Kültür-Sanat

IMOGA Art Galeri sezon açılışını "HİPOSTAZ" ile yapıyor

"Metropoliten entelektüeli değil, doğanın kozmik bütünlüğüne dönmeye çalışan şaman"

20 Ekim 2016 18:01

IMOGA Art Galeri sezon açılışını Altan Çelem, İsmet Değirmenci, Ümit İnatçı ve Emre Zeytinoğlu'nun eserlerinden oluşan "HİPOSTAZ" isimli sergi ile yapıyor. Sergi 20 Ekim – 10 Kasım 2016 tarihleri arasında ziyaret edilebilir.

4 sanatçının toplam 20 eserinin bulunduğu sergi IMOGA Art Gallery'nin sezon açılış sergisi olacak. "Hipostaz" başlığı altında sanatçılar aslolan sanatın kendisidir diyerek kendi özerk kimliklerini ve kendi entelektüel bilgi ve deneyimlerinden oluşan eserlerini sergiliyorlar. Sergide Altan Çelem, İsmet Değirmenci ve Ümit İnatçı'nın yağlıboya eserlerinin yanı sıra Emre Zeytinoğlu'nun "Kamera Sizi Yakalayamıyor" isimli kamera enstelasyon eseri bulunmakta.

Açılış: 20 Ekim 2016
Saat: 17.00

Adres:
Imoga Art Galeri
Rüştiye Sok. No: 2
Kızıltoprak-Kadıköy/İstanbul

"Metropoliten entelektüeli değil, doğanın kozmik bütünlüğüne dönmeye çalışan şaman" 

Sanatçılardan Ümit İnatçı'nın sergiyle ilgili yazdıkları şöyle:

‘‘Ben’’den evrene uzayan yol kendi bedenimdir; o kadar çok ve o kadar hiç

Güncelliğin içine sıkışmış bir metropoliten entelektüeli gibi değil, doğanın kozmik bütünlüğüne dönmeye çalışan bir şaman gibi sanat yapıyorum. Karmaşa ve düzen, ilkellik ve çağdaşlık, sezgi ve bilinç, özne ve nesne, gizem ve açıklık, parça ve bütün, şüphe ve mutlak... İkiliklerle çatışarak, bir homo ludens gibi kendimi de oyunun bir parçası kılarak, tüm yüceliklerin bir rol kapma oyunundan ibaret olduğunu kanıtlamaya çalışıyorum. Şamanizm’den Mısırlıların hermetik ritüel sanatlarına, Antik Yunan Mitolojisi’ndeki kozmogoniye ve kültürel antropoloji – etnografya düzeyinde günümüze kadar varan betimleme biçimleri eserlerimin kültürel gen yapısında gizlidirler. Bir antik seramikten ikonaya, bir tapınak resminden kilim motiflerine, bir şamanın tılsımlı nesnesinden simyacının şematik resimlerine, Bengü taşlarından el yazmalarına, bir Uzakdoğu resminden minyatüre... Resim ve yazının bir bütün olarak algılandığı her ne varsa zihnimi meşgul ediyor. Sanatsal üretimimi devingen kılan bu esin ve bilgi kaynakları sezgi yetimi hep diri tutuyor.

"Kent yaşamının hızına karşın, doğanın zamansızlığı..."

İsmet Değirmenci sergideki eserlerini şöyle anlatıyor:

...kent yaşamının hızına, tüketimine ve kaosuna karşın, doğanın zamansızlığını, sessizliğini, tinsel ve metafizik mesafeden bakarak; kendimle kurduğum bir dialog yüzeyi oluşturmaya çalışıyorum; ya da kendime doğru yaptığım bir yolculuk...  

"O kendini bu makineleşmiş kent akışına bırakmıştır"

Altan Çelem sergideki eserlerini şöyle anlatıyor:

...Denetimsizleşmiş kentin hızı karşısında kendilerinden geçmiş birçok insanı... Tümünü seyreder... Ama bu seyrediş, kalabalıkta kendini kaybeden ve aynı Zaman'da “görünmez” olan birinin seyretmesi gibi değildir... O kendini bu makineleşmiş kent akışına bırakmıştır.

"Yoksa 'Büyük Birader' biz miyiz?"

Emre Zeytinoğlu sergideki eserlerini şöyle anlatıyor:

Kamera Sizi Yakalıyamıyor

Siz öyle sanın... Daha uzağınızdaki biri sizi diğer ekrandan aynen izliyor. Ama siz, o sizi izleyeni göremiyorsunuz. Böylece izlenmediğinizi sanıyorsunuz.

Sizi izleyen kim? O korkunç “Büyük Birader” mi? İplerimizin onun elinde olduğunu mu düşünmeliyiz?

Bunu söylemek zor. “Büyük Birader”in ne ya da kim olduğunun yanıtını veremiyoruz. Çünkü onu hiç görmedik. O, yalnızca George Orwell’ın romanında betimleniyor. Fakat o betimlemeden bir robot resim bile oluşturamıyoruz.

Ne var ki “Büyük Birader”in hiç yaşamadığını da kimse iddia edemez; o yaşıyor ve o var.

Karşımızda bunca kamera ve ekran duruyorsa, görüntüler bir yere ulaşıyor demektir.

Oysa şunu biliyoruz: Biz aynı ekranlarda birilerini izleyebiliyoruz, işte onlar karşımızda duruyorlar. Ve onlar da bizim tarafımızdan izlendiklerinin ayırdında değiller.

Yoksa “Büyük Birader” biz miyiz?
Yoksa “Büyük Birader” bizi uzak ekranlarda izleyenler mi?
Yoksa hepimiz birer “Büyük Birader” miyiz?
Yoksa “Büyük Birader” diye biri yok mu gerçekten?
Yoksa “Büyük Birader” tek kişi değil mi?
Yoksa “Büyük Birader” hepimiz miyi, onu zihinlerimizde biz mi yarattık?
Belli ki “Büyük Birader” ayrı ayrı biziz. Birbirimizin “Büyük Birader”iyiz.

Hepimiz birbirimizi denetliyoruz; “Büyük Birader” bu denetim ağından doğuyor.

Yani biz geniş bir alanı denetim altında tutarken, bizi kendi denetim alanına sıkıştıranlar sürekli çoğalıyor.

Herkesi denetlerken, denetleniyoruz. Zaten denetim toplumu da işte böyle tanımlanıyor.

Şimdi çevremize daha dikkatli bakalım: Ne göreceğiz? Denetlediklerimizi mi yoksa bizi denetleyenleri mi?