26-28 Kasım’da gerçekleşecek olan filmli, partili, sergili, dergili Uluslararası Fetiş Konferansı’nı ve ötesini, düzenleyenlerden Tuna Erdem Radikal'e anlattı.
‘./independentscholars’ sanat, sosyal ve beşeri bilimler gibi farklı disiplinlerden akademisyenlerin bir araya geldiği serbest bir oluşum. Şimdiye kadar biri TV dizisi ‘Buffy’ üzerine, iki uluslararası televizyon konferansı düzenlediler. Üçüncü konferanslarıysa sergiler, partiler, film gösterimleri gibi birçok yan etkinlik, bir dergi, bir film çekimi, kişiler ve projeler bazında kurulan karmaşık, zengin ve keyifli ilişkiler ağıyla şimdiden kendisi de bir fetişe dönüşmüş olan Uluslararası Fetiş Konferansı...
Konferans etrafında kümelenen ‘fetişistik’ etkinlikler ve ilişkiler yumağını tek nefeste saymak gerçekten zor. Fetişizm, 26-28 Kasım tarihlerinde gerçekleşecek akademik sunumların yanı sıra galerilere, sokaklara da fena halde taşıyor. Galeri Splendid, sergi mekânlarından biri. Karşı Sanat’ın ise sadece sergi alanında değil, mutfak davlumbazlarında bile bir sergi var: ‘Uyuyan ID’! Beyoğlu’nun, kendileri de birer fetiş mekâna dönüşmüş Kelebek Korse, Butik Katia, İpek Mağazası gibi çeşitli dükkânlarının vitrinleri de bu tarihlerde sürprizli olacak.
Kasım ayının başından beri İstanbul Modern’de ise ‘Indie-Fetiş Filmleri’ gösterimi var. Bu kapsamda gösterilen Japon bebekleriyle ilgili ‘Japon Bebek Takıntısı’ filminin yönetmeni, akademisyen Katrien Jacobs, aynı zamanda konferansta da bir sunum yapıyor. Festivalin açılış filmi ‘Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’ın yönetmeni İsmail Necmi’yse bir sonraki filmini Katrien Jacobs üzerine yapmaya hazırlandığı için konferansı filmin setine çevirecek. Bu kadarla da kalmıyor ama gerisi aşağıdaki söyleşide...
./independentscholars’ın (Bağımsız Akademisyenler) kurucusu olan Tuna Erdem’le Türkiye’de bağımsız bir akademisyen olmayı, popüler kültürü bilimsel olarak çalışmayı, İstanbul’dan Diyarbakır’a uzanan konferansı ve “İnsanlığın din, tüketim ve cinsellik gibi tüm temel uğraşlarını bir araya toplayan bir şey” olarak tanımladığı ‘fetiş’i konuştuk.
Bağımsız akademisyen olmak ne demek? Bir akademisyen neden üniversitenin çatısı dışında çalışmak ister?
Üniversitede akademisyen olmak, okutmanlık ve idari işlerin yükü altında olmak demek. Yani haftada 12-15 saat ders vereceksiniz ve bunun getirdiği iş yüküyle uğraşacaksınız; öte yandan üniversitelerin bir hayli yüklü olan bürokrasisinin, idari işleyişinin bir ucundan tutacaksınız. Bu yapıda, akademik düşünme ve yayın ister istemez ikinci plana itilecek. Geriye haliniz ve zamanınız kalsa bile bilimsel düşünce üretiminin öncelikli olmadığını bilerek çalışacaksınız. Üstelik zamanınızın çoğunu alan bu öğrenciye bilgi aktarımı kısmı da artık günümüzde tamamen bir mesleki hazırlık düzeyine indirgenmiş durumda. Neredeyse artık okumaya tahammülü kalmamış bir nesle, onların yerine okuyup okuduklarınızı özetlemek ve mesleğe atıldıklarında mutlaka işlerine yarayacak pratik bilgi vermekle yükümlüsünüz. Bu şartlarda, bilimsel bilgi ve felsefi düşünce üretimine, eleştirel ve sorgulayıcı biçimde içinde yaşanan dünyayı inceleme uğraşına akademide yer kalmıyor. Araştırma projeleri bile endüstriye, endüstrinin çıkarlarına yönelik oluyor ancak bu tür projelere fon bulunabiliyor.
Tabii bir de YÖK var...
Tabii... Misal, YÖK yurtdışında doktora yapmış olanlara, aldıkları derslerin milli çıkarlara ters olduğuna karar verdiği takdirde denklik vermeyen bir kurum. Kısacası bilimle bilimsel düşüncenin gelişimi ve yaygınlaştırılmasından değil, milli çıkarların korunması ve resmi görüşün yaygınlaştırılmasından sorumlu bir kurum. Bu şartlar altında aslında her akademisyen bağımsız olmak ister ama bağımsız olunca da maaşınız, sigortanız, iş güvenceniz yok. O yüzden bağımsız akademisyenler aslında üniversitelere bağlı çalışan ama üniversite çatısı altında gerçekleştiremedikleri projeleri hayata geçirmek için bir araya gelen akademisyenlerden oluşuyor.
Devlet ve özel sektörden destek bulabiliyor musunuz?
Elbette proje bazında çeşitli kurum ve kuruluşlardan destek aldık şimdiye kadar. Sponsorluk ilişkilerinde de bizi olduğumuz gibi cazip bulacak, bağımsız kimliğimize yatırım yapacak sponsorlara kapımız açık.
./independentscholars’ın sadece yapılanması değil, üzerine çalıştığı alanlar da alışılmadık. İlk iki konferansınız ‘Buffy’, ‘Lost’, ‘Heroes’, ‘Nip/Tuck’ gibi televizyon dizileri üzerineydi. Bunlar Türkiye’deki izleyiciler için de tanıdık ama popüler TV dizileri üzerine bilimsel araştırma yapılması çok da alışıldık bir durum değil. Hatta Türkiye’de özellikle akademi çevresinde popüler kültür üzerine çalışmak, en hafif tabiriyle ‘lüks’ kabul edilen bir şey. Bu anlayışa karşı nasıl bir tavrınız var?
Evet, bir hayli tepki aldık; bu konuda bilim mi olur, konferans mı yapılır diye. İşin özü şu: Düşüncenin, bilginin ve bilimin özel bir konusu, teması olamaz. Her konuya kafa yormak, her konuda eleştirel düşünce ve bilimsel bilgi üretmek zorundayız. Bilimsellik ele alınan konuda değil, kullanılan yöntemdedir. Bir konu ‘ciddi’ olduğu için değil, bilimsel yöntemlerle araştırıldığı için bilimseldir. Kaldı ki kısıtlı kaynaklarımızın hatırı sayılır bir bölümünü, televizyon dizilerinin üretimi ve tüketimine harcayan bir ülke olarak, bu konuda kafa yormak lüks değil, tam tersine bir gereklilik. Aksi takdirde bu alana yatırdıklarımız ciddi bir israf haline gelir.
Bu hafta düzenlediğiniz Uluslararası Fetiş Konferansı’na gelelim. Öncelikle fetiş nedir?
Fetiş, akademide bile birbirinden bağımsız olarak algılanan ama aslında birbirine bağlı olan üç ayrı anlama gelen bir kavram. İlk olarak ilkel dinlerde kullanılan fetişler var, ardından Marx’ın kavramsallaştırdığı meta fetişizmi var ve son olarak cinsel fetiş var, ki bunu da sanırım en iyi kuramsallaştıran Freud’dur. Bu üçünü bir araya getirdiğinizde, fetiş üzerinden insanlığın tüm temel uğraşları ortaya çıkıyor: Din, tüketim ve cinsellik. Tüm bu farklı vecheleri bir araya getirmenin bir yolu düşünülebilirse ben Freud’un fetiş tanımını kullanırdım: ‘Bir yokluğu, eksikliği gizlemek ve örtmek için bulunmuş ikame’.
Konferansın başlığı ‘Substitute Lack!/ Accept No Substitute’ (Yokluğu ikame et!/ İkameyi kabul etme) adeta bir slogan gibi. Kime sesleniyorsunuz, ne diyorsunuz?
Konferansın başlığını bir reklam sloganı olarak tasarladık. Zira reklamlar da sattıkları malları fetiş statüsüne, yani ‘olmazsa olmaz’ konumuna getirmeye çalışıyor. ‘Eksiğini ikame et, hiçbir ikame ile de yetinme’ diyoruz. Yani ironik bir biçimde, bir fetiş nesnesini eksiklerimizin çözümü olarak görmek yerine, sonsuz bir ikame zinciri boyunca hareket etmeyi öneriyoruz.
Konferansta sunumu yapılacak makalelerin fetişe yaklaşımı çok çeşitli. Fetişin nesnesi yırtık duvar posterleri, bayrak, Japon oyuncak bebekler, bir filmin anlatımı ya da sizin ‘feminist film teorisi’ gibi bir kuramın kendisi bile olabiliyor. Bu fetiş nesnesi pornografiden modaya, İslam’dan psikanalize farklı bağlamlarda tartışılabiliyor. Böylesi bir çeşitlilikten nasıl bir bütün çıkacak sizce?
Bu çeşitlilik, fetişin ikame ettiği yokluğun bütünlüğünü gizliyor. Dolayısıyla en amiyane tabiriyle, hepimizin hayatının bir boşluğun üzerine inşa edilmiş kırılgan anlamlılıklar üzerine kurulu olduğu çıkacak ortaya diye düşünüyorum. Bu karamsar bir dünya bakışı değil. Tersine mutlak bütünlük arayışının, eksikliklere tahammül edemeyişin hayatımızı kararttığına, bizi mutsuz ettiğine dair bir önerme.
Konferansı kimler izleyebilir?
Her ne kadar sirkten, yırtık sokak posterlerinden, pornodan söz edilecek olsa da bunlar akademik dile aşina olmayanların takip etmesinin zor olacağı bir söylem ve metodolojiyle sunulacak. Konuyu çekici bulup gelenler, son derece sıkılmış olarak ayrılabilirler. Konferans Türkiye’de beşeri, sosyal bilimler ve sanat alanlarında, İngilizce bilen akademisyenlerin izlemesine uygun.
Konferansın birçok yan etkinliği var. Hatta alışılmadık biçimde bir de açılış filmi ve partisi var... Açılış için neden İsmail Necmi’nin ‘Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’ filmini seçtiniz?
Film, temaya en dolaysız yoldan, Herald karakterinin lateks maskesinin kültürel bir fetiş nesne olarak kodlanmasıyla bağlanıyor. Birçok fetişin bu filmde iç içe geçtiğini söylemek mümkün. Örneğin filmin Batı’nın Doğu’yu, Doğu’nun ise Batı’yı ya da şehirlinin köyü, köylünün şehri fetişize etmesi hakkında söyledikleri, hatta filmde tek yumurta ikizlerinin bulunması bile fetişizmle bağlantılandırılabilir. Ya da konferansta İskender Savaşır’ın yapacağı sunuş, madde bağımlılığının bir fetişizm biçimi olduğunu öne sürdüğüne göre, bu konuyu da ele alan filmin fetişizmle birçok yönden ilişkisi var denebilir. Belki de en çok ölümün konu edilişi açısından fetişistik bir film bu. Tabii seçilen formda da aranmalı fetiş. Bir insanın hayatına böylesine dikkatle, bu denli uzun süre odaklanmanın kendisinin fetişistik bir uğraş olduğunu düşünmek gerekiyor. Tabii maskenin altında yatan kişinin gerçekten de bir psikanalist olması, hatta fetiş konferansında sunuş yapmak için başvurması ama kişisel sebeplerle konferansa gelemeyecek olmasının da bu bağlantıda bir yeri olmalı.
Filmi gösterilen bir sanatçı aynı zamanda konferansta akademik bir sunum yapıyor. Açılış filminin yönetmeni de, sonraki filmini bu karakter üzerine hazırladığı için konferansı film setine dönüştürüyor. Bu ilişkiler yumağından konferansa da fetişistik bir özellik atfediliyor mu acaba?
Elbette, fetiş fetişin mayasıdır! Son tahlilde unutmamak gerekiyor ki ./independentscholars Türkiye’deki bir eksikliği ikame etmek üzere yola çıkmış bir sivil girişim olduğu oranda fetişistik bir aktivite yapıyor.
Biraz ‘Uyuyan ID’ adlı sergiden bahsedebilir misiniz? Sergi fikri nasıl doğdu?
Fetiş tanımı gereği bir kavram ya da düşünceden ziyade, elle tutulur bir nesne olmak durumunda. Sonra da bu nesne kavramlarla, değerlerle, duygularla ilişkilenerek olduğundan daha fazla bir şey haline gelecek. Dolayısıyla sadece düşüncelerin konuşularak aktarıldığı konferans gibi bir platformun, bu olguyu ele almakta yetersiz kalacağına inandık ve tanımı gereği fetişistik bir aktivite olan sanat üretimini de paralel olarak harekete geçirmek gerektiğini düşündük. Böylece kişisel fetişlerin sanat olarak sergilenebileceği, sanatın hem dini, hem cinsel fetişle ama en önemlisi meta fetişiyle ilişkisinin didiklenebileceği bir platform oluşsun istedik. Sanırım, bu son söylediğimiz açılımı tam karşılayan işlerden biri Serkan Özkaya’nın ‘Esinti’ isimli işi. Yokluğun paketlenmesi olarak fetiş üzerine çok iyi bir örnek.
Bu serginin ortasından geçen İstiklal Caddesi de fetiş mi?
Serginin bir ucu Karşı Sanat, diğer ucu Splendid Galeri, aralarında da İstiklal Caddesi’nin bir kısmı... Serginin yerleştirilme mekânının da fetiş üzerine söyleyecek çok sözü var. Hangimiz nice doğal ve mimari zenginliğine rağmen, koskoca İstanbul’da herkesin illa ki neden bu caddeye doluştuğunu düşünmemiştir! Burada bir yokluğu, bir eksikliği elbirliği ile fetişleştirmekte olduğumuza şüphe yok.
Fetiş bir yanıyla mahrem, bir yanıyla teşhirci bir şey. Cazip kılan biraz da bu ikircikli yapısı. Sizce sergideki işler bunu ne kadar yansıtıyor?
Sergideki işler tam da bu coğrafyada, bu kültürel koşullarda bunun ne kadar yansıtılabildiğini yansıtıyorlar. Çağdaş sanat her şeyden önce sınırları zorlamanın yoluysa, bu sergi de sınırlarımızın ne kadar esneyebildiğini, deneyim alanımızın ne kadar genişleyebildiğini gösteriyor bence. Aynı zamanda küratörler Derya Demir ve Leyla Gediz’in bu kavramla haşır neşir olduktan sonra getirdikleri yorumu da temsil ediyor. Bu sergiyle küratörlerin yeni bir galeri açtığı düşünülürse, fetiş sergisinin şimdiden bu coğrafyadaki sanat alanının sınırlarını genişlettiği bile söylenebilir.
Galiba bitmedi, bunları alana yanında bir de dergi veriyorsunuz. Aralık dergisinin, editörlüğünü sizin yaptığınız Aralık sayısı da fetiş üzerine...
Aralık, Aralık sayısı için önceden ‘Kostüm ve beden ilişkisi’ gibi bir tema belirlemiş zaten. Bu vesileyle bana başvurduklarında konferanstan haberdar oldular ve konuyu bu eksene oturtmaya karar verdik. Dergide konferansta yapılan sunuşlar üzerine bir yazı da yer alacak nitekim. Açılış filmi ‘Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’ın yönetmeni İsmail Necmi ile yaptığım bir röportaj da yer alıyor dergide. Tabii derginin genel yayın yönetmeni İskender Savaşır’ın konferansta sunuş yapıyor olması da cabası. Bunlara ek olarak hem derginin, hem de konferansın içeriğinin bir kısmını Diyarbakır’a taşıyacağımızı da söylemek gerek. Ocak veya şubatta Anadolu Kültür’ün girişimiyle İskender Savaşır, Bülent Somay, Seda Ergül ve Gözde Onaran’dan oluşan bir grup olarak fetiş konferansında tartışılanları bir panelle Diyarbakır’da da gündeme getireceğiz.
Sinema da yokluğun bir ikamesi mi?
Konferansla bağlantılı olarak gerçekleşen etkinliklerden biri de İstanbul Modern Sineması’nda kasım başından beri sürmekte olan ‘Indie-Fetiş Filmleri’ gösterimi. Fetiş ve sinemanın çok özel bağına dikkatimizi çeken Tuna Erdem’e göre, perdedeki boşluğu birtakım imgeler ve gölgelerin yansımasıyla ikame eden sinema da bir fetiş.
./independentscolars ve İstanbul Modern’in ortak çabasıyla oluşan programda en fazla, fetişe edilen nesnelerin ve durumların çeşitliliğine özen gösterilmiş. Fetiş bazen karşımıza Bill Morrison’ın ‘Decasia’ (Kaybolan Görüntüler) filminde olduğu gibi çürüyerek, yanarak yok olmaktaki bir pelikül suretinde çıkıyor, bazen ayrık dişli bir kadın, bazen de bir diş sarmısak...
Bazen fetişi değil, Martin Arnold’un 1940’larda çekilen bir korku filminin içindeki karakterleri silerek yeniden ürettiği filmi ‘Filme Deneysel Taciz: Görünmeyen Hayalet’te olduğu gibi, yokluğun kendisini izliyoruz.
Konferansın açılış filmi İsmail Necmi’nin ‘Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’ı da program kapsamında. ‘Indie-Fetiş Filmleri’ gösterimi kasım sonuna kadar İstanbul Modern’in sinemasında izlenebilir. (www.istanbulmodern.org)
Kendileri fetiş mekânlar
Fetiş Konferansı’nın bir yan etkinliği olarak 19 Aralık’a kadar sürecek olan ‘Uyuyan ID/The Bitch Is Sleeping’ adlı sergi aynı zamanda Galeri Splendid’in de açılış sergisi. Sergiyi ilginç kılan, en az işler kadar, Karşı Sanat ve Gal
eri Splendid’in yanı sıra Kelebek Korse, Butik Katia, İpek Mağazası, Robinson Crusoe Kitabevi, GON, Panter Kırtasiye ve Mudo Concept gibi kendileri birer fetiş mekân kabul edilebilecek mağazaların vitrinine taşmış olması.
Böylece küratörler Leyla Gediz ve Derya Demir, kendi ifadeleriyle ‘nesillerin akıp geçtiği, bir anı deposu’ olan Beyoğlu’nu sadece bir sergi mekânı olarak değil, sergilenen bir mekân olarak da fetişleştirmiş.
Ayrıca sergi kapsamında mağazalarda İlhan Sayın, Emel Kurhan, Neşe Çoğal, Ali Kazma, Serkan Özkaya, Murat Ertel ve Özgür Çift’in; Galeri Splendid’de Elçin Poyraz, Kaan Karacehennem, Barış Doğrusöz’ün; Karşı Sanat’taysa Oliver Pietsch, Arzu Oto, Laura Parnes, Paula Delgado ve Tayfun Serttaş’ın işleri izlenebilir. Erdem Helvacıoğlu’nun Karşı Sanat’ın mutfağındaki ocak ve davlumbazda sergilenen ses yerleştirmesi de ilgi çekici işlerden biri.
Bunların yanı sıra her pazartesi günü 19.30’da Bruce LaBruce’dan ‘No Skin Of My Ass’, Brice Dellsperger’in ‘Body Double X’ isimli filmleri ve Richard Van Loot’un bir video çalışması, müzik sahnesi Dogzstar’da gösterilecek.