Cengiz Özdemir - Konuk yazar
http://kulturistanbul.blogspot.com
İstanbul 1453 yılında fethedildiğinde Ayasofya'nın hemen önünde, bugün turist otobüslerinin manevra alanı olarak kullanılan meydanda yaklaşık elli metre yüksekliğinde tuğladan yapılma bir sütun yer alıyordu. Bu alan Augusteion yani İmparatorlar Forumu olarak isimlendirilmiştir. Forumun bir ucunda Senato binası diğer ucunda ise bahsettiğim sütun yer alıyordu. Bu sütunun üzerinde Ayasofya'nın banisi Büyük Jüstinyanus'un bronz bir heykeli vardı.
(Jüstinyanus Heykelinin 3D Canlandırması)
Yaklaşık 1000 yıl boyunca (537 yılında yapıldığı varsayılır) İstanbul siluetinin ayrılmaz bir parçası olan bu devasa heykel fetihten sonra kaldırılmaz. Anıt ilk yapıldığı dönemde pirinç levhalarla kaplı olduğu için özellikle yüzünü döndüğü doğu yönünden aldığı sabah ışığıyla pırıl pırıl parladığı rivayet edilir. Ayasofya ile aynı yükseklikte olan anıtta Jüstinyanus, Akilleus'un kıyafetleriyle, bir elinde dünya diğer elini ise ileri doğru uzatarak izleyenlere adeta selam veriyor gibiydi. Heykel meydanın batı ucunda, Yerebatan Sarnıcı tarafında duruyor ve yüzünü doğuya dönmüş bir biçimde tasvir edilmiştir. Jüstinyanus döneminde yaşayan Prokopios heykeli şöyle tasvir eder: “Sütunun üzerinde çok büyük bir tunç atlı heykel vardır. Görülmeye değer güzelliktedir. At yürüyecekmiş gibi sol ön ayağını kaldırmıştır. Öbür ayağıyla da atacağı bir sonraki adıma hazır durumda bir taşa basmıştır. Atın arka ayakları ilerlemeye karar verdiğinde açılacak gibi birleşiktir. Atın üzerinde imparatorun çok etkileyici bir tasviri vardır. Jüstinyanus Akilleus gibi giyinmiştir. Ayaklarına yarım çizme giymesine rağmen bacaklarında zırh yoktur. Göğsünde kahramanlara özgü bir zırh vardır. Başına bir miğfer takmıştır. Işık saçarak hareket ediyormuş izlenimi verir. Şiirsel sözlerle söylersek tıpkı sonbahar yıldızı gibidir. İmparator güneşe doğru bakmakta ve bana sorarsanız Perslerin üzerine sürmektedir. Sol elinde yerküreyi simgeleyen bir küre vardır. Yontucu bununla karaların ve denizlerin onun egemenliği altında olduğunu göstermek istemektedir. İmparator sağ elini doğuya doğru uzatır ve parmaklarını açar, sanki barbarlara sınırları içinde kalmaları ve ileriye gitmemelerini buyurmaktadır.”
Heykelin 1490'larda bir fırtınada devrildiği rivayet olunur. Bunun en önemli kanıtı Hartman Schedel adlı bir Alman gravür sanatçısının yaptığı gravürdür. Bu gravür 1493 tarihinde yapılmış ve Jüstinyanus'un anıtının üzerindeki fırtına çizgilerle belirtilmeye çalışılmıştır. Ayrıca anıtın 1500'lü yıllara ait kimi minyatür kitaplarında da tasviri yer alır. Tercüme-i Miftâh-ı Cifrü'l-Cami adlı kitaptaki minyatür en bilinenidir. Bu minyatürde aynı zamanda dönemin Hipodromundaki bazı anıtlar da resmedilmiştir.
Heykel 1550’lerde eritilip top yapımında kullanılmadan önce Petrus Gyllius adlı bir gezgin heykeli görmüş şunları yazmıştır: “Bir zamanlar sözünü ettiğim sütunun üzerinde duran Jüstinyanus’un atlı heykelinin, uzun süre saray avlusunda kaldıktan sonra, madenlerinin eritilerek top yapıldığı dökümhaneye taşındığını gördüm. Taşınan parçalar arasında Jüstinyanus’un boynunu aşan baldırlarıyla bir dadrostan uzun burnu vardı. Atın yere atılmış ayaklarına yaklaşamadım ama gizlice toynağını ölçtüm ve bir dadranos büyüklüğünde olduğunu gördüm.”
(Hartman Schedel Gravüründe Heykeli Yıkan Fırtına)
(Justinianus'un heykeli, dikili taşlar, yılanlı sütun ve ayasofya. Tercüme-i Miftâh-ı Cifrü'l-Cami. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T6624)
Kanuni ömrünün sonuna doğru iyice sofulaşıp müzikli eğlenceleri bile yasakladığı bir dönemde, Pargalı İbrahim'in hayatına malolan sarayına heykel diktirme sevdasından ders çıkarıp sarayın bahçesinde uzun süredir harap halde bekletilen Jüstinyanus'un anıtından eriterek kurtulması normaldir. Sembolik olarak bu heykelin eritilmesi, belki de Osmanoğullarının Roma'nın büyük mirasını taşımaktan vazgeçtiklerini de işaret eder. Bugün Fatihin torunu olmakla övünenlerin onun Jüstinyanus anıtına gösterdiği hoşgörüden ders almalarını dilerim...