www.cengizozdemir.net
http://kulturistanbul.blogspot.com/
Seçim vaatlerinden biri olarak gündeme gelen İstanbul'a yeni bir kanal açılması fikri İstanbul'a ilişkin tarih boyunca ortaya atılmış "çılgın" projelerden sadece biri. Elbette çok iddialı görülen bu proje bundan sonra her 10 yılda bir Boğaziçi'ne yapılacak köprülerin de önünü kaçınılmaz olarak açacaktır.
İstanbul içinden deniz geçen en eski metropollerden biri olduğu için tarih boyunca her zaman ulaşım sıkıntıları yaşamıştır. Bu durum zaman zaman kentin savunulması açısından çok büyük avantajlar sağlasa da "modern zamanlar"da bu bir avantaj olmaktan çıkmış, aksine ticaretin önünde önemli bir engel haline gelmiştir. Ancak bilinenin aksine İstanbul Boğazında ilk köprü yaklaşık 2500 yıl önce kurulmuştur. Herodot tarihine göre Pers İmparatoru I. Darius İ.Ö. 512 senesinde Samoslu Mandrokles’e yaptırdığı Darius Köprüsü’nden 700.000 askerini geçirmişti. Tam 325 gemi yan yana bağlanarak, bugün Boğaziçi Köprüsü’nün bulunduğu yerin yakınlarında bu yüzer köprü inşa edildi. . Her gemi kalın halatlarla iki yanından sıkıca bağlanmıştı. Akıntının en az zarar veren yer olan bu bölge aynı zamanda İstanbul'daki Megaralı kolonistlerden oldukça uzak bir bölgede olduğu için korunmuyordu. Bu sayede piyadeler, süvariler ve filler köprüden rahatça geçmişti. I. Darius bu geçişi Rumeli Hisarı’nın bulunduğu tepenin doruklarındaki kayalardan oyulmuş tahta kurularak seyrettiği söylenir. Darius'un bu köprüsü tarihte Asya ile Avrupa arasındaki ilk köprüdür. Köprünün mimarı Mandrokles'in bu köprünün resmini yaptığı ve memleketi Samos'taki Hera tapınağına bağışladığı söylenir.
(Pers İmparatoru I. Darius)
Boğazın ikinci köprüsü yine askeri amaçlarla yaklaşık 1400 yıl önce kurulmuştur. Ancak bu sefer yapılan sefer doğudan batıya değil batıdan doğuya doğru idi. Bizans İmparatoru I. Heraklius, ömrünün son yıllarında yakalandığı bir hastalıktan dolayı sudan korkmaya başlamıştı. 626- 629 yılları arasında yapılan İran seferine ordu Heraklius'un bu korkusu yüzünden Karadeniz’i kuzeyden dolaşarak gitmişti. Jules Verne'in "İnatçı Keraban Ağa" adlı romanında da buna benzer bir durum anlatılır. Okumayanlara tavsiye ederim. İran seferinden yorgun dönen orduyu daha fazla yormamak Anadolu'dan İstanbul'a dönülür. Nihayet Boğaziçi'nde kayıkları boğazın iki yakasına dizdirilir ve ordu İstanbul'a ulaşır. Bu geçiş sırasında kayıkların kenar kısımları ağaçlar ile kaplanarak I. Heraklius’un suyu hiç görmemesi sağlamış. Bu geçişin Rumeli Hisarı’nda noktalanmış olduğu düşünülmektedir.
(Heraklius Ordusunun Boğazı Geçişi)
Bu olaydan yaklaşık 900 yıl sonra benzer bir girişim haliç için yapılmıştır. Topkapı Sarayı Arşivinin 6184 sayılı belgesinde şu bilgi notu ile bir çizim yer alır. "Ceneviz'den Leonardo adlı bir kafirin gönderdiği mektup suretidir" Mektup Padişah II. Beyazıt'a (Fatih'in oğlu) yollanmıştır. Kafir Leonardo, Leonardo da Vinci'den başkası değildir. Mektuba konu olana köprü ise Boğaza değil Haliç'e yapılması düşünülen bir köprü ve onun projesidir. Bu proje asla gerçekleşmemiştir.
(Leonardo adlı "kafir"in Osmanlı'ya yolladığı mektubun tercümesi- T.S.A Belge no: 6184)
(Leonardo da Vinci'nin Haliç için hazırladığı köprü tasarımı)
Bu olaydan yaklaşık 400 yıl sonra Sultan I. Abdülhamit döneminde Fransız kökenli Bosphorus Railroad Company adlı şirket Sadrazam Rıfat Paşa'yı araya sokarak sultana bir köprü projesi sunar. Bu projeye göre boğaza büyük kagir temeller ve ayaklar inşa edilecek ve her ayağın tepesine dörder minareli camiler yapılacaktır. Bütün bu devasa ayaklar ve camiler tunç tuğla ve seramiklerle süslenecektir. Bu taş ayakların aralarında ise kısa asma köprüler olacak ve bu köprülerin ve camilerin altından geçen trenlerin işletmesi de elbette bu yabancı şirkete verilecektir. Zevk açısından da teknik açıdan da tüccarca bir yaklaşımın aşikar olduğu bu girişim neyse ki hayat bulamamıştır.
(Abdülhamit'e sunulan "proce")
İstanbul'da yapılan tüm projelerde konunun uzmanı insanların fikirlerini almak zaman kaybı olarak algılandığı için kararlar alelacele verilmiş ancak bu tür uygulamaların sonuçları yıllar içerisinde kendini göstermiştir. Geçmişte Boğaziçi'ne değil Hakkari'ye köprü diyenlere karşı çıkanlar, bugün her an büyüyen ve büyüdükçe içinde yaşayanları atomize eden bu şehri gördükçe ve güneydoğudan her gün gelen ölüm haberleriyle; "acaba haklılar mı?" diye kendilerine soruyorlar mıdır acaba?