Politika

İlerleme Raporu reform istiyor

Türkiye İlerleme Raporu'nu yayımlayan AB Komisyonu, sivil anayasa çalışmalarının sonuç vermemesini eleştirerek demokrasi ve insan haklarını güçlendirecek reformların yap&

05 Kasım 2008 02:00
Avrupa Komisyonu, Türkiye'yle ilgili İlerleme Raporu'nu açıkladı. Rapora, Türkiye’de reform sürecinin yavaşladığı tespiti damgasını vururken, dış politika ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül övgü aldı. Türkiye’nin AB’yle üyelik müzakerelerinde son bir yılda kaydedilen ilerlemenin karnesi niteliğindeki raporda, sivil anayasa çalışmalarının sonuç vermemesi eleştirilirken, demokrasiyle insan haklarını güçlendirecek reformların canlandırılması çağrısı yapıldı.

“Hükümet güçlü siyasi yetkisine rağmen tutarlı ve kapsamlı siyasi reform programı ortaya koyamadı” ifadesini içeren raporda, sivil anayasada ilerleme yerine ‘üniversitede başörtüsüne yönelik değişikliklere odaklanılması’na dikkat çekildi. 301’deki değişiklik yetersiz bulundu, Siyasi Partiler Yasası’nda değişiklik çağrısı yapıldı ve ordunun resmi ve gayrı resmi kanallar üzerinden siyasi etki icra ettiği tespitinde bulunuldu. Gül’ün ‘partiler arası uzlaştırıcı rol oynama çabaları’ ve dış politikada aktif rol oynayıp dış ziyaretleri sıklaştırmasının yanı sıra Türkiye’nin özellikle Kafkasya’daki girişimleri olmak üzere dış siyaseti övgü aldı. Önemli tespitler özetle şöyle:

AB - Türkiye ilişkileri

Şu ana kadar müzakereler sekiz başlıkta başlatıldı ve biri geçici olarak kapatıldı. Ek olarak AB Türkiye’ye, 11 başlığın müzakerelerine başlanabilecek tatminkâr hazırlık seviyesine ulaşabilmesi için gereken ilerleme hakkında bilgi verdi. Aralık 2006 Konsey kararı halen geçerli.

Gelişmiş siyasi diyalog devam etti. Mayıs ve Eylül 2008’de bakanlar düzeyinde, Şubat ve Temmuz 2008’de siyasi direktör düzeyinde siyasi diyalog toplantıları yapıldı. Bu toplantılarda Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterleri anlamında karşı karşıya bulunduğu ana sorunlara odaklanıldı ve Katılım Ortaklığı önceliklerinin yerine getirilmesinde kaydedilen ilerleme gözden geçirildi. Irak, İran, Ortadoğu ve Kafkaslar gibi AB ve Türkiye’nin ortak ilgi alanını oluşturan bölgesel dış politika konuları da düzenli olarak ele alındı.

AB-Türkiye, Gümrük Birliği AB-Türkiye arasındaki iki yönlü ticaret ilişkisinde daha da büyük bir artışa katkıda bulundu. 2006’da 100 milyar avroya yaklaşan ticaret hacmiyle Türkiye, AB’nin yedinci büyük ticaret ortağı konumunda. AB Türkiye’den Kıbrıs Rum Kesimi’ne yönelik nakliye yolları kısıtlamaları dahil olmak üzere, malların serbest dolaşımıyla ilgili kalan tüm kısıtlamaları kaldırmasını istedi. Türkiye ticaret, ithalat lisansları, devlet yardımı ve fikri mülkiyet haklarının güçlendirilmesi alanlarındaki teknik engellerle ilgili vermiş olduğu sözleri henüz yerine getirmedi. Bazı hayvansal ürünlerin ithalatına ilişkin uzun süredir yürürlükte olan yasaklarla ilgili hiçbir ilerleme kaydedilmedi.

Siyasi kriterler

14 Mart 2008’de Anayasa Mahkemesi Başsavcısı, iktidardaki AKP’nin kapatılmasını ve cumhurbaşkanı ve başbakan dahil mevcut parti yetkililerinin beş yıl boyunca siyasetten men edilmesi için mahkemeye başvurdu. Partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu öne sürülüyordu. 30 Temmuz’da Mahkeme partiyi kapatacak çoğunluğu sağlayamadı, ancak laiklik ilkelerine karşı eylemler yapmış olduğuna kaanaat getirdi. Böylece 2008 için hükümet yardımlarının yüzde 50 oranında kesilmesi kararını aldı.

16 Kasım 2007’de Yargıtay Başsavcısı, DTP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu, partinin 221 eski ve mevcut üyesine beş yıl boyunca siyaset yasağı getirilmesini istedi. Parti, ülkenin birliği ve bütünlüğüne karşı eylemlere karışmakla suçlanıyor. Dava halen beklemede.

Suç örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon’la ilgili soruşturma, emekli generaller dahil bazı kişilerin tutuklanmasına yol açtı. Ergenekon iddianamesi terör örgütü oluşturma, hükümeti devirme ve çalışmalarını şiddet yoluyla baltalama gibi suçlamalar içeriyor. Soruşturma boyunca savunmanın haklarının yeterli korunmaması ve suçlama yöneltilmeden gözaltına alınma süresinin aşılması gibi bildirimlerde bulunuldu.

AKP bir dizi akademisyene 1982 anayasasını gözden geçirme ve ülkeyi temel haklar konusunda uluslararası standartlarla aynı hizaya getirme görevi verdi. Ancak halka veya meclise bir taslak sunulmadı ve bunun tartışılması için net bir zaman çizelgesi verilmedi. Meclis bunun yerine Şubat 2008’de anayasanın 10. ve 42. maddelerini, üniversitede türban yasağını kaldırma amacıyla değiştirdi. Değişiklikler AKP, MHP ve DTP’nin desteğiyle kabul edildi. CHP ve DSP’nin itirazını takiben 5 Haziran 2008’de Anayasa Mahkemesi devletin laiklik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle bu değişiklikleri iptal etti. Mahkemenin anayasal değişiklikleri içerik değil sadece şekil bakımından inceleyebileceği gerekçesiyle buna karşı çıkan iki yargıç azınlıkta kaldı.

Yeni cumhurbaşkanı siyasi aktörler ve sivil toplum açısından uzlaştırıcı rol oynamaya çalıştı. Hükümetle iyi bir iş ilişki kurarken, AB’yle ilgili reformları hızlandırmak için defalarca çağrı yaptı. Dış politikada aktif rol oynadı ve birçok yurtdışı gezisi oldu. Eylül 2008’de Ermenistan cumhurbaşkanının daveti üzerine, karşılıklı ilişkilerin normale dönmesini sağlayacak iki yönlü bir diyalog kurma amacıyla yaptığı ziyaretle, bu ülkeye giden ilk Türk cumhurbaşkanı oldu.

Hükümet AB üyelik sürecine ve siyasi reformlara bağlılığını vurguladı. Ancak güçlü siyasi yetkisine rağmen, siyasi reformlarda ilgili tutarlı ve kapsamlı bir program öne sürmedi.
Genel anlamda, yasama ve yürütme fonksiyonları açısından bakıldığında cumhurbaşkanı daha fazla siyasi reform çağrısında bulunarak olumlu rol oynarken, hükümet siyasi ve anayasal reform için tutarlı ve kapsamlı bir program ortaya koymadı. Ayrıca ana siyasi partiler arasında bir diyalog ve uzlaşma ruhunun olmaması, siyasi kurumların işleyişini olumsuz etkiledi. Meclis çalışması, iki partiye yönelik kapatma davaları nedeniyle ciddi düzeyde olumsuz etkilendi.

Kuzey Irak’taki terörist hedeflere yönelik askeri operasyonlar bağlamında ordunun üzerinde bir siyasi kontrol pratikte uygulandı. Bu tür operasyonlara meclis izin verdi. Ancak silahlı kuvvetler, resmi ve gayrıresmi mekanizmalar yoluyla önemli düzeyde siyasi nüfuz uygulamaya devam etti. Silahlı kuvvetlerin kıdemli üyeleri Kıbrıs, güneydoğu, laiklik, siyasi partiler ve diğer askerlik dışı gelişmelerle ilgili konularda kendi yetkilerinin ötesine geçerek iç ve dış politik konularda kendi görüşlerini beyan etti. Türk Silahlı Kuvvetleri iç Hizmet Yasası ve MGK Yasasında değişiklik yapılmadı. Bunlar milli güvenliği geniş bir şekilde tanımlayarak orduya geniş manevra alanı tanıyor. Jandarma üzerinde sivillerin kontrolünü geliştirecek bir ilerleme kaydedilmedi.

AB dahil yabancı kurumlardan para yardımı alan STK’larla ilgili bir ordu iç muhtırası basına sızdı. Bu yalanlanmadı. Güvenlik, kamu düzeni ve yardım birimleriyle ilgili 1997 EMASYA gizli protokolü, değişmeden yürürlükte kaldı.
Askeri bütçe ve harcamalar üzerinde meclis gözetimini güçlendirecek ilerleme kaydedilmedi. Meclis Planlama ve Bütçe Komisyonu, Savunma Bakanlığı’nın bütçesini gözden geçiriyor. Ancak bütçe harici fonlar, meclis tahkikinin dışında tutuluyor. Çoğu satınalma projesine fon sağlayan Savunma Sanayii Destek Fonu hâlâ bütçe dışı.

Adalet Bakanlığı, üzerinde çalıştığı yargı reformu stratejisi taslağını 2008 baharında açıkladı. Kapsamlı taslakta yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, etkinliği ve verimi, profesyonelliğinin geliştirilmesi, yargıya güveni artırıcı önlemler ve yönetim sistemi, yargıya erişimi kolaylaştırma ve cezaevi sistemini iyileştirme gibi konular ele alınıyor. Ancak bölgesel temyiz mahkemelerinin kurulması yönünde gelişme yaşanmadı. Bu önemli bir sorun. Yasa uyarınca bunların Haziran 2007 itibarıyla çalışmaya başlamış olması gerekiyordu. Ayrıca insan hakları ve temel haklarla ilgili yasaların yargı tarafından yorumlanmasında AİHM, AİHM içtihatları ve Anayasa’nın 90. maddesine uygun olmasının sağlanması için çaba harcanmalı.

Yargı bağımsızlığına ilişkin kaygılar devam ediyor. Bazı durumlarda üst düzey yargı mensupları halka, gelecekteki davalarda tarafsızlıklarını etkileyebilecek siyasi yorumlarda bulunuyor. Yargı reformu, Katılım Ortaklığı’nın bir önceliği.

İnsan hakları ve azınlıklar

İnsan hakları belgelerinin onaylanmasına dair hiçbir gelişme kaydedilmedi. Eylül 2005’te imzalanan BM İşkenceyle Mücadele Sözleşmesine Ek İhtiyari Protokol (OPCAT) onaylanmadı. BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nin onaylanması askıda. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) üç ek protokolünü onaylamadı.

Raporun hazırlanması süresi boyunca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’nin AİHS’ni ihlal ettiği yönünde toplam 266 karar verdi. AİHM’ne başvuruların toplam sayısı artmaya devam etti. Başvuruların çoğu adil yargılanma ve mülkiyet haklarının korunmasıyla ilgiliydi. Birkaçı yaşam hakkının ihlali ya da işkence ve kötü muameleye ilişkindi. Türkiye davaların çoğunda AİHM’in nihai kararına uydu. Ancak kayda değer sayıda AİHM kararı, uygulanmayı bekliyor. Ayrıca Türkiye vicdanı retçilerin defaten yargılanmaları ve mahkum edilmelerini önleyici yasal düzenlemeleri benimsemedi.

Kıbrıs-Türkiye meselesinde, kayıp kişiler ve Kıbrıs’ın kuzey kesiminde daimi olarak ikâmet eden Kıbrıslı Rumların mülkiyet hakları meseleleri de askıda. Yerlerinden edilmiş kişilerin mülkiyet haklarına yönelik uygulanan tazminat mekanizması prensipte AİHM tarafından belirlenen gereklilikleri yerine getirmektedir ve tazminat talepleri almaya devam etmektedir. Ancak Türkiye bu tür tazminat davalarıyla ilgili olarak AİHM’in almış olduğu kararları henüz tam olarak yerine getirmemiştir. Genel olarak Türkiye AİHM kararlarının yerine getirilmesi konusunda ilerleme kaydetmeyi sürdürdü. Ancak daha fazla çaba gerekiyor. OPCAT dahil olmat üzere uluslararası insan hakları belgelerinin onaylanması konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmedi.

Parlamento düzeyinde İnsan Hakları Soruşturma Komisyonu cezaevlerindeki kötü muamele ve işkenceyi ve gazeteci Hrant Dink cinayetini soruşturmak üzere iki üst komite oluşturdu. Hrant Dink Komisyonu’nun raporu, cinayetin önlenememesinde güvenlik kurumlarının ve jandarmanın eylemlerindeki ihmal, hata ve koordinasyonsuzluğun yol açtığı sonucuna vardı. Bu bulgular, düzgün bir şekilde incelenmeli.

İnsan haklarının tanıtımı ve uygulanmasının kurumsal çerçevesi, bağımsızlık gerekliliğini karşılamıyor ve mali özerklik ve şeffaflıktan yoksun. Bu kurumların çalışmalarına dair daha büyük bir kamu bilincine ihtiyaç var. İnsan hakları savunucuları yaptıkları iş yüzünden cezai soruşturmalarla karşı karşıya kaldı.

Vatandaşlık hakları

Tutuklu hakları, gözaltında işkence ve kötü muamele olaylarının önlenmesine hizmet eden kapsamlı bir dizi önlemle korunmaktadır. Bunlar arasında polis gözetimindeki tutukluların tıbbi muayenesi bulunmaktadır. Bu koşulların uyumlu hale getirilmesinin sağlanması yönünde çabalar mevcut. Bir sonraki adım, söz konusu mekanizmanın yapısına ve işlevine dair halka danışılmasını gerektiriyor.

Ancak, STÖ’lere, bilhassa resmi yerler dışında gözaltı, özellikle tutuklama, götürülme veya alenen gözaltı kayda geçirilmeden yapılan işkence ve kötü muameleyle ilgili yapılan başvuruların sayısı arttı. Bunun dışında, yasal koruyucu önlemlerin, gözaltında ya da cezaevinde işkence ve kötü muameleyi önleme ya da bunları durdurmada başarısız olduğu olaylar da mevcut.

Polisin görevleri ve yasal yetkilerine dair 2007’de yapılan düzenlemelere göre, polisin direnişle karşılaşmadıkça güç kullanmaya yetkisi yok. Ancak, kanunun uygulanmasının rutin kimlik kontrolleri sınasında kötü muamele olaylarının yaşanmasıyla sonuçlandığı yönünde kaygılar bulunuyor. İnsan hakları ihlallerinin önüne geçilmesi için düzenlenen hükümlerin harfi harfine uygulanıp uygulanmadığının Türk yetkililerce denetlenmesi gerekiyor.

Tarafların gözaltı yerlerini gözlemlemesi için bağımsız ulusal bir önleyici mekanizma tayin etmesi ya da kurmasını gerektiren OPCAT’in onaylanması askıda olmakla birlikte, böyle bir mekanizma oluşturulmuş değil. İnsan Hakları Kurumlarının ziyaretleri genellikle izlenmiyor ve bu kurumlar yeterli uzmanlığa sahip değil.

İşkence ve kötü muamelenin cezadan muaf olmasına ilişkin, Adalet Bakanı geçenlerde yaşanan cezaevinde işkence sonucu ölüm olayı için aleni bir özür açıklamasında bulundu. Ancak insan hakları ihlallerinin cezasız kalması endişe yaratan bir husus. Güvenlik güçleri mensupları tarafından gerçekleştirildiği öne sürülen insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak ivedi, tarafsız ve bağımsız soruşturmalar yapılmıyor. Genel olarak işkence ve kötü muamelenin önlenmesine dair sınırlı çabalarda bulunuldu. Gözaltı sırasında ve resmi gözaltı yerleri dışında işkence ve kötü muamele iddiaları endişe kaynağı.

Cezaevlerinin fiziki altyapısı gelişmeye devam etti. Personel eğitimi gelişmeye devam etti. Cezaevi Kurumları ve Tutukevleri Gözlem Kurulu’nun faaliyetlerine daha fazla şeffaflık getirildi. Ancak cezaevi denetiminin ulusal yapısı OPCAT’ın gerekliliklerini karşılamada yetersiz.

Altyapı ve personel eğitiminin iyileştirilmesi konusunda genel olarak iyi ilerleme söz konusu. Ancak mahkumların koşulları ara sıra olan kötü muamele ile ilgili eksiklikler yerine getirilmeli.

Türk medyasında, aralarında Türk toplumunun hassasiyet duyduğu konuların da bulunduğu meseleler geniş bir yelpazede açık olarak tartışılmaya devam ediyor. Nisanda meclis, ifade özgürlüğünü koruma önlemlerini güçlendirme amacıyla 301’le ilgili düzenlemeleri kabul etti. Düzenlemeler maddenin üslubunu değiştirdi, ceza yaşı üst limitini düşürdü ve yabancı bir ülkede hakarete daha fazla ceza getirilmesi hükmünü kaldırdı. Ancak, 301’in ifadesi büyük ölçüde aynı kaldı ve öncelikli izin gerekliliği siyasi düşünceye tabi hale geleceği olasılığını ortaya çıkarıyor.

İfade özgürlüğünü sınırlayan diğer yasal hükümler de endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Sözgelimi, Ceza Kanunu’nun kamu düzenine karşı eylemleri suç sayan 215, 216 ve 217. maddeleri ve Kürt meselesi üzerine şiddet içermeyen düşünceleri ifade edenlere dava açılması ve bunların mahkum edilmesi yönünde uygulanan Terörle Mücadele Kanunu. Türk hakimleri ve savcıları “şiddete tahrik” ya da “kamu çıkarına” dair hükümleri, bilhassa Kürtlerle alakalı meselelerle ilgili olarak geniş yorumluyor. Bu, AİHM’nin ifade özgürlüğüne dair içtihadına uymamaktadır ve özellikle şiddet içeren ve içermeyen düşüncelerin birbirinden ayırılmaması anlamına gelir.

Bir diğer sorunlu alan, sık sık internet sitelerinin kapsam ve süre bakımından orantısız olarak yasaklanması. Başka sitelerle birlikte popüler You Tube sitesi birkaç kez kapandı.
Türk Silahlı Kuvvetleri bazı gazetecilerin ve medya kuruluşlarının askeri resepsiyonlara ve brifinglere girişini hala kabul etmiyor.

53 DTP’li belediye başkanının Danimarka Başbakanına Roj TV’nin kapatılmaması için yazdığı mektuba dair dava Nisan’da neticelendi. Mahkemenin 15 gün ila iki ay arasında verdiği cezalar paraya çevrildi. Karar temyize götürülemiyor.
Neticede ifade özgürlüğüne tam saygıyı sağlamak için daha ileri yasal reformlar gerekiyor.

Gösteri ve toplanma özgürlüğüne dair yasal çerçeve Avrupa standartlarıyla büyük ölçüde uyumlu. Fakat uygulamada keyfi kısıtlamalar söz konusu. Türk polisi 1 Mayıs’ta Taksim meydanındaki yasağı tanımayan protestoculara ve sendika temsilcilerine karşı orantısız güç kullandı. Kürtlerin Newroz kutlamaları birçok bölgede göstericilere karşı şiddetle sonuçlandı. Van’daki gösteriler sırasında üç vatandaş öldü.

Orantısız güç kullanımına dair soruşturmalar açıldı, fakat böyle durumlarda cezai bir davanın açılması Vali iznine bağlı. Belli durumlarda bu izin verilmiyor. Dahası gösteriler sırasında polisin kötü muamelede bulunduğunu iddia eden bazı göstericiler ceza davalarıyla yüz yüze kalıyor. Neticede, toplanma ve gösteri özgürlüğünün Avrupa standartlarına getirilmesini sağlamak için daha ileri çabalar gerekiyor.

Örgütlenme (dernek kurma) özgürlüğü konusunda yasal çerçeve vakıflar yasasında yapılan değişikliklerin Şubat 2008’de kabulüyle daha da gelişti. Yeni yasanın kapsamı bütün mevcut vakıfları içeriyor. Yeni düzenlemelerle vakıf kurma ve faaliyet gösterme koşulları yumuşatılıyor.

Ancak yasanın derneklere dışarıdan mali yardım almadan önce yetkililere başvurmak ve ayrıntılı belgeler sunmak yükümlülüğü getirmesi, derneklerin faaliyetleri üzerinde ağır bir yük olmaya devam ediyor. Dahası, dışarıdan (Avrupa Komisyonu fonları da dahil) yardım alan STÖ’lerin sık sık soruşturulması kaygı nedeni olmayı sürdürüyor. Belli STÖ’lerin faaliyetleri, bilhassa doğu ve güneydoğuda videoya alınıyor.

AKP ve DTP’ye yönelik kapatma davaları, siyasi partilerle ilgili mevcut yasal düzenlemelerin siyasi aktörlere devletin örgütlenme ve ifade özgürlüklerine müdahalesine karşı yeterince koruma sağlamadığını gösteriyor.
İbabet özgürlüğüne genel olarak saygı gösterilmeye devam ediliyor. Hükümet Alevilerle ilgili olarak bu cemaatle diyaloğun geliştirilmesi ve sorunlarının ele alınması yönünde bir girişim ilan etti. Ülkede türünün ilk örneği olarak dikkat çeken bir şekilde, bir belediye meclisi bir Cemevini ibadet yeri olarak tanıdı ve su giderleri için camiilere uygulanan tarifeyi devreye soktu.

Ancak bu girişimin gerisi güçlü şekilde gelmedi. Sonuçta Aleviler, eğitim ve ibadet yerleri konusunda eskisiyle benzer sorunlarla yüz yüze kalmaya devam ediyor. İbadet yerleriyle ilgili olarak Cemevleriyle alakalı iki dava mahkemede. İkisi de Alevilerin Cemevi inşa etmelerinin reddedilmesi ile ilgili. Cemevleri ibadethane sayılmıyor ve devlet yardımı alamıyorlar. İki Protestan kilisesi ve bir Yehova Şahitleri cemaati de ibadet yerlerini ibadethane olarak tescil ettiremedi.

Birkaç ilde gayrimüslim din adamlarına ve ibadet yerlerine saldırılarda bulunulduğu bildirildi. Misyonerler ülke bütünlüğüne ve Müslümanlığa karşı tehdit olarak resmedilmeye ve/veya algılanmaya devam ediliyor. Türk Protestan Kiliseleri Birliği Parlamento İnsan Hakları Komitesi’ne Türkiye’deki dini azınlıkların durumuna dair bir rapor sundu. Rapor, gayrimüslim grupların saldırıların hedefi olduğuna işaret ederek bu olayların bir listesini verdi ve olaylarla ilgili olarak hiçbir şüphelinin tutuklanmadığını bildirdi.

Gayrimüslim topluluklar hala yasal kimlik yoksunluğuyla ilgili sorunlarla karşı karşıya. Din adamlarının eğitilmesi üzerindeki sınırlamalar sürüyor. Türk yasaları bu topluluklar için özel dini yüksek eğitim sağlamıyor ve devlet eğitim sistemi içerisinde bu tür fırsatlar mevcut değil. Heybeliada Ruhban Okulu hala kapalı. Ekümenik Patriklik tüm durumlarda kiliseye ait Ekümenik sıfatını kullanamıyor. Özellikle vakıflar yasasının benimsenmesine dair bazı gelişmeler kaydedildi. Ancak yasanın, Müslüman olmayan azınlıklarla ilgili olarak mülkiyetle alakalı çözülmeyi bekleyen meselelere dair bir yasayla birlikte hala bir sorun olmayı sürdürüyor. Aleviler, eğitim ve ibadet yerleri konusunda aynı sorunlarla karşılaşmaya devam ediyor. Tüm gayrimüslim toplulukların ve Alevilerin usülsüz sınırlamalar olmaksızın işlevlerini yerine getirebileceği AİHM çizgisinde yasal çerçeve tesis edilmiş değil. Türkiye’nin uygulamada inanç özgürlüğüne tam olarak saygı gösterilmesini sağlayacak bir ortam yaratmak için daha fazla çaba sarfetmesi gerekiyor.

Ekonomik ve sosyal haklar

Kadın hakları konusunda başbakanlığın namus cinayetleri ve kadınlara karşı ev içi şiddetle mücadele genelgesi kamu kurumları arasındaki işbirliğinin gelişmesine yardımcı oldu. Adli kurumlar ve emniyet kurumlarının mensupları için bilinç artırıcı faaliyetler örgütlendi. Ev içi şiddet mağduru kadınlar için sığınma evleri az da olsa arttı. Cinsler arası eşitlik önemli sorunlardan biri olmayı sürdürüyor. Kadınların iş gücüne katılımında azalma söz konusu. Kadın istihdamı AB üyeleri ve OECD ülkeleri arasında en düşük seviyede. Kadınların siyasi temsili de düşük.

Diyanet’in internet sitesinde yayınlanan belgeler, sivil toplum örgütleri tarafından kadınlara karşı ayrımcı diye nitelendirdiği bir dil içeriyor. Ev içi şiddet, namus cinayetleri ve erken ve zoraki evlilikler hala ciddi bir sorun. Yargıtay namus cinayetlerine, ancak suçun aile meclisinin bir kararını takiben işlenmesi halinde ceza verilmesine hükmetti ve karar mahkemenin bir üyesi tarafından, bu tür cinayetleri azaltma çabasına sekte vurabileceği gerekçesiyle eleştirildi.

Kadınların etkin koruma araçlarının yokluğunda polise veya mahkemelere ifade vermek konusunda gönülsüz olduğu da belirtiliyor. Kadınların ekonomik zayıflığı bu tutumu daha da güçlendiriyor. Yerel yönetimler ve bilhassa sığınaklara dair düzenlemeler henüz tam olarak uygulanmış değil ve sığınakların sayısı bu yasanın öngördüğünden hala daha az. Neticede, kadın haklarını ve cinsiyet eşitliğini garanti eden yasal çerçeve büyük oranda yürürlükte. Ancak daha dişe dokunur çabalar gerekiyor.

İşçi hakları ve sendikalar konusundaki yasal değişikliklerde dişe dokunur bir ilerleme yok. Türkiye’nin sendikal hakların tam olarak AB standardına uygun hale getirilmesini sağlaması gerekiyor. Bu haklar ve ilgili uluslararası anlaşmalar Katılım Ortaklığı açısından öncelik. Sosyal diyalog mekanizmaları da zayıf.

Ayrımcılık karşıtlığı ilkesi Anayasa’da yer alıyor ve birçok yasada da tasdik ediliyor. Türkiye’de yetişkinlerin karşılıklı rızayla özel hayatlarında eşcinsel ilişki kurmasına izin veriliyor. Son yıllarda lezbiyen ve gey örgütleri yasal statüye sahip olmak için başvurularda bulundu ve savcılar İçişleri bakanlığının bu tür örgütlerin kapatılması yönündeki isteğine uymayı reddeti.

Ancak hukuk ayrımcılık gerekçelerinin tamamını olması gerektiği gibi zikretmiyor ve Ceza Yasası’ndaki ‘teşhircilik’ ve ‘kamu ahlakını ihlal’ gibi maddeler bazen lezbiyen ve geylere ayrımcılık yapmak için kullanılıyor. Eşcinsellerin askerlik hizmetinden muaf tutulma hakkı var. Böyle bir muafiyet talep ederlerse, cinsel yönelimleri aşağılayıcı testlerle veya eşcinselliklerine yönelik kanıt istenmesiyle tescil ediliyor. Transseksüeller sık sık fizikzel saldırılara maruz kalıyor ve buna polis de dahil.

Vakıflar yasası Şubat 2008’de kabul edildi. Yasa uyarınca cemaat vakıfları mülk sahibi olabiliyor ve mülkü önceden izin almaksızın yönetebiliyor. Fakat yasa ne el konulup üçüncü taraflara satılan ne de yeni yasanın kabulünden önce eritilen mülkleri ele alıyor. Neticede yasasın kabulü memnun edici bir adım. Ancak uygulanması hayati önem taşıyacak.

Azınlık hakları

Yetkilileri vatandaşları bir çoğunluğa veya azınlığa mensup bireyler olarak değil, hukuk önünde eşit haklara sahip vatandaşlar olarak görüyor. Bu Türkiye’nin belli Türk vatandaşlarına, Avrupa standartlarına uygun olarak, etnik kökene, dine veya dile dayanan ve böylece kimliklerini koruyabilmelerine imkan tanıyan belli haklar vermesine engel olmamalı. Dil, kültür ve toplanma, örgütlenme, ifade ve inanç özgürlüklerinin korunmasına, her vatandaşın kökenleri veya geçmişleri ne olursa olsun kamusal hayata etkin katılımına tam saygı gösterilmesi henüz tam anlamıyla ulaşılabilmiş hedefler değil. Neticede Türkiye kültürel çeşitliliğin garanti altına alınması ve azınlıkların Avrupa standartlarına uygun olarak saygı görüp korunması konularında hiçbir ilerleme kaydetmedi.

Haziran 2008’de ilgili yasada yapılan değişiklikle TRT’ye Türkçe dışındaki dillerde bütün gün ulusal yayın yapma izni verildi. 2008’den bu yana sadece yarım gün yayın yapılıyor. Yasa aleyhinde Anayasa Mahkemesi’ne açılan dava sürüyor. Türkçe dışındaki dillerde yayın yapacak bir kanalın yayına başlaması, birçok kez ertelendi. Türk vatandaşlarınca geleneksel olarak kullanılan dil ve lehçelerde yayın yapmaya başlayan dört yerel televizyon ve radyo kanalı bu raporun kapsadığı süreçte kapatıldı. RTÜK’ün filmler ve müzik programları dışında koyduğu zaman sınırlamaları sürüyor. Özel veya kamusal eğitim sistemi dahilinde Kürtçe öğrenme şansı hiç yok.

Romanlar’a gelince, Yabancıların Dolaşımı ve İkameti Yasası’nda değişiklik yapmak için hiçbir adım atılmadı; bu yasa İçişleri Bakanlığına devletsiz ve Türk olmayan çingenelerin ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancıların sınırdışı edilmesi yetkisi veriyor, bu da Romanlara karşı ayrımcılığı teşvik ediyor. Bu yasa kaldırılmalı Türkiye’nin Romanların sorunlarını ele alacak bir strateji oluşturması gerekiyor.

Netice olarak Türkiye kültürel haklar konusunda bazı sınırlı ilerlemeler kaydetti, fakat bilhassa Türkçe dışındaki dillerin yayınlarda, siyasi hayatta ve kamu hizmetlerine ulaşımda kullanılması konusunda kısıtlamalar sürüyor.