Dubai'deki Cop28 tarihi fosil yakıt kararıyla sonlandı. Ancak bu, zirvede atılan tek önemli adım değildi. Kayıp ve Zarar Fonu'ndan yenilenebilir enerjiye çok çeşitli adımlar atıldı. Türkiye bunların bir kısmında vardı, bir kısmında yoktu.
Yıl 1995. Berlin’deyiz. İlk Cop iklim zirvesinde. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘ni imzalıyoruz. Amacımız “atmosferdeki sera gazı yoğunluğunu insanların iklim sistemine ‘tehlikeli’ müdahalesini engelleyecek seviyede dengelemek.”
Aradan 28 yıl geçti. Bu sefer Dubai’deyiz, petrol zengini Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) en gözde şehrinde. Küresel Durum Değerlendirmesi’ni imzalıyoruz. Hedefimiz zenginliğine fosil yakıt kaynaklarıyla ulaşmış ülkelerle iklim değişikliğinden en çok etkilenen yoksul ülkelerin kabul edebileceği şekilde “fosil yakıt” kelimelerini anlaşmaya sokabilmek…
Zirveyi yakından takip ettiyseniz “kademeli olarak terk etmek” anlamına gelen “phase out” kelimesini ezberlemiş olmanız lazım. Zira yabancı haber sitelerinde zirve boyunca fosil yakıt kullanımının kademeli olarak terk edilmesi ele alındı. Bu süreçte başta Suudi Arabistan olmak üzere ülke ekonomisinin büyük kısmını bu sektöre borçlu ülkeler bu maddeye karşı çıktı. Soğuk terler döküldü, zirve uzatmalara gitti. O karar bir şekilde çıkacaktı ve çıktı da. Ama “phase out” ile değil. Tavizler verildi, anlaşmada fosil yakıtları kademeli olarak “terk etmek” yerine fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye kademeli geçiş için “katkıda bulunma” ifadesi yer alıyor.
28 yıldır toplanan ülkelerin ilk defa bir anlaşmada fosil yakıttan bir biçimde çıkışı onaylaması büyük başarı elbette. Ancak Time’da Aryn Baker kararı hayatından şöyle bir örnek vererek değerlendiriyor:
“Ailemden ev işlerine daha çok yardım etmelerini istediğimde aldığım ‘Denerim’ yanıtı kadar kanıma dokunan başka şey yok. Bu tek kelimeyle sorunu kabul ediyorlar etmesine. Eşim kimsenin olmadığı odadaki ısıtıcının boşa çalışmasının elektrik maliyetini artırdığını, kızım çamaşır makinesinde beklettiğimiz çamaşırların kokacağını, her ikisi de sulanmayan bitkilerin öleceğini pekâlâ biliyor. Ama bu ‘Denerim’ ifadesinde inandırıcılıktan ve kararlılıktan yoksun bir şeyler var. Bizim evde bu ifade ‘Yakın zamanda böyle bir şey olmayacak’ anlamına geliyor.”
İşte anlaşmadaki “katkıda bulunma” ifadesi pek çok bilim insanı ve çevrecinin gözünde “Denerim” anlamına geliyor. Yaşamdan Yana Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Nilgün Engin 10Haber’e verdiği demeçte “Küresel Güney’in her gündeme finans açısından baktığı; G8 ülkelerinin ise üstlerine düşeni sadece Kayıp ve Zarar Fonu’na bir miktar dolar aktarmak olarak gördükleri gerçeği değişmedikçe bu konuda yapılan tüm toplantıların gerçek bir değişime yol açmasını beklemiyorum. Petrol üreten ülkelerin bu konuda herhangi bir adım atmaktan yana tavır almalarını da beklemiyorum. Abu Dabi’deki Masdar kenti projesi gibi ‘yeşil geleceğin örneği’ olarak sunulan projeler, fosil yakıtların bu kadar talep gördüğü ve yüksek fiyattan alıcı bulduğu bir dünyada ‘yeşil yıkama’yı çağrıştırmakta bana” diyor mesela.
Yazıya pek olumsuz başlamış gibi görünüyorum ama bu iki haftalık süreçte pek çok ilklere imza atıldı. Cop28 zirvesinde neler yaşandı, Türkiye’nin zirvedeki yeri neydi, kazanımlar ne anlama geliyor, beraber tek tek üzerinden geçelim.
İlk kez ciddi ciddi ele alınan gıda sistemleri meselesi
Konuya Türkiye’nin de dahil olduğu bir girişimden başlayalım. Gıdanın iklim krizindeki yerini azımsamamak gerekiyor. Zira gıda sistemleri tarladan soframıza ve oradan da çöpe gidene kadar küresel sera gazı salımının yaklaşık yüzde 30’unu oluşturuyor. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş son iki yılda küresel gıda tedarikini alt üst etti. Bundan önce de çok parlak bir sicilimiz yoktu ama Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bugün yaklaşık 735 milyon insan aç. 2019’da bu sayı 613 milyondu.
Soru şu: Giderek artan besin ihtiyacını karşılarken dünyaya zarar vermemeyi nasıl başaracağız? İlginç gelebilir ama Cop’ta ilk kez hükümetler bu soruyla resmi bir şekilde yüzleşti.
198 ülkeden neredeyse 100 bin kişinin katılımıyla şimdiye kadarki en büyük Cop unvanına ulaşan Cop28’e bu sene çok sayıda gıda şirketinin katılması tesadüf değildi. Tohum üreticileri yeni teknolojiler için hükümetlerden destek aradı. Gıda ve Tarım örgütü, küresel gıda sisteminin iklim hedefleriyle nasıl uyumlu hale getirilebileceği konusunda bir yol haritası belirledi. Bu yol haritasında 2030 yılına kadar gıda israfını yarı yarıya indirmek ve hayvancılıktan kaynaklanan metan salımlarını yüzde 25 oranında azaltmak var.
Ama bu yol haritası her ülkede aynı şekilde uygulanacak diye bir şey yok. Malum eşit bir dünyada yaşamıyoruz. Afrika’da açlık içinde yaşayan insanlara, “Sen iklim kriziyle mücadele etmek için daha az et yiyeceksin” demenin absürtlükten başka anlamı olamaz zaten. Gıda uzmanları, bu yol haritasının Kuzey Amerika’dakileri et ve süt ürünlerini daha az tüketmeye teşvik etmek, Sahraaltı Afrika ülkelerinin de tarım verimliliğini artırmak anlamına geldiğini söylüyor.
Yol haritası belirlendi belirlenmesine ama bir de bunun hükümetler bazında resmileştirilmesi var. 154 ülke küresel gıda sisteminin yeniden düzenlenmesi gerektiğine dair bir deklarasyona imzasını attı. Ancak bu anlaşma muğlak, somut hedefleri yok ve bağlayıcı da değil. Bu deklarasyonda ülkeler 2025 yılında iklim hedeflerinin bir sonraki aşamasına tarımsal zararlı gaz salımlarını da eklemeyi taahhüt ediyor. Başka da bir şeycikler yok. Ama ABD ve BAE, iklim değişikliği için tarımsal inaovasyonlara yaklaşık 17 milyar dolar destek taahhüt etti.
Ankara’daki ilk vegan dernek olan Yaşamdan Yana Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Nilgün Engin de Cop28 zirvesine katılarak, Dubai’de gıda sistemlerinin hayvancılıktan uzaklaşıp bitkisel üretime geçmesini ve hayvancılık için ayrılan alanların hızla ekosisteme kazandırılması amacıyla beş kritik eşiğin onarılmasını hedefledikleri Plant Based Treat kampanyasını tanıttı.
İklim krizi sebebiyle adımların daha hızlı atılması gerektiğini söylemekle birlikte gıda sistemlerinin masaya getirilmesini önemli bir kazanım olarak gördüğünü 10Haber’e anlatan Engin “Bir sıfırdan büyüktür diye düşünüyorum. 340 civarında delegeyle temsil edilen hayvancılık endüstrisinin tüm çabalarına karşın bugüne kadar sayelerinde görmezden gelinen ‘odadaki pembe inek’ artık görünür oldu. Bilimsel verilerin açıkça ortaya koyduğu gerçekler üzerinden gıda sistemlerinin yeniden şekillenmesi bence çok uzun bir zaman almayacak” dedi.
Türkiye’nin katılmadığı yenilenebilir enerji taahhüdü
Sırada Türkiye’nin parçası olmadığı bir girişim var: Yenilenebilir enerjiyi 2030 yılına kadar üç katına çıkarmak (en az 11 terawatt) ve enerji verimliliğini iki kat artırmak (yüzde ikiden dörde yükseltmek). Bu anlaşmaya 130 ülke imzasını attı. Girişime biz destek vermiyoruz ama AB, ABD, BAE, Brezilya, Nijerya, Avustralya, Japonya, Kanada ve Şili gibi ülkeler var.
Anlaşmanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği biraz da gelişmekte olan ülkelerle yoksul ülkelere yapılacak desteklere bağlı. Yeni Delhi merkezli kâr amacı gütmeyen araştırma kuruluşu Enerji, Çevre ve Su Konseyi’nin CEO’su Arunabha Ghosh NYT’ye verdiği demeçte etkili finansal araçlar olmadan yenilenebilir enerji alanında adımlar atmanın gelişmekte olan ekonomilere zarar vereceğini söylüyor. Ghosh zirve hakkında çok olumlu düşüncelere sahip değildi, bunu da şu sözlerle ifade etti: “İklim hırsı yeterince harlanmadı, en eski hava kirleticileri sorumlu tutulmadı, Küresel Güney için adil bir düşük karbona geçişin finanse edilmesi için mekanizmalar oluşturulmadı.”
Türkiye fosil yakıt ülkesi olmadığı için esasında yenilenebilir enerjiye taraf olması kendisi için de faydalı bir hamle olabilirdi. Üstelik hükümet, yenilenebilir enerji alanında ilerleme kaydetmek için çaba sarf edildiğini söylüyor. Örneğin ekim ayında Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek, BAE ile 50,7 milyar dolarlık çerçeve bir anlaşmada mutabık kaldıklarını, bu paranın 27 milyar dolarının doğrudan yatırım olarak yenilenebilir enerji sektörüne yapılacak yatırımları içereceğini söylemişti.
Küresel Enerji Merkezi’nin yöneticisi ve ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin eski enerji direktörü Landon Derentz, Atlantic Council’e yaptığı değerlendirmede yenilenebilir enerji kapasitesinin artırılması, enerji verimliliği ve metan gazının azaltılmasına ilişkin taahhütlerin 2030 yılına kadar beşeri sera gazı salımlarında yaklaşık dört gigaton karbondioksite eşdeğer bir azalma anlamına geldiğini söylüyor. Yani tek başına bu bile büyük bir kazanım esasında.
Kayıp ve Zarar Fonu’nda "mütevazı" fon
Anlaşmanın en önemli maddelerinden biri belki de Kayıp ve Zarar Fonu. Bu dünyayı en çok kirletenler olduğu gibi en az kirletenler de var ve genelde kısa çöpü çeken taraf yoksul ülkeler oluyor. ABD, Kanada veya Avrupa yaşadığı felaketleri ekonomik olarak bir şekilde telafi edebilir. Ancak aynı durum yoksul ülkeler için geçerli değil. Bu ülkelerin yardıma ihtiyacı olduklarını zengin ülkelere tane tane anlatması gerekiyor. İşte bu zirvede dertlerini anlatmalarının karşılığı olarak “Kayıp ve Zarar Fonu” oluşturuldu.
Bu fona taahhüt edilen para epey mütevazıydı. En azından ABD’nin İsrail’e Gazze’deki savaşı için 14.3 milyar dolarlık para yardımını kabul ettiği bir dünyada, Kayıp ve Zarar Fonu’na yaklaşık 700 milyon dolar ayrıldı. BAE ve temiz enerjiye geçmek için gerçekten çaba sarf eden Almanya fona 100’er milyon dolar taahhüt ederken, dünyanın en büyük hava kirleticilerinden biri olan ABD 17 ‘buçuk’ milyon dolar taahhüt etti. En büyük kirleticilerden Çin ise 10 milyon dolarlık destek verdi. ABD ve Çin’in dünyanın en büyük iki ekonomi olduğunu bir kenara bırakalım, dünyanın en çok sera gazı salımı yapan iki ülkesi de ABD ve Çin.
1850 yılından beri Çin’in dünyaya saldığı karbondioksit miktarı 284 milyar ton. Çin’den çok daha önce sanayileşen ABD’de ise bu miktar neredeyse iki katı fazla: 509 milyar ton. Şu anda Çin yıllık olarak 12.7 milyar ton karbondioksit salımı yapıyor. ABD’nin karbon salımı ise 5.9 milyar ton. Ama bir bakıma şaşırmamak da gerekiyor. ABD Başkanı Joe Biden da Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de liderler zirvesine katılmayıp temsilcilerini göndererek tavırlarını gösterdiler zaten.
Yaşamdan Yana Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Engin de aynı fikirde. “ABD’nin kâr etmesi mümkün olmayan bir ‘girişim’e bu kadar fon ayırması bile şaşırtıcı diyebilirim” diyen Engin, “İklim krizinin ulaştığı son duruma katkısı yaklaşık %20 olarak ölçülen bir ülkenin sorumluluklarının daha fazla bilincinde olup; kaynaklarını değişime yöneltmesi beklenebilirdi. Oysa ABD dünyanın bir numaralı hayvan eti üreticisi ve ihracatçısı konumu korumak amaçlı, metan gazının salımını engelleyen teknolojilere yatırım yapmayı tercih eden bir ülke. Dünyada karbon ayak izi en yüksek kişilerin seçtiği yönetimlerce idare edilen ABD’nin ineklere takılan maskeler, yosundan üretilen yemler vb. yöntemlerle karbon salımını düşürüyor gibi yapmayı tercih ettiği dikkate alındığında Birleşmiş Milletler bünyesinde alınan kararlar kapsamında üzerine düşeni sadece etik gerekçelerle yapması beklenemez kanımca” sözlerini dile getirdi.
Türkiye ‘Ben de kırılganım’ diyor
Peki Türkiye’nin bu fondaki konumu ne diye soracak olursanız Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’nin cevabı açık: Biz kırılgan ülkeler arasındayız. Yaklaşık 50 kişiden oluşan uzman ekibiyle Cop28’e katılan Özhaseki, “Kayıp ve Zarar Fonu’ndan en fazla istifade edebilmek için de büyük bir mücadele veriyoruz. Çünkü bizim ülkemiz, Akdeniz havzasında ortalama 1.1 dünya ısısının arttığı bir yerde. Biz 1,5 derece kadar ısınmadan etkilenmiş bir ülkeyiz. O yüzdendir ki seller, kuraklıklar, heyelanlar, müsilajlar gibi afetler de arka arkasına geliyor ve bundan kurtulamıyoruz. En çok etkilenen ülkelerden birisi olarak bizim de bu tür fonlara erişim imkanımızın olması lazım. Bu da bir mücadele” dedi.
Kendisi de Türkiye’nin kırılgan ülkeler arasında yer aldığını düşünen Engin, “Türkiye’nin ekonomisinin kırılgan değil, kırılmış olduğu gerçeği dünyanın yabancısı olduğu bir konu değil. Savaş ve kıtlık krizlerinden kaçan milyonların sığındığı güvenli alan Türkiye’nin, ekonomileri daha güçlü olan ülkeler tarafından desteklenmesi makul bir taleptir” değerlendirmesini yaptı.
Beyza Topçu'nun 10haber'deki "İlklere sahne olan Cop28 bize ne anlatıyor?" başlıklı haberi, aynen alınmıştır.