Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, gazetesini Anadolu Ajansı'ndan gelen haberleri redaksiyon işleminden geçirmedikleri gerekçesiyle eleştirdi. "Hürriyet, AA’nın haberini, 11 Kasım’da yayınlamadan önce redaksiyon işleminden geçirmeliydi. Zira gazeteler, ajans haberlerini geldiği gibi yayınlamak zorunda değildir. Her gazete ajans haberini önce kontrol eder, gerekiyorsa ek bilgiler koyar. Onunla da yetinmeyip kendi yayın politikası ve üslubuna göre yeniden düzenler" diye yazan Bildirici, "Ajans haberlerini redaksiyondan geçirmeden, aynen ya da biraz kısaltarak yayınlamak editoryal sorunlar yaratabilir. Örnekte olduğu gibi" ifadesini kullandı.
Faruk Bildirici'nin "Tek kaynağa dayalı haber" başlığıyla yayımlanan (21 Kasım 2016) yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Anne haklı çıktı" haberi, Gaziantep'teki IŞİD saldırısında üç çocuğunu kaybeden annenin dramıyla ilgiliydi. DNA testlerine rağmen daha önce kendisine gösterilen cesedin oğluna ait olduğunu kabul etmeyen anne sonunda oğlunun mezarını bulmuştu.
Bu haberin iç sayfadaki devamına “3 DNA yalan anne gerçek” başlığı atılmıştı. Gerçekten de üç kez DNA testi yapılmış ve üçü de yanlış çıkmışsa ortada bir skandal vardı.
Ama aynı gün Adli Tıp’tan açıklama geldi. Haber tümüyle yalanlanarak, anne Emine Ayhan’ın oğlu Ramazan’a ait olduğunu kabul ettiği cesedin zaten DNA testleri yapılan ve daha önce kendisine gösterilen “25 No’lu ceset” olduğu ifade edildi. Açıklamada, iki kez DNA testi yapıldığı, annenin sonucu kabul etmemesi üzerine mezarın açılarak cenazeden bir kez daha örnek alındığı, Ankara Biyoloji İhtisas Dairesi’nde DNA karşılaştırması yapıldığı, buradan elde edilen sonucu İstanbul Biyoloji İhtisas Dairesi’nin de onayladığı vurgulandı.
Ben de konuyu araştırdım. Annenin, oğlu Ramazan’a ait olduğunu kabul ettiği ve yeniden açılan mezar, zaten diğer iki çocuğunun mezarlarının yanında. Bu mezara isim yerine “41586” numaralı plaka konulmuştu, hâlâ da öyle duruyor. DHA Gaziantep Temsilcisi Hasan Kırmızıtaş, annenin ilk başta reddettiği “25 No’lu ceset”in bu mezara gömüldüğünü ve son DNA örneğinin de bu mezardan alındığını söyledi.
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı kaynakları da Adli Tıp’ın açıkladığı bilgileri doğruladı; acılı ailenin ikna olması için ilk günden itibaren yoğun çaba harcadıkları bilgisini verdi.
Aslında anne Emine Ayhan’ın, oğlunun cesedini bulamadığı ilk olarak 15 Ekim’de Hürriyet’te “Ramazan sır oldu” başlığıyla yayınlanmıştı. O zaman habere hiçbir yalanlama gelmemişti. 11 Kasım’da çıkan bu haberin başlığında “Anne haklı çıktı”nın yanı sıra “Büyük DNA skandalı” yargısını içeren başlık atılınca Adli Tıp’tan itiraz geldi.
Şimdi bir tarafta ailenin söyledikleri, öbür yanda Adli Tıp’ın açıklaması var.
Bu verilere dayanarak üç DNA testinin yanlış çıktığı ya da cesetlerin karışmadığı söylenebilir mi? Yanlış ceset gösterilmiş olma ihtimali hiç yok mu? Bu sorulara kesin bir yanıt veremiyorum ama gazetecilik açısından daha önemlisi, böyle bir haberin sadece üç çocuğunu kaybetmiş bir anne ve amcanın sözlerine dayanarak yazılmış olması. Haber hazırlanırken ailenin iddiası araştırılmalı, Adli Tıp ve savcılık yetkililerinin de bilgisine başvurulmalıydı.
Ayrıca haberde iki teknik hata gözüme çarptı. Birincisi Yeşilköy yazılmış ama doğrusu Yeşilkent Mezarlığı. İkincisi spotta “25 No’lu mezar” yazılmış, doğrusu “25 No’lu ceset”.
Kitap suç mu?
"10 Kasım eylemcisi 10 DEAŞ’lı yakalandı” haberinde aynen şöyle bir cümle yer alıyor: “Şüphelilerin adreslerinde yapılan aramalarda, bol miktarda örgütsel doküman, dijital veriler, kitap ve dergi ele geçirildi.”
Örgütsel dokümanın “ele geçirilmesini” anlarım. Dijital veriler de suç unsuru taşıyor olabilir. Ama “kitap ve derginin ele geçirilmesi” ne demek? Kitap ve dergi bulundurmak suç olamaz.
Belli ki, Sivas’ta şüphelilerin evlerinde arama yapan polis, böyle düşünmüyor; kitap ve dergileri suç unsuru olarak görüyor. O nedenle kitap ve dergileri de “ele geçiriyor”. Anadolu Ajansı (AA) muhabirleri ve editörleri de emniyet yetkililerinin yaklaşımını aynen habere taşımakta sakınca görmemiş.
Asıl sorun, Hürriyet’in bu ifadeyi düzeltmeden yayınlamış olması. Çünkü AA mahreci olması, Hürriyet’in sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor; aynen yayınlayarak o yaklaşıma katılmış, kitap ve dergiyi suç olarak görmüş oluyor.
Hürriyet, AA’nın bu haberini, 11 Kasım’da yayınlamadan önce redaksiyon işleminden geçirmeliydi. Zira gazeteler, ajans haberlerini geldiği gibi yayınlamak zorunda değildir. Her gazete ajans haberini önce kontrol eder, gerekiyorsa ek bilgiler koyar. Onunla da yetinmeyip kendi yayın politikası ve üslubuna göre yeniden düzenler.
Ajans haberlerini redaksiyondan geçirmeden, aynen ya da biraz kısaltarak yayınlamak editoryal sorunlar yaratabilir. Örnekte olduğu gibi...
Editörlerin iş kazası
Sanırım bazı okurlar, biz gazetecilerden daha dikkatli okuyorlar Hürriyet’i. Geçen hafta yazdığım Arif Kolan’ın eleştirisi bu düşüncemi doğruluyordu.
Kolan’ın dikkatini çeken, 21 Ekim’de Kelebek’te yayınlanan “Hillside Harvard sınıflarında” haberinin aradan dört gün geçtikten sonra bu kez Ekonomi sayfalarında tekrar yayınlanmasıydı. Kolan, eleştirisini “Ya haberi çok beğendiniz ya da birbirinizi okumuyorsunuz” sorusuyla noktalıyordu. Böylece editörlerin gazetenin kendi yapmadıkları bölümlerini de okuması gerektiğine dikkat çekiyordu.
Benzer bir tekrarlama olayı da benim dikkatimi çekti. İnanmayacaksınız ama aynı haber Hürriyet’te tam üç kez yayınlandı. Konu, bir şirket ile bir vakfın “Özel Sporcular Yüzme Şenliği” düzenlemesiydi.
Bu haber, 1 Kasım günü gazetenin magazin haberlerine ayrılan ikinci sayfasında, Sadettin Saran ve Tuğba Özay’ın zihinsel engelli yüzücü gençlerle çekilmiş fotoğrafı ve “Özel sporcularla yüzdü” başlığıyla yer aldı.
Aynı gün spor sayfasında da bu fotoğraf kullanıldı. Haberde yine yüzme şenliğinden bahsediliyordu ama bu kez Sadettin Saran’ın Fenerbahçe ile ilgili sözleri ağırlıktaydı.
Aradan iki gün geçtikten sonra 3 Kasım’da, aynı haber, Hürriyet’te bir defa daha yayınlandı. Bu kez Kelebek’in üçüncü sayfasındaydı. Hem de yine “Özel sporcularla yüzdü” başlığıyla. Üstelik haber hemen hemen aynıydı. Sadece birkaç sözcük değişmiş; tarihler çıkarılmış, düzenlendiği otelin adı eklenmişti. En önemli fark, bu kez Hande Yener’li iki fotoğrafın kullanılmasıydı.
Editörlerin iş kazası da bu olsa gerek.