Politika

İslamî gazetelerin Roboskî katliamına yaklaşımı nasıldı?

'İslamî medya Roboski katliamından sonra hükümetin ağzından haberler iletmek, katliamı bir şekilde PKK ile ilişkilendirmek yalan haber dahi yapmak şeklinde bir yayıncılık benimsedi'

19 Nisan 2014 01:52

Reha Ruhavioğlu

 

“Vatandaşın ‘gerçeği’ gördüğü pencere medyadır.
Oradan neyi gösterirsen ona inanır!”

[STV’deki bir dizi karakterinden] 

 

İnsanların, çevresinde yaşananları bilmek istemesinin neticesinde ortaya çıkmış olan medya müessesesi varlığını, halkın doğru haber alma hakkının tahakkukuna borçlu olsa da toplumsal algıların şekillenmesinde çok önemli, hatta hayatî bir role sahiptir. Bu hayatî rolün farkında oluşunun bir neticesi olarak iktidarlar, öteden beri medyayı kendi ideolojilerinin birer pazarlayıcısı olarak konumlandırmış; medyaya, meselelere iktidarın inşa etmek istediği algının paralelinde yaklaşılması rolünü biçmişlerdir. Örneğin medyanın bu işlevsel rolünü erken fark edenlerden Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels, Nazizmin Almanlar nezdinde meşruiyet kazanıp içselleştirmesi için medyayı kullanmıştır. Türkiye’de medya iktidarların bu yaklaşımına neredeyse hiç ayak dirememiş, kendini devletin ideolojik aygıtı olarak konumlandırmış ve bu rolü (istisnalar dışında) neredeyse hiç değişmemiştir.

Chomsky bu özelliği ile medyanın, “gerekli yanılsamalar” ile kitleler üzerinde “rızanın üretilmesi” işlevi gördüğünü ileri sürmüş, Althusser rızanın çoğunlukla iktidar lehine üretilmesi üzerine medyayı “devletin ideolojik aygıtlarından biri” olarak tanımlamıştır.

Bilgiyi haberleştirirken olayları bütün yönleriyle, tarafsız ve adil olarak vermesi gereken, bağımsız ve cesur olmak zorunda olan medyanın bu hasletlerini tesis etmek için ulusal ve uluslararası çeşitli çalışmalar yapılsa ve manifestolar yahut “medya etiği kuralları” yayımlansa da -bilhassa Türkiye’de- basın camiasının pratikte bir ilkesel duruş yakalayabildiği söylenemez. Bu durumun medya-iktidar ve medya-sermaye ilişkileri, medya sahiplerinin dünya görüşleri ile okuyucu kitlesinin beklentileri gibi çeşitli sebepleri vardır…

Kamuoyunda “İslamî” olarak bilinen medya organları, evrensel basın ilkelerinin yanında kendisini İslamî referanslara da dayandıran medya organizasyonudur. Bir medya kuruluşunun kurumsal kimliği genellikle onun sahibi ve çalışanlarının siyasi aidiyetleri ile ideolojik yaklaşımları üzerinden görünür olduğundan İslamî medya çalışanları da çoğunlukla İslamî duyarlılığa sahip kişilerden seçilirler. Bilhassa yayıncılığı ile İslamî olarak bilinen medya kuruluşlarından “anne babalarının aleyhine olsa dahi hakkı adil şahitler olarak ayakta tutmaları” (Nisâ,135 / Maide,8) ve “emrolundukları gibi dosdoğru olmaları” (Hûd, 112) beklenmektedir. Yine hem yayıncıları hem de takipçileri için İslamî medyanın; mazlum ve mağdurun da, zalimin de aidiyetini sorgulamayan, tarafların ideolojisine göre siper belirlemeyen bir anlayışla, gücünü haktan alarak, Hakk’ın rızasını gözeterek, halkın maslahatı için yayın yapması umulmaktadır. Kamuoyunda İslamî olarak bilinen medya kuruluşlarının bu beklentiye itiraz etmeleri mümkün değildir lakin ne kadar karşılayabildikleri tartışmalıdır… Bu makalede, genelde medyanın, özelde ise İslamî olarak bilinen gazetelerin “Roboskî Katliamı” sürecinde yaptıkları yayıncılık değerlendirilmeye çalışılacaktır, umulur ki hayra vesile olsun…

Medyanın, gerek ana akım gerekse de İslamî olsun, Roboskî Katliamı sürecinde benimsemiş olduğu yayıncılık (istisnaları olmakla birlikte) benzer bir çizgide süregelmiştir. Makaleye konu olarak seçilmiş üç İslamî gazetenin (Akit, Yeni Şafak, Zaman) de bu süreçte İslamî medyanın genel yaklaşımını yansıttığı söylenebilir…

28 Aralık 2011 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı F-16’lar Şırnak’ın Uludere ilçesinin Gülyazı (Bêjuh) ve Ortasu (Roboskî) köylerinden -17’si çocuk- 34 sivil insanı havadan bombardıman ile öldürdüler. Bu elîm hadise ana akım medya tarafından yaklaşık 14 saat görülmedi. Görülmeye başlandığında ise savaş dönemlerinde devlet güdümlü medya organlarının çokça başvurduğu, Euphemism (örtmece) denilen bir yönteme başvurularak “Irak Sınırındaki Olay” denildi. Kısaca büyük hadiseleri küçümseme olarak ifade edebileceğimiz bu yöntemin kullanılmasında olaya karşı gösterilecek tepki ve duyarlılığın düşük seviyede tutulması amaçlanır.

Hadiseyi manşet veya sürmanşete taşıyan gazetelerin tamamından üçü dışında yaşanılanın adını koyma cesaretinde bulunan neredeyse yoktu. Bu üç gazeteden hiçbiri kamuoyunun “İslamî” diyebileceği gazetelerden değildi: BirGün, Evrensel, Taraf…

Örneğin; her yıl görsel tasarım derslerinin verildiği etkinlikler düzenleyen Zaman, katliamı internet sitesine düşman bir ülkeye saldırmaya gidiyormuş havasındaki savaş uçakları eşliğinde koymayı uygun görmüştü. PKK tarafından bir kişinin öldürülmesini “katletti” olarak haber yapan Yeni Akit, 34 insanın öldürülmesi için “Terörist mi, kaçakçı mı?” ikilemine manşetten düşüyordu.

 

Yeni Akit Gazetesi

 

Yeni Akit 14 Ocak 2012 günü “34 Köylüyü PKK bombalattı!” şeklinde çok iddialı bir manşetle çıktı. İlk sayfadan olayın “ne kaza ne ihmal: PKK tuzağı” olduğunu belgeleriyle duyuran gazete, Selahattin Demirtaş adına açılmış resmi olmayan bir facebook hesabının yayınladığı mesajı belge olarak sunuyordu. İlgili hesaptan “insanın ülkesi yoksa insan insanlığın serserisi olur (Türk uçakları Uludere’de Kürt köylüleri vurdu: 20’den fazla ölü var…)” iletisinin katliamın olduğu gün saat 17.05’de yazıldığını ileri süren gazete, bu durumu katliamın PKK tezgâhı olduğu şeklinde yorumluyordu. Çünkü Genelkurmay’ın açıklamasına göre F16’lar köylüleri saat 21.37-22.24 arasında bombalamıştı. Facebook'ta mesajın eklendiği saat ve tarih, kullanılan Mozilla Firefox, Google Chrome veya Internet Explorer gibi ağ tarayıcılarının güncellemelerine ve ülkelere göre değişiklik gösterebiliyor. Hal böyle iken Akit’in resmî olmayan, nerden yönetildiği ve hangi tarayıcıdan yazıldığı belli olmayan bir facebook hesabını belge olarak sunması bir gazetecilik başarısı değil faciası olabilirdi ancak…

 

Yeni Şafak Gazetesi

 

Katliamdan sonra sabahın ilk ışıkları ile temsilcisinin Roboskî’de olduğu Yeni Şafak, yeni yılın ilk gününde Çetiner Çetin imzalı manşetten “kabineden üç bakanın Roboskî’de köylülerle kucaklaştığını, BDP’li Hasip Kaplan ve korucu başlarının kışkırtmalarına rağmen bakanların çok sıcak karşılandığını, acılı ailelerden Alihan Özhan’ın telefonda başbakan Erdoğan’a ‘Türk milletinin başı sağolsun’ dediğini” aktarıyordu. Gazete ertesi gün sürmanşette “Acılı ailelerden Alihan Özhan”ın “başbakan samimiydi” ifadelerine yer veriyordu. Oysa Alihan Özhan herhangi bir yakınını kaybetmemiş bir korucubaşı idi ve evi köyün epeyce dışında idi. Ölenlerin yakınları o görüşmeye katılmadığını söylüyordu. Aynı gün (2 ocak) gazetenin Ankara Temsilcisi Abdulkadir Selvi, “Bakanların tehditlere rağmen ailelere gittiğini, bakanlar taziye çadırına girerken de acılı ailelerin ‘Türk milletinin başı sağolsun’ dediğini, bunu birkaç kaynaktan teyid ettirdiğini” yazıyor ve “kaymakama linç girişiminde bulunanların Hasip Kaplan’ın adamları” olduğunu ekliyordu. Tehdit olup olmadığını bilemiyoruz, ama o gün taziye çadırına bir ziyaret yapılmadığı kesin. Kaymakamı darp ettiği iddiasıyla gözaltına alınanların hiçbiri Hasip Kaplan’ın adamları değildi…

Yeni Şafak gazetesinin ilk sayfadan iki gün art arda işlediği bu organizasyonun hükümetin bir halkla ilişkiler organizasyonu olduğu anlaşılıyor. Lakin bu organizasyonun “İslamî medya” eliyle yürütülmüş olması, iktidarla ilişkiler söz konusu olduğunda “hakkı adil şahitler olarak ayakta tutma” ilkesinin İslamî medya tarafından es geçilebildiğini ve “emrolundukları gibi dosdoğru” olunamadığını gösteriyor.

 

Zaman Gazetesi

 

Zaman Gazetesi 3 Ocak 2012 günü, TRT Haber’den alıntıladığı “PKK'nın Uludere sevinci: 5 karakol bassak bu kadar etki etmezdi” başlıklı haberi servis ediyordu okurlarına. Haberde iki PKK militanının telsiz konuşmaları veriliyor (böylesi zamanlarda PKK militanlarının telsizleri hep Türk medyasının yardımına yetişiyor nedense) ve 34 köylünün öldürülmüş olmasının PKK içinde büyük bir sevinçle karşılandığı anlatılıyordu. Metin analizine tabi tutulduğunda masa başında üretilmiş olduğu anlaşılan bu haber, böylesi infial uyandıran bir olayı sorgulamak yerine “sorgulanmasının PKK örgütünün işine yaradığı” mesajını vererek medya tarafından sorgulanmamasını salık veriyordu. Bu haberden bir sonraki gün Yeni Akit gazetesi yine zamanlaması düşündürücü bir PKK belgesi ele geçirmiş, “HPG Botan Saha Komutanlığı” mühürlü bu belgede Roboskî’deki korucuların daha önceden PKK tarafından tehdit edildiğini duyuruyordu. Korucuların PKK tarafından tehdit edilmiş olabileceği muhtemel ve mümkündür, ancak tam da böyle bir katliamdan sonra böyle bir belgenin servis edilmesi yine haber analiz edildiğinde fazlasıyla mesaj içermektedir…

Yukarıdaki haber örneklerinde devlet memurlarının fail, devlet yetkililerinin sorumlu olduğu bir katliamdan sonra; devlete karşı oluşması muhtemel duygusal kopuşun önünün alınması, bu olayın gündeme taşınmasının bir “terör örgütü” olan PKK’nin sevincine sebep olacağından bundan geri durulması, köyün bir korucu köyü olması hasebiyle köylülere PKK ile aralarındaki mesafenin hatırlatılması gibi gerçeğin devlet lehine İslami medya tarafından manipülasyonu için çaba gösterildiği görülmektedir. Bu medya organlarınca görülmeyen bir şey varsa o da katliamın katliama uğrayanlar lehine sorgulanmasıdır…

Örneğin 30 Aralık 2011-30 Mayıs 2012 tarihleri arasında “Uludere”yi ilk sayfadan yaklaşık 25 kez veren Akit gazetesinin sadece 30 Aralık 2011 tarihli “Terörist mi kaçakçı mı?” manşeti olayı “sorgulama” amaçlı olarak değerlendirilebilir. Geriye kalan manşet ve ilk sayfa haberlerinden 11 tanesi PKK ve BDP’yi suçlama, 6 tanesi ise devletin köylülerle ilgilendiği yönündedir. 30 Mayıs itibariyle Roboskî katliamının üzerinden 6 ay geçtiği halde tek bir yetkilinin ifadeye çağrılmamış olduğu göz önüne alındığında bir gazete için bu istatistikler oldukça düşündürücüdür.

Oysa aynı gazete sadece Mayıs ayı içerisinde Ayasofya Müzesi’nin ibadete açılması konusunu 7 kez ilk sayfadan vermiş ve bu haberlerin tamamı sorun görülen meselenin (Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması) çözülmesinde ısrar eden haberlerdir. Meseleyi sorgulama açısından Roboskî’den daha fazla alan kaplayan Ayasofya haberlerinin gösterdiği bir şey var ki o da şudur: İslamî gazete olarak bilinen Akit, muhatabın hükümet olduğu konuları sorgulamak yerine hükümetin sorumluluğunu gözden kaçırarak suçu başkalarının üzerine atmaya yönelik haberler yapmakta, hükümeti zorlamayacak konularda ise sorgulama konusunda oldukça “cesur” davranmaktadır.

Aynı dönemde “Uludere” ile ilgili haberleri 24 kez ilk sayfadan veren Zaman Gazetesi’nin bu haberlerinden (iyimser bir yaklaşımla) sadece 5 tanesi olayın aydınlatılmasını gündeme getirmeye yöneliktir. Diğer haberlerin istatistikî dağılımı Akit Gazetesi’nde olduğundan pek farklı değildir. Zaman Gazetesi de bu sürede Akit ve Yeni Şafak’tan çok farklı bir yayın politikası benimsememiş, yer yer “Cenaze sahipleri ile gözyaşı döken müftü” haberinde olduğu gibi “köpeğin insanı ısırması” türünden haber değeri düşük, “devletin köylülerin yanında olduğuna” vurgu yapan mesaj yüklü haberlere imza atmıştır.

Yine Yeni Şafak, aynı dönemde ilk sayfadan 29 kere gördüğü “Uludere” haberlerinin birkaçı dışında diğerleri ya yukarıda örnek verildiği gibi “devletin yaraları sardığı” türünden halkla ilişkiler haberciliği ürünüdür ya da bir şekilde PKK-BDP cenahını olumsuzlamak şeklindedir. Örneğin; 30 Ocak 2012 tarihli manşetinde Roboskî’ye Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan öncülüğünde bir “Şefkat Harekâtı” başlatılacağını duyurmuş, ziyaretin yapıldığı haberini de 7 Mart’ta “Anne Şefkati” manşetiyle vermiştir. Bunun bir harekât olduğu doğruydu, Emine Hanım’ın çıkışta “bizi kimse bölemez” ifadesi, bir anne olarak değil, devlet adına bir harekât dahilinde gittiğinin en net ifadesiydi…

(Çalışmaya konu olmamakla beraber Yeni Asya Gazetesi’nin bir istisnai durumu olduğu söylenebilir. Bu gazete konu ile ilgili yayınlarında tutarlı bir yayın politikasını gözetmemiş olmakla birlikte, bilinçli olarak “hakikati örtme” yoluna da gitmemiştir. Örneğin İlker Başbuğ’un yakalandığı gün Yeni Asya “Uludereyi Unutturmasın” manşetiyle çıkmıştır.)

 

Fikrî takip yerine PR haberciliği

 

Bir haberden sonra haberin konusu ile ilgili tüm gelişmeleri takip etmek, haber konusunun açıklığa kavuşması için karanlıkta kalan noktalar üzerine ışık tutmakta ısrar etmek anlamına gelen fikrî takip, gazetecilikte en önemli özelliklerdendir. Roboskî Katliamı bağlamında takibi yapılacaklar çok olmakla birlikte bellidir: Katliam günü F-16’ları uçuran pilotların listesine ulaşmaya çalışmak, dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “’vur emri”ni o anda Ankara’da Heron görüntülerini analiz eden komutanlar vermiştir” açıklaması üzerine o gün görevli komutanları bulmaya çalışmak, Savcılığa ve/ya Meclis Uludere Alt Komisyonu’na gelen-gelmeyen belgeler ile verilen-verilmeyen ifadeleri takip etmek, ailelerin görgü şahitliği ile devlet birimlerince açıklanan bilgilerde çelişen noktaların üzerine gitmek… Bunlar çoğaltılabilir, ama neticeye ulaşmak için önce bir yerden başlanmalıdır. Fakat (istisnalar hariç) görünen o ki özellikle İslamî medya bu soruları sormak, bu bilgileri sorgulamak yerine daha çok hükümetin ağzından haberler iletmek, katliamı bir şekilde PKK ile ilişkilendirmek ve devlet ile yurttaşları arasında duygusal ayrışmayı önlemek için yalan haber dahi yapmak şeklinde bir yayıncılık benimsemiş, tabiri caizse hükümetin PR (Public Relations-Halkla İlişkiler) organizasyonu gibi çalışmıştır.

Örneğin, Başbakan Erdoğan “Hatayı da özrü de açıkladık.” dediğinde İslamî medyada “hangi özrün ne zaman dilendiği” sorgulanmamış, bunu köşesinden yapmaya çalışan Yeni Şafak Yazarı ve ABD Temsilcisi Ali Akel’in “Özür açıklanmaz, özür dilenir” başlıklı yazısından sonra gazetesi tarafından işine son verilmiştir… Yine Bejan Matur’un Zaman Gazetesi’ndeki köşesini Roboskî katliamından hemen sonra bırakması, ilk zamanlarda yalanlansa da artık konu ile ilgili olduğu bilinmektedir…

İslamî medya genel olarak Roboskî’nin sıcak zamanlarında ya Zaman ve Yeni Şafak örneklerinde olduğu gibi başbakanın ağzından “Uludere hataydı, istismar etmeyin”, “ [Uludere konuşularak] PKK’nın ekmeğine yağ sürülüyor” türünden haberler vermiş yahut Akit örneğinde olduğu gibi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya tarafından kaleme alınan “Uludere’ye akıtılan gözyaşı PKK’ya cansuyudur” yazısındaki gibi bir yaklaşımda olmuştur.

Ajans haberciliğinin haberleri tektipleştirmesi ve az personel ile çok haber geçilmesi gibi etkenler fikrî takibi olumsuz etkilemektedir. Bunlar bahane olmamakla birlikte birçok medya organı önüne gelen hazır haberleri de bir süzgeçten geçirmekte, süzgeçten geçmeyenleri sansür etmektedir. Roboskî Katliamı süresince en çok görünür olan Roboskîli Ferhat Encu’nun başına gelen bir olay da bu sansür süzgecine takılmış, başta İslamî medya olmak üzere yaygın medyada yer bulmamıştır. Şöyle ki: Temmuz 2012’de Roboskî’de bir eylem düzenleyen köylülere asker tarafından izin verilmemiş ve tartışma esnasında Şırnak İl Jandarma Alay Komutanı Osman Aslan kameralara da yansıyan şekliyle Ferhat’ı “ben seni biliyorum, sen başkalarının güdümüyle hareket ediyorsun, senin de zamanın gelecek” sözleriyle açıkça tehdit etmiştir. Haber değeri tartışılmaz bu olay haber olarak görülmemiş, bu komutan hakkında bir soruşturma açılmamıştır.

İslamî basının önemli üç gazetesi olan söz konusu gazeteler bugüne kadar gelen süreçte zaman zaman sorgulayıcı haberler de yapmaktadırlar, ancak bu haberlerin Roboskî ile ilgili yapılan toplam haberlere oranı oldukça düşük kalmaktadır.

Türkiye’de medya, başta da ifade edildiği gibi öteden beri iktidarların ideolojik aygıtı olarak konumlanmıştır. Dersim’den bugüne; 6-7 Eylül yağmalarına, askeri darbelere, Çorum, Maraş ve Madımak’a, 28 Şubat’a, “Hayata Dönüş” nam ölüm operasyonlarına bakın; devlet nerede nasıl durmuşsa medya öyle mevzilenmiştir. Bu anlamıyla (istisnaları dışında tutarak) denilebilir ki Türk medyasının tarihi bir dezenformasyon tarihidir. Yaklaşık 14 saat görülmeyen Roboskî Katliamı, medyanın iktidar paralelinde mevzilenmesinin son yıllardaki en çarpıcı örneğidir. 2000’li yılların öncesinde sisteme muhalif olan İslamî medyanın özellikle AKP iktidarı ile bir dönüşüm yaşadığı ve anaakım medyanın eskiden beri içinde bulunduğu pozisyona yaklaştığı görülmektedir. Devletin ideolojik aygıtı olmak noktasına denk gelen bu yeni yaklaşım, iktidar paralelinde habercilikte anaakım-islamî medya ayrımını silikleştirmiştir.

Gazetecilik zordur; kılı kırk yarmak, zalim ve mazlumun aidiyetini sorgulamadan meselelere yaklaşmak, hakikate şahitlik etmek, kıldan ince kılıçtan keskin bir yolda yürümektir. Türkiye medya tarihinin ibretlik hali bize çoğunlukla bu zor yolu yürümek yerine, kolay olanın tercih edildiğini göstermiştir. Bu kolaylık da yukarıda zikredildiği üzere iktidarın paralelinde yayın yapmak ve bunun nimetlerinden faydalanmaktır.

Medya bugün iktidar ile ilişkilerini gevşetmiş değil, daha da sıkılaştırmışa benziyor; belirli periyodlarda Dolmabahçe’de “hizaya çekilme” toplantılarına katılıyor, hatta aralarında çatlak ses çıkaranları büyük patrona şikayet bile ediyorlar. Başbakan, bu manzaranın da verdiği özgüvenle gazetelere nasıl yayın yapılacağı, kimlere hangi meseleler üzerinde yazdırılıp yazdırılmayacağı konusunda direktifler veriyor, verebiliyor… Bu mutualist ilişki neticesinde gazeteler artık hangi haberlerin yayınlanmayacağına, hangi gazetecilerin işine son verileceğine, iktidardan işaret beklemeden karar verebiliyorlar…

Biz; medyada çeşitlilik arttıkça, tekeller dağıldıkça, “hak ehli” bilinen kurumlar/insanlar bu tekellerden pay koparmayı başardıkça ve sesleri giderek yükseldikçe zor ve doğru olan yolun yürüneceğini düşünüyorduk, yukarıda anlatılan manzara hüsn-ü zanlarımızda yanıldığımızı gösteriyor.

1992’de askerlerin Şırnak şehir merkezini basarak günlerce evleri ateş altında tutmasını “PKK Şırnak’ı bastı, kahraman ordumuz da kurtardı” diyen Cumhuriyet’in yanına bugün Roboskî’yi bombaladığını devlet inkar etmez, kabul ederken “34 Köylüyü PKK bombalattı” diyen Akit eklendi. Şahin Öner isimli bir genç polis panzeri ile ezilip yaşamını yitirirken İslamî olarak bilinen gazeteler de diğerleri gibi “polis bülteni” rolüne yazılarak, hakikatin üzerini örtüyor, gerçeği tahrif ederek “atmaya çalıştığı bomba elinde patladı” haberleri yapıyorlar.

Bugüne kadar anaakım medyanın neden iktidarlara yakın durduğunu tahmin etmek zor değil. Benzer bir akıl yürütme ile bugünkü anaakım ve İslamî medyanın da neden böyle bir yaklaşım içinde olduğu anlaşılabilir. Anlaşılması zor olan İslamî medya’nın, ona hakkın şahitliğini yapma sorumluluğu yükleyen bunca güçlü referansa (Nisâ:135, Maide:8,  Hûd:112) rağmen nasıl böyle bir tercihte bulunabildiğidir…

@ruhavi