği” herkese açık olduğunun göstergesi olarak... Meclis idare amirlerine başvuran birçok talip arasından hangilerinin etkisi veya şansı kuvvetliyse onlara giriş kartı veriliyor, geri kalanlar bina dışında kalıyordu.

Biz basın mensupları için şöyle bir kural konulmuştu: Meclis’e eskiden beri akredite olan gazetelerin her birinin balkondaki gazeteciler bölümünde sadece birer sandalyeleri vardı. Eğer Meclis görüşmelerini birden fazla kişiyle izleyeceklerse, Meclis’e gelen muhabirler orada nöbetleşe oturacaklardı. Balkon dışında kaldıkları zamanı, ya koridorda, ya da koridorun bir köşesindeki -sadece üç-dört oturacak yeri olan- küçük ‘basın odası’nda geçireceklerdi.

Balkondaki bölümde yerleri olmayan yeni gazetelerin muhabirleri ise balkona, ancak, devamlı yeri olan gazetelerin yerleri boş kalırsa girebilirler ve orada oturabilirlerdi.


İki telefonlu oda

Görüşmeleri izleyen gazetecilerin haberlerini gazetelerine geçmeleri de bir meseleydi. Gazetenin merkezine telefonla haber yazdırma imkânı çok sınırlıydı. Basın odasında iki telefon vardı. Onlarla şehiriçi telefon konuşmaları yapılırdı. Ama bunların çok kısa olması gerekirdi. Şehirlerarası telefon da ancak “acele ödemeli basın” olarak yapılırdı. Görüşmelerin de kısa sürmesi şarttı. Bu yüzden haberini gazetesine geniş olarak ulaştırmak isteyen gazetecinin, bunu gazetesine gidip oradaki telefondan okuması gerekirdi.

Gazetesine giden gazeteci Meclis’ten ayrıldığı sırada, müzakereleri, eğer yardımcısı varsa o izlerdi. Sonra duruma göre, nöbet değişikliği yapılırdı. Basın bürosundaki telefonlar ancak flaş haberler için veya ana haberlere kısa eklemeler yapmak için kullanılırdı.

(Bunları yazarken, bugünün cep telefonlu, laptoplu iletişim imkânlarına alışmış arkadaşlarımı düşünüyorum da, onların bu anlattıklarımı gözlerinin önüne getirmelerinin bile kolay olmadığını tahmin ediyorum.)

Bütün bu düzeni, balkona bakan resmi elbiseli polisler kontrol ediyorlardı. Onlar da Meclis’in idare amirinin talimatı altındaydılar.


Kulis yasağı

Genel Kurul salonundan fotoğraf çekmek, ancak özel günlerde, Meclis Başkanlığı’nın kararıyla mümkün olurdu. O izin de ancak, belirli gazetelerin foto muhabirlerine verilirdi.

Meclis Başkanlık Divanı’nda sadece iktidar partisi grubundan üyeler bulunduğu için, o kararlar iktidar grubunun kararları gibiydi.

Meclis’te milletvekillerinin bulunduğu kulislere, kahve içilen yerlere girmemiz yasaktı. Koridorlardan sadece, bizi demeç vermek, bilgi vermek üzere çağıran muhalefet grubunun odalarına gitmek için geçebilirdik.


***


Özetle: Meclis muhabiriydik ama, muhabirlik yapma imkânlarımız hayli sınırlıydı.

1950-1960 arasında bu sınırlar, Meclis’ten geçip basın özgürlüğünü kısan yasalara paralel olarak, daha da daraldı. Bazılarımıza Meclis’e girme yasağı konuldu. Hele 1960’ın ilk baharında Meclis’teki bazı kavgalı olayları, gazetecilerin izlemesi, tamamen önlendi.


Gelelim bugünkü Meclis’e ve Meclis muhabirliğine...

1950-60 döneminden bugüne kadar ikisi de büyük değişiklikler geçirdi.

Birinci değişiklik Meclis’in ikinci binasından ayrılıp –bugünkü- üçüncü binasına geçmesiydi. Bu bina, ikinci binanın darlığının aksine, o zamanın ölçülerine göre çok geniş sayılan bir alan üzerine inşa edilmişti.

Projesi, Cumhuriyet dönemindeki -Merkez Bankası, Yargıtay, Genelkurmay Başkanlığı, Çankaya Köşkü gibi- pek çok kamu binasının mimarı Avusturyalı Clemens Holzmeister tarafından yapılmıştı. Projenin uygulamaya geçirilmesi İkinci Dünya Savaşı ve savaş sonrası yılların koşulları altında çok uzun sürmüştü.

İnşaat, 1950’lerin sonlarında hızlandırıldı. Demokrat Parti iktidarı, binanın 1960 sonuna kadar tamamlanıp hizmete girmesini ve Meclis’in oraya taşınmasını istiyordu.

O istek gerçekleşemedi. 27 Mayıs müdahalesi oldu. Meclis feshedildi, oraya önce 27 Mayısçı askerler yerleşti. Sonra da yeni Anayasa çalışmalarını hazırlamak üzere seçilen Temsilciler Meclisi üyeleri...

6 Ocak 1961’de orada, ‘Kurucu Meclis’ açıldı. İki Meclis’ten oluşuyordu. Birinci Meclis sivillerin Temsilciler Meclisiydi. 286 üyeden oluşuyordu. İkincisi askerlerin -23 üyeli- Milli Birlik Komitesiy’di.

Eski Meclis muhabirleri de, Kurucu Meclis’in açılışıyla birlikte o binaya taşındı. O Meclis’in faaliyetlerini izlemeye başladı.

Bina, belirttim, içindekilerin sayısına göre çok genişti. Kurucu Meclis üyelerinin toplam sayısı 300 civarındaydı. Personel sayısı da azdı. Hatırladığıma göre 180-190 civarındaydı.


1961’deki Senatolu Meclis

Yeni Anayasa’ya göre kurulan yeni Meclis de, iki Meclisli bir Meclis’ti.

Birinci Meclis’in adı ‘Millet Meclisi’, ikincisinin ‘Cumhuriyet Senatosu’ydu. 1960 öncesindeki tek Meclisli ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, ikisi birlikte oluşturuyordu. Üye sayısı, Millet Meclisi üyelerininki 450, Senato üyelerininki 186 olmak üzere 636’ydı.

Seçimden sonra, yeni Meclis’in tenha salonları, koridorları hızla kalabalıklaştı. Tabii, buna paralel olarak personel sayısı da arttı. Ayrıca seçmenler Meclis’e yeniden gelmeye başladı. Onlara, gerek milletvekilleriyle görüşmeleri, gerek Meclis’i izleyebilmeleri için, eski Meclis’tekine göre çok daha geniş yerler ayrıldı.

O arada ‘Meclis muhabirleri’nin sayısı da artıyordu. Onların Meclis görüşmesi izleme imkânları da, çalışma imkânları da genişletildi.

Adları da değişti Meclis muhabirlerinin... Çünkü artık Senato da vardı. ‘Meclis muhabiri’ denilince, o muhabirlerin, sadece Millet Meclisi’ni izlediği sonucu çıkarılabilirdi... Onun yerine iki Meclis’i de kapsamına alan ve aynı zamanda evrensel bir deyim olan ‘parlamento muhabiri’ sözü kullanılmaya başladı.

1964’te, o zamanki Cumhuriyet gazetesi muhabirlerinden Sait Arif Tevzioğlu’nun kurucu başkanlığında ‘Parlamento Muhabirleri Derneği’ kuruldu. Hızla gelişti.

1961’den bugüne kadarki yıllar arasında ben o binanın içindeki muhabir arkadaşlarım arasında da bulundum, milletvekilleri arasında da. O derneğe ben de üye oldum. Hâlâ üyeyim. Ama uzun zamandan beri ne Meclis’e ne de derneğe gidebilmiştim. İki taraftaki son durumu hiç bilmiyordum. Bunu öğrenme fırsatını üç gün önce buldum. Meclis’in basın bölümüne gidip arkadaşlarla görüştüm. Öğrendiklerimi özetleyeyim:

Bizim Parlamento Muhabirleri Derneği’nin üyelerinin sayısı şimdi 800’ü aşıyor. Aktif olarak oraya her gün gelenlerin sayısı 150 civarında.

Zaten çoğunun gazetelerine, televizyonlarına, ajanslarına ait büroları var orada... Sabahleyin, Meclis çalışmaları bitinceye kadar -hatta daha fazla- orada kalıyorlar...

Basın bölümünde toplam 35 büro var... Bir kısmının arasından bir ana koridor geçiyor. Bunun adını ‘Demokrasi Koridoru’ koymuşlar.

Bürolar, iletişimin en son olanaklarıyla donatılmış halde. Gerek Ankara’daki merkezleri, gerek İstanbul’daki gazete, televizyon merkezleriyle devamlı bağlantı halindeler...

Genel Kurul salonunun basın bölümünün kapısı da büroların hemen yanında...

Görüşmeleri izlemek için yeterli yer de var, oradan fotoğraf çekme olanağı da... Orada notlarını alıp, hemen 15-20 adım ötedeki bürolarına geçiyorlar, haberlerini gazetelerine, ajanslarına ulaştırıyorlar.

Ben oradaki arkadaşlarımla birlikte bütün bu sözünü ettiğim yerleri gezdim. tabii eski zamanları da hatırlayarak.


Satrançlı oda

O toplu basın odasının yerinde şimdi ‘Parlamento Muhabirleri Derneği’nin yönetim odası var ki, sadece yönetimdeki gazetecilerin değil, üyelerin de oturabildiği, dinlenebildiği geniş bir oda...

Üstelik, bir yerinde satranç masası da var. Meclis’in az çalıştığı zamanlarda orada satranç partisi yapacak satranççılar da var. Ben de orada, Parlamento Muhabirleri Derneği’nin Başkanı –aynı zamanda Hürriyet Daily News gazetesinin parlamento temsilcisi- Göksel Bozkurt’la kısa bir satranç partisi yaptım.

Daha sonra büroları ziyaret ettim. Şu çarpıcı gerçek ortaya çıktı:


Yüzde 60’ı kadın

Şu sıralar, parlamento muhabirlerinin yaklaşık yüzde 60’ı kadın meslektaşlar. Büro şefleri ve temsilcilerinin büyük bir kısmı da öyle... Örneğin bizim Radikal’in büro şefi Yurdagül Şimşek, Cumhuriyet’in Türey Köse, Hürriyet’inki Nuray Babacan, Sabah’ınki Zübeyde Yalçın...

Göksel Bozkurt’un verdiği bu bilgiyi, tabii, milletvekilleri arasındaki kadın oranıyla karşılaştırarak değerlendirirsek, şu sonuca varmak mümkün:

Kadın-erkek eşitliği açısından, parlamento muhabirlerinin vardığı aşama, parlamento üyelerinin durumunun çok çok daha ilerisinde...

Parlamento üyeleri arasında kadın oranı malûm: Yüzde 9 civarında. Parlamento muhabirleri arasında yüzde 50’yi de aşmış durumda ki, bundan artık ancak erkekler şikâyetçi olabilir, kadınlar değil...