Politika

Hüseyin Çelik: Gerçeği söyledikten sonra, sözünüze itibar edenin azlığı veya çokluğu önemli değil

"Hz. Davud‘a kimse itibar edip dinlemediği için dağa seslenerek kendi sesinin yankısını dinlemiştir"

09 Mayıs 2016 17:39

AKP'nin kurucu isimlerinden, eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, kişisel sitesinde kaleme aldığı yazıda, Yargıtay'ın "Örgüt yok" diyerek hükmü bozma kararı verdiği Ergenenekon davası sürecine ilişkin olarak, "Siz hakkı ve gerçeği ifade ettikten sonra, sözünüze itibar edip, değer verenin azlığı veya çokluğu çok önemli değildir" dedi. "Rivayet edilir ki, uzun bir süre Hz. Davud‘a kimse itibar edip dinlemediği için dağa seslenerek kendi sesinin yankısını dinlemiştir ama hakkı söylemekten bir an bile geri durmamıştır" diyen Çelik, "Hakkı söyleme, haksızlığa karşı durma konusunda kimsenin kendisini küçümsememesi lazım" ifadesini kullandı.

Çelik'in "Susmak Ya Da Hakkı Söylemek İşte Bütün Mesele…(2)" başlıklı yazısı şöyle:

On beş gün önce yazdığım, aynı başlıktaki yazının ikinci bölümünü geçen hafta yazacaktım. Ancak güncelliğine binaen “Ergenekon Davası” yazısını öne aldım ve şimdi o ertelenen yazının 2. Bölümünü okuyucuların takdirine arz ediyorum.

Hatırlanacağı üzere, 1. Bölüm’de İslâm dini açısından bu meseleyi irdelemiştik. Bu bölümde ise, bir kısım düşünürlerin ve edebiyatçıların konuya bakışını ele alacağız.

Bir ülkede, farklı görüşlerin hür bir tartışma ortamında ifade edilmesi, hatta farklı görüşlerin medeni bir şekilde çatışması, hem demokrasinin gereği he de gerçeğin ortaya çıkması için çok önemlidir. Eskiler, “Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar“. (Fikirlerin çatışmasından,”gerçek” denen parıltı doğar.) derken tam da bunu kastediyorlardı.

Eflatun, “bilirken susmak, bilmezken konuşmak kadar çirkindir.” diyordu. Eğer bir ülkede cahiller, şarlatanlar, bütün mecralarda yer tutup kir pas neşrettikleri halde, alimler, aydınlar, yazanlar, ozanlar susmayı tercih ediyorsa, bu durum hiç mi hiç hayra alamet değildir. Geçen yıl, ileri yaşlarda kaybettiğimiz şaire Gülten Akın‘ın “Havada Kar Kokusu” isimli şiirindeki şu dizeleri, bu durumu ne kadar da güzel anlatıyor:

“Buralarda
Sus sus sus sus sus
Dan başka bir ses duyulmuyor
Yazanlar ozanlar kardaşlar,
niye, biz ölmüş müyük“

Mevlana Hazretleri, tartışmanın, itiraz etmenin adabını ortaya koyuyor: “Sesini değil, sözünü yükseltmeli insan. Çünkü gök gürültüleri değil, yağmurlardır yaprakları yeşerten.” Yani, İtiraz etmek, karşı görüşte olmak, bağırıp çağırmak, cazgırlık yapmak değildir. Eğer fikrinizin, ortaya koyduğunuz görüşün kayda değer bir kıymeti yoksa, sesinizi kaç desibel yükselttiğinizin hiç bir faydası yoktur.

Türkçe’nin bülbülü Yunus Emre, hakkı, hakikatı haykırması, feryat etmesi gerektiği halde susmasını telkin edenlere adeta isyan ediyordu:

“Behey Yunus,sana, söyleme derler;
ya ben öleyim mi söylemeyince.“

Yunus, kamuoyu oluşturmanın, meramı geniş kitlelere duyurmanın yerinin şehir olduğunu bildiği için der ki;

“Kastım budur şehre varam,
feryâd ü figân koparam.“

Siz hakkı ve gerçeği ifade ettikten sonra, sözünüze itibar edip, değer verenin azlığı veya çokluğu çok önemli değildir. Rivayet edilir ki, uzun bir süre Hz. Davud‘a kimse itibar edip dinlemediği için dağa seslenerek kendi sesinin yankısını dinlemiştir ama hakkı söylemekten bir an bile geri durmamıştır.

Fuzulî “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil”
diyordu. Varsın Fuzulî’nin söyledikleri çağdaşlarına tesir etmesin. Ancak aradan asırlar geçmesine rağmen Fuzulî’yi kalıcı kılan söyledikleri değil midir? Fuzulî’nin sözlerine itibar etmeyenler, tarihin nisyan bulutlarına çoktan gömüldüler ama Fuzulî bütün görkemi ile yaşıyor. Fuzulî’yi kalıcı kılan, sözün gücü değil midir?
Vicdanın sesini dinlemek, haksızlığa, yanlışlıklara ve her türlü zulme karşı çıkmak için, ille de bunların kurbanının nefsimiz olması gerekmez. Çünkü kendi acısını hissetmek biyolojik bir özelliktir. Bu özellik bitkilerde, hayvanlarda da vardır. Ancak başkalarının acısını hissederseniz insan olursunuz.
Daha önceki yazılarda da belirttiğimiz gibi, nâtık olma özelliği sadece insana verilmiştir. Tevfik Fikret, İstibdat dönemini hicvetmek için yazdığı meşhur “Sis” şiirinde, kendisine verilen bu konuşma ayrıcalığını kullanmayan beşere isyan eder:

“Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtaz,
insanda şu nankörlüğü tel’in eden âvâz,“

(Ey konuşma ayrıcalığı ile şereflendirildiği halde, haksızlık karşısında susmayı tercih eden insanların bu nankörlüğünü protesto edercesine hiç dinmeyen köpek havlamaları.)

Albert Einstein, son yıllarında etrafında olup biten olumsuzluklardan dolayı fazlasıyla ızdırap duymuş ve ciddi bir karamsarlığa kapılmıştır. Ona göre, “Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyredenler ve sesini çıkarmayanlar yüzünden.” Bu sözlerin sahibi Einstein haksız değildi. Kötüler, kötü olmalarının gereğini yerine getiriyorlardı. Ya onların kötülüklerine karşı suskunluğu tercih eden sözümona iyilere ne demeli.

“Beni kötülerin zulmü değil; iyilerin sessizliği korkutuyor.” diyen Martin Luther King de aynı şeyi ifade ediyordu.

Çağımızın önemli devlet adamı ve düşünürü Aliya İzzetbegoviç, diyor ki, “Bir zulmü engelleyemiyorsanız , en azından onu herkese duyurun.“

Hakkı söyleme, haksızlığa karşı durma konusunda kimsenin kendisini küçümsememesi lazım. Rivayet edilir ki, Nemrut, Hz. İbrahim‘i ateşe attığı zaman birçok hayvan çeşitli çabalar içine girmiştir. Bu çerçevede kırlangıç kuşu, bir su birikintisinden, her seferinde gagasına aldığı bir damla suyu adete bir yangın söndürme helikopteri gibi getirip ateşin üstüne bırakır, döner bir başka damla alır. Kırlangıça, “senin getirdiğin bir damla suyla hangi ateş söner? Sen ne gereksiz bir çaba içindesin. Ayak altında dolaşmasan daha iyi edersin.” dendiğinde, Kırlangıç, cevaben der ki, “hayır, benim elimden bu geliyor. Ben hiç olmazsa İbrahim’den yana olduğumu gösteriyorum.“

İnsanoğlu, yeter ki yanlışın ve zulmün karşısında; iyinin, mazlumun ve doğrunun yanında olsun. Sonuç arzu edilen şekilde olur veya olmaz, bu çok önemli değil. Siz hiç olmazsa insanlığa ve Allah(c.c)’a karşı vazifenizi yerine getirmiş oluyorsunuz. Sefer hazırlığ yapan Harzemşahlar devletinin ünlü sultanı Celalettin Harzemşah‘a etrafı “Sultanım, siz muzaffer olacaksınız.” deyince cevabı şu olur. “Ben sefere memurum, zafere değil. Ben harp sanatının gerektirdiği tüm hazırlıklarımı yapar sefere çıkarım ama zafer Allah’tandır.”   

Biz, bu dünyada da öteki alemde de yapamadıklarımızdan dolayı değil, yapabildiğimiz halde yapmadıklarımızdan sorumlu değil miyiz? Vesselam…