Prof. Yasemin İnceoğlu
ERİVAN
Bir Türk Ermenisi olan Sevag’ın 24 Nisan 2011 günü askerlik hizmetinin bitmesine 23 gün kala, birliğindeki bir başka asker tarafından silah ile vurulması haklı olarak bir nefret suçuna kurban gittiğine dair tartışmalara yol açmıştı. Gelinen noktada altı yıldır mahkeme olayda kasıt olmadığı yönünde devam etmekte ancak OHAL sürecinde askeri yargının kaldırılması ile dava askeri mahkemeden sivil mahkemeye geçti, ertelenen mahkeme günü beklenmekte. Ailenin avukatı açılan manevi tazminat davasında çıkan kararın benzer davalarda verilenlerin çok altında olduğu gerekçesi ile itirazda bulundu.
Nefret suçunu, bu suça maruz kalanların tanıklıkları üzerinden anlatan “Nefret” belgeseli* gösterimi sonrasında, 2014 yılında Garanti SALT da Nefret Suçları ile ilgili yaptığım sunumda tanıştığım kurbanların ailelerinden biri de Sevag Balıkçı’nın annesi ve babası idi. Ablası Lerna o günkü gösterime gelmediği için onu tanıma fırsatım olmamıştı, tüm kamuoyu gibi ben de eşi Şant ve oğlu Odin ile Erivan’a yerleşip Così è la vita (İşte hayat budur) adlı bir restoran açtığını okuduğum söyleşilerden öğrendim. Erivan’a kadar gelip Lerna ile buluşmamak olmazdı. Kendisine mesaj yazdım ve hemen ertesi gün restoranında randevulaştık. Lerna ile acılı ailenin yaşama tutunma mücadelesi, yalnızlaştırılması, cezasızlık süreci sonunda yaşadıkları umutsuzluk üzerine konuştuk.
Yaşam dolu, yüksek enerjili, kendinle barışık genç ve hoş bir kadın Lerna. Aynı zamanda kendi ifade ettiği üzere inatçı ve mükemmeliyetçi bir karaktere sahip, “yaşamda her şey ile bir türlü başa çıkarım hallederim zannediyordum ama öyle değilmiş işte” diye söze başladı. “İnadına yaşam” sloganını benimsemiş.
Medyanın, Türkiye’den göçtü tarzı haberlerine ailece içerlemişler, “Biz göçmedik, nasıl göçebiliriz ki, Sevag orada, orası bizim vatanımız, doğduğum yer” diyor. “Annem babam zaten İstanbul’da yaşıyorlar, bana yardıma ve destek olmaya yanıma geliyorlar” diye devam ediyor. Sevag ile hayalleri İstanbul’da bir restoran açmakmış, o da kardeşinin bu isteğini Erivan’da gerçekleştirmiş. Çocuk yapma kararını almakta ise eşi önayak olmuş, önceleri çocuk yapmayı pek düşünmüyorlarmış, oğlu Odin sayesinde yaşama tutunmuş hepsi. “Sevag hakkında konuşunca kaçınılmaz olarak gözyaşı döküyoruz ama bakıyoruz, Odin bize bakıyor hemen kendimizi toparlıyoruz” diyor.
“Düşman olmayı bilmiyoruz”
“AİHM süreci başlıyor, Türkiye’de de dengeler bozuldu bu süreçte, Sevag’a gelene kadar bir sürü şey oldu ülkede. Dava askeri mahkemeden sivil mahkemeye geçti.”
“Türkiye’de ne yazık ki yalnız bırakıldık”
Sevag’ın ölümünden sonra insanların ilgisiz olduklarını söylemişsiniz sizce neden?
İnsan böyle bir şey yaşayınca yanında arkadaşlarını dostlarını görmek istiyor. Kurtuluş’tan Moda’ya taşındık, oraya geçince mi gelemediler? (imalı) Uzun süredir görüşmediğim insanlar geldiler, bana sarıldılar, onlar bile gelebilmişken esas dostlarımı bekledim ama gelmediler. En samimi arkadaşım senin bu üzüntünü yaşamak istemiyorum dedi. Halbuki beraber kahkaha attığınız, güldüğünüz yediğiniz içtiğiniz insan üzüntünüze ortak olmak istemiyor, çok garip, okul arkadaşlarımı bekledim gelsinler diye.
Yahudi bir arkadaşım “sizin cemaatten hiç mi kimse yardım önerisinde bulunmadı, bizde olsa en azından hemen cemaat para toplardı” dedi. Başta böyle düşünmemiştim, nasılsa param var, niye sorsunlar ki diye düşündüm ama öyle değil sırf “bir şeye ihtiyacınız var mı” sorusu sorulabilirdi en azından.
Ermenistan’a gelince daha iyi anladığım bir şey var. Burada Türkiye’den gelip birebir konuştuğum insanlardan edindiğim kanı korkmuş olabilecekleri yönünde. Korkmakta haklılar, insanların başına beklenmedik şeyler gelebiliyor. Yurt dışındaki Ermeniler daha cesur.
Buradaki Ermenilerin size tepkileri nasıl oldu?
Çok acılar yaşamış bir halk, Sevag’a gelene kadar neler yaşanmış burada, ben de yalnız onlardan biriyim. Şunları bir türlü anlayamıyorlar ve soruyorlar; “Sevag nasıl askere gider? Müslüman değil ki, askere gittiyse niye öldürüldü? Öldürüldüyse de öldüren neden ceza almadı?” Bunların yanıtını vermek zor. Biz normal bir Ermeni aile idik, Müslüman, gayri-Müslüman ayırımına bakmadan herkesle dosttuk, iki ülke arasında bir şeyler geçmişte yaşanmış ama 100 sene geçmiş üzerinden, bu tolere edilebilir ama tabii karşılıklı olması lazım bunun.
“Konuşuyoruz, ağlıyoruz,
bu da iyileşme sürecinin bir parçası”
Sürekli Sevag’ı konuşuyoruz aslında bu konuşmalar iyi geliyor, konuşmamız gerekiyor. Annem babam iyi değiller, hayata dört elle sarılmaya çalışıyoruz, moralli olmak istiyoruz. Annem “Odin benim ilacım” diyor. Odin aynen Sevag’ın çocukluğuna benziyor. Buraya taşınmak bir kaçış filan değil, inadına yaşamak istiyorum.
Oğlum doğdu, anne olmakla ilgili kaygılarım var, yalnız askere gider o da öldürülürse diye değil, güvenlik ile de ilgili…. Bunu ancak anne olan biri anlar. Gezdiğim, okuduğum yerlerde bomba patladı. Buraya gelirken Kadıköy’den metro ile gidelim havalimanına dedik. Bağcılarda bomba patladı. Allah’tan Odin uyumuştu, bir saat metroda hareketsiz kaldık. "Tam giderken bana yine oyun mu oynuyorsun" diye düşündüm.
Türkiye benim ülkem, buraya geleli 1.5 sene oldu, 4 kez gittim. Şu an için burada yaşıyorum ama Odin nereyi isterse oraya gideceğim. Odin benim ilacım, ne isterse yapmaya çalışacağız, Sevag için çok hayallerimiz vardı. Üniversiteyi bitirdi, restoran açacaktık, çok güzel yemek yapıyordu, evlenecekti, biz onu hayallerini gerçekleştirirken görmek istedik. Televizyonlarda film olarak izlediğimiz şeyler başımıza geldi, biz onları o kutudan izliyorduk, kendimizde değildik bu olayları yaşarken sonra kendimizi internette seyrettik. Mükemmeliyetçiyim, süperim, her şeyi yaparım, yapamayacağım hiçbir şey yok, çalışırım, uğraşıp başarırım, her şeyi yaparım zannediyordum ama ne yazık ki öyle değilmiş.
“Rahat bir yaşam var, koşuşturma yok, bildiğimiz anlamda ‘business’ çalışma hayatı yok. İstanbul’dan farklı, büyük beklentilerim yok buradan. Ermenistan bebek gibi, yeni doğuyor. Çok iyi karşıladılar, ‘hoş geldiniz topraklarınıza’; terzi, manav, bakkal hepsi aynı şeyi söylediler:
“İstanbul’da Ermeni var mı ki? Türklerle beraber nasıl yaşadınız, Suriye Ermenisi misiniz türü sorularla karşılaşıyorum. Benim yaşımda yeni kuşaktan olan belki de ilk İstanbul Ermenisi benim, ailecek buradayız, kocam ve oğlum ile. “İstanbullular Erivan’da” mesajını veriyoruz, aslında buradakiler Türkçe konuşmamdan rahatsız oluyorlar ama onlar nasıl ki Rusça konuşuyorlar ben de Türkçe konuşuyorum. Ermeni okulunda okudum ama sonuçta Türkçe benim kendimi en iyi ifade ettiğim dil. Yurtdışındaki Ermeniler bizi çok sahiplendiler, özellikle de Fransa’dan, Los Angeles ağırlıklı olarak ABD’den ve Almanya’dan mesaj çekiyorlar. Fransa Ermenileri gruplar halinde sürpriz yapıyorlar, bu bana çok güzel bir geri dönüş açıkçası. Sovyet zamanında Ermeni gelenek görenekleri kaybolmuş, bizdeki Ermeni mutfağı yok burada, zeytinyağlı dolma yok, yufkayı bile Türkiye’den getirtiyorum. Birilerini alışkanlıklarından vazgeçirmek zor, burada turizmin gelişmesi ve aynı zamanda insanların vizyonu gelişmesi lazım”.
Son olarak neler söylemek istersin?
Ben Türklere düşman olamam, biz hepimiz dostuz kardeşiz.
Benden küçük bir öneri: Yolunuz Erivan’a düşerse mutlaka Lerna’ya uğrayın, yaralarını sarmada muhakkak payınız olur. Lerna orada adeta bir barış ve dostluk elçisi gibi yaşıyor, beni görünce söylediği çok anlamlıydı; “sizin burada olmanız ne büyük şans ve mucize, İstanbul’dan birilerini görünce çok mutlu oluyorum”. Sevag’ı unutmayalım, unutturmayalım…
* Esra Açıkgöz ve Hakan Alp’ın yönetmenliğinde hazırlanan belgesel, nefret suçunu, bu suça maruz kalanların tanıklıkları üzerinden anlatıyor. Türkiye'nin farklı köşelerinde “öteki” olmanın en ağır durumlarını yaşayanların sesine kulak veren belgesel için, farklı kentlerde yaşanan 10 nefret suçu olayı üzerinden, bu olayın mağdur-tanıklarıyla uzun saatler süren görüşmeler yapıldı.