Hürriyet gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Kelkitlioğlu'nun, Doğan Holding Ankara Temsilcisi Barbaros Muratoğlu'nun 'FETÖ' soruşturması kapsamında tutuklanmasına yol açan süreci başlattığını belirterek "Üzülerek bir kez daha hatırlatıyorum; gazeteciler ne polistir ne savcı ne de yargıç. Gazeteci kendisini polisin yerine koyamaz, iddia makamı gibi davranamaz, yargıç gibi yargılayamaz. Evrensel gazetecilik ilkeleri böyle söyler" diye yazdı.
Sabah gazetesi Okur Temsilcisi İbrahim Altay da bugün aynı konuyu yazdı. 'Hamile kadına tekme' haberini hatırlatarak Altay, "Kimsiniz değerli meslektaşım? Hâkim mi, savcı mı, avukat mı, polis mi, yoksa gazeteci mi?" diye yazdı.
Faruk Bildirici'nin Hürriyet gazetesinin bugünkü (19 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan ''Hamileye tekme'den hukuk dersi' başlıklı yazısı şöyle:
Bir insanın hukuki kanıtlara dayanmadan gözaltına alınabildiğini hatta tutuklanabildiğini Manisa Turgutlu'da, bir erkeğin, hamile bir kadını parkta spor yaparken dövmesi olayında bir kez daha gördük.
Sırf arabası saldırganın aracı gibi kırmızı renkte diye gözaltına alınan Mehmet T. adlı vatandaş üç gün tutuklu kaldı. Avukatı, aracının hareket etmediğini kanıtlayan kamera görüntüleri bulmuş olmasaydı muhtemelen uzun süre de hapisten çıkamayacaktı. Bereket avukatı suçsuzluğunu kanıtladı da öyle kurtuldu. O serbest kalınca polis de yeniden araştırmaya başladı ve yeni bir “saldırgan”a ulaştı; bu kişi tutuklandı.
Şimdi soralım. “Gerçek tekmeci” yeni yakalanan kişi ise ilk yakalanan Mehmet T. nasıl oldu da tutuklandı? Demek ki, ortada bir polis hatası var. Hatta gerektiği gibi soruşturma yapmadan mahkemeye sevk eden savcı da hatalı; somut kanıtlar ve teşhis olmadan tutuklayan hâkim de.
Ama aradan günler geçti ve suçsuz bir insanı üç gün boşu boşuna hapiste yatıran polis, savcı ve yargıcın hatasının sorgulandığına ve soruşturma açıldığına dair bir haber okuyamadım. Onu yakalayan polisin, tutuklanmasını isteyen savcının ve tutuklayan yargıcın en azından özür dilemesi gerekli.
Peki, polis, savcı ve yargıç hatalı da gazeteciler günahsız mı? Ne yazık ki, medya da bu olayda aynı hataya ortak oldu. Polisin verdiği bilgiler hiç sorgulanmadan, araştırılmadan kesin doğrular gibi yazıldı; haberlerde suçsuz bir insanı yargılayan, mahkûm eden bir dil kullanıldı.
Maalesef Hürriyet de polisin ve yargının bu hatasına ortak oldu. Hürriyet’te 10 Aralık’ta “İnkâr etti ama plakası ele verdi” başlığıyla yayınlanan habere göre, polis saldırgana aracının plakasından ulaşmış, mağdur kadın da bu kişiyi teşhis etmiş, saldırgan tutuklanmıştı! Haberi kaleme alan muhabir, o kişinin suçlu olduğuna dair en ufak bir kuşku duymamış; olayı hatırlatırken bile “... Kadına tekme atmayı sürdüren saldırgan Mehmet T., imdat çığlıkları üzerine kaçmıştı” diye yargılayan bir dil kullanmıştı. Yayına hazırlayan editör de haberden şüphelenmemiş, yargı içeren bir başlık eklemiş; tutuklanan Mehmet T.’nin adını açık biçimde kullanmış; fotoğrafını da buzlamamıştı.
Suçsuzluğu ortaya çıkıp serbest bırakıldığını duyuran 13 Aralık’taki haberde bu kez soyadı kodlanmış, fotoğrafı da buzlanmıştı. Fakat Turgutlu gibi bir ilçede yaşayan bu kişinin adını ve fotoğrafını bir kez yayınladıktan sonra ikinci haberde kapatsanız ne olur? Olan oldu bir kere.
Dahası Mehmet T. vakasından hiç ders alınmadı; 14 Aralık’ta yayınlanan “Gerçek tekmeci suçunu itiraf etti” haberinde de bu kez Davut K. adlı kişi suçlu ilan edildi; ismi açıkça yazıldı. Daha önce saldırıya uğrayan bir kadının, kırmızı arabası olan bu kişiyi teşhis ettiği bilgisi de veriliyordu. Ama bu kişinin de “gerçek suçlu” olduğuna emin olamayız. Zira ilk haberde de tutuklanan kişinin teşhis edildiği yazılmıştı!
Basılı gazetenin yanı sıra Hürriyet internette de yayınlanan bu haberler nedeniyle Mehmet T. adlı kişiye özür borçluyuz. Tabii bu haberleri yayınlayan diğer gazete ve internet siteleri ile televizyonlar da özür dilemeli...
Gazeteci savcı olursa
Keşke “hamileye tekme” olayı, Türkiye’de ender görülen bir örnek olsa. Maalesef böylesi örnekler medyada yaygın. En küçük bir şüpheyle gözaltına alınan insanlar hemen “suçlu” ilan ediliyor; “terör örgütü üyesi” olarak damgalanıyor; savunmalarına asla yer verilmiyor.
Hatta bazı medya organları polis ve yargıdan önce insanları "suçlu" ilan ediyor ve de kendince yargılıyor. Bu tavrın son örneği Doğan Holding Ankara Temsilcisi Barbaros Muratoğlu’nun başına gelenler.
Akşam'ın Genel Yayın Yönetmeni Murat Kelkitlioğlu, somut kanıtlar olmamasına rağmen Muratoğlu'nun suçlu olduğuna baştan karar vermişti. Öyle ki, Muratoğlu’nu savunan Hürriyet yazarlarına 5 Aralık'ta "Barbaros Muratoğlu'nda ByLock çıkarsa ne yapacaksın?" diye sormuştu. Ama Muratoğlu'nda ByLock haberleşme programı çıkmayınca okurlarına bunu duyurmak, özür dilemek yerine 13 Aralık’ta gazetesine "Kriptonun ByLock hattı" manşeti atarak aynı izlenimi vermeye çalıştı. Bu sefer suçlamaları "ByLock kullananlarla görüştü"ye çevirdi. Mahkeme de bu yayınları dikkate alarak Muratoğlu'nu tutukladı.
Üzülerek bir kez daha hatırlatıyorum; gazeteciler ne polistir ne savcı ne de yargıç. Gazeteci kendisini polisin yerine koyamaz, iddia makamı gibi davranamaz, yargıç gibi yargılayamaz. Evrensel gazetecilik ilkeleri böyle söyler. O nedenle de ‘Doğan Medya Yazılı Yayın İlkeleri’nde güvenlik ve yargı haberleri ile ilgili sınır net bir şekilde çizilmiştir:
“Polis ve savcılık soruşturmaları ile ilgili haberlerde, kişilerin peşinen suçlu ilan edilmemesi ve soruşturmanın olumsuz etkilenmemesi esas alınır; okurun doğru ve eksiksiz biçimde bilgilendirilmesi amaçlanır. Ancak yönlendirme gibi bir gaye güdülmez. Suçlayan makamların üslubu kesinlikle kullanılmaz. Yargı süreci devam eden davalarda ise iddialar ile savunmalar adil ve dengeli biçimde yayınlanır.”
Bu ilke, hiçbir sanık, hiçbir şüpheli arasında ayrım yapmadan, dönem ve koşullara göre değiştirmeden hep aynı özenle uygulanmalı. Tabii bütün medya kuruluşlarında...
İbrahim Altay'ın Sabah gazetesinin bugünkü (19 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan 'Siz kendinizi ne sanıyorsunuz değerli meslektaşım?' başlıklı yazısı şöyle:
Kimsiniz değerli meslektaşım? Hâkim mi, savcı mı, avukat mı, polis mi, yoksa gazeteci mi?
Gelin, bugün sizinle küçük bir test yapalım. Hazırsanız sorumu soruyorum: "Acaba gazetecilikte 'masumiyet karinesi' ne anlama gelir?"
Şıkları hep birlikte okuyalım:
a) Gazeteci araştırması eksik ya da yanlış olsa bile bir haberi yaptığı için suçlanamaz, gazetecilik mesleği doğası gereği masumdur.
b) Gazeteci bir kişinin masum olduğuna inanıyorsa o kişi büyük ihtimalle masumdur. Tersi de doğrudur.
c) Gazeteci elindeki bazı belgelere ve yılların tecrübesine dayanarak habere konu kişilerin masum olup olmadığına karar verme, 'kesin yapmıştır abi' deme yetkisine sahiptir.
d) Kocaman kulakları, keskin gözleri, gelişmiş koku alma duygusuna sahip burnuyla gazeteci kimin masum, kimin suçlu olduğunu bakarak, dinleyerek ve koklayarak anlayabilir.
Sizce cevap hangisi? Kafanız karıştıysa ben söyleyeyim: Teoride 'hiçbiri değil', pratikte 'hepsi'.
Çünkü, sorunun doğru ve ahlaki yanıtı olan "Suçluluğu hükmen sabit olana kadar herkes suçsuzdur, gazeteci haberini yazarken buna dikkat etmelidir" ilkesi pek az meslektaşımızın umurunda.
***
Gazetecinin kendisini hem savcı, hem hâkim, hem polis hem de avukat zannettiği o kadar çok olay var ki...
Bunlardan biri geçtiğimiz hafta yaşandı. Manisa'da bir kadın parkta yürürken saldırıya uğradı. Olayı Sabah gazetesinin yaptığı haberlerden takip edelim:
1) 'Ebru Tireli Adlı Kadına Sokak Ortasında Darp': 08.12.2016 tarihli bu haber İHA mahreçli. Spotu şöyle: "Manisa'nın Turgutlu ilçesinde 4 aylık hamile bir kadın kimliği belirsiz bir erkeğin saldırısına uğrayarak darp edildi. Darp edilen Ebru Tireli hastaneye kaldırıldı." Başlıktaki 'Ebru Tireli adlı kadın' ibaresinin çirkinliğini ayrıca tartışmaya gerek yok.
Ertesi gün yayımlanan habere göre emniyet birimleri olayın peşini bırakmamış, bir zanlı yakalanmış:
2) 'Hamile Kadına Saldıran Şüphelilerden 1'i Yakalandı!': Başlıktan çıkan sonuca göre Ebru Hanım'a saldıran 'şüpheliler' bir kişiden fazlaymış. Haberin içeriğinde diğer iki şüpheliyi arama çalışmalarının sürdüğü belirtilmiş. Bu arada başlıktaki 'hamile' vurgusu gözünüzden kaçmasın.
Aynı gün içinde yapılan bir başka haber web sitesinin manşetinden Saldırgan Bakın Kim Çıktı anonsuyla duyurulmuş. Haberin iç sayfadaki başlığı ise şöyle:
3) 'Ebru Tireli'ye Saldıran, Babasının Çalışanı Çıktı': Bir ajanstan alınan haberin spotundaşu ifadelere yer verilmiş: "Manisa Turgutlu'da 4 aylık hamile Ebru Tireli'ye parkta spor yaparken saldırdığı ileri sürülen şüpheli Mehmet T.'ye polis, kullandığı aracın plakasındanulaştı ve gözaltına aldı. Hem görgü tanıklarının hem de saldırıya uğrayan Ebru Tireli'nin teşhis ettiği; Mehmet T.'nin tarım ilaçları satan babasının işyerinde çalıştığı, evli olduğu ve 6 ay önce de yine bir kadına saldırdığı iddia edildi."
***
Bunlar henüz başlangıç. Soruşturma ve tabii ki bu arada haberler de seri bir biçimde yayımlanmaya devam ediyor. Şu haber onlardan biri:
4) 'Hamile Kadına Saldırıda Flaş Gelişme!': Olayın giderek daha çok aydınlandığını düşünmeye başladınız değil mi? Haberlere bakarsanız öyle görünüyor: "Manisa'nınTurgutlu ilçesinde parkta spor yapan 4 aylık hamile Ebru Kaya Tireli'yi darp ettiği iddiasıyla mahkemeye sevk edilen M.T. tutuklandı."
Sonrasında, hazır suçluyu yakalamışken biraz üzerine gidelim, bakalım başka neler çıkacak demiş gazeteci arkadaşlarımız:
5) 'Hamile Kadını Darp Eden Şahısla İlgili İlginç Detaylar': Aynı gün içinde yine bir ajanstan alınarak girilen bu haberdeki ilginç detaylar nedir diye baktığınızda şu cümleyle karşılaşıyorsunuz:
"Saldırganın kayınpederinin FETÖ soruşturması kapsamında tutuklandığı, eşinin de FETÖ'den gözaltına alındıktan sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığı öğrenildi."
'Bize ne kayınpederinden ya da karısından, nerede kaldı suçların ve cezaların şahsiliği ilkesi' diye feveran etmeye hazırlanıyorsanız acele etmeyin; daha büyük dertleriniz olacak. Çünkü olay bundan daha ciddi ve büyük.
***
15.12.2016'da, yani diğer haberlerden neredeyse bir hafta sonra, Sabah muhabiri Ceyhan Torlak'ın özel haberi giriyor devreye:
6) Park Saldırganı Seri Tacizci Çıktı: Şöyle yazmış Torlak: "Manisa'da hamile Ebru Tireli'ye saldıran Davut K. yakalandı. 34 yaşındaki zanlıdan 16 yaşında kız ile bir kadın "elle ve sözle sarkıntılık"tan şikâyetçi oldu."
Allah Allah, dediğinizi duyar gibiyim. Saldırgan ya da zanlı zaten yakalanmamış mıydı? Adı: Mehmet T. değil miydi?
Haberin son paragrafına bakınca aydınlanıyorsunuz: "Zanlının yakalanmasına yönelik sürdürülen takip sırasında, aynı marka ve modelde araç sahibi olduğu ve eşkal benzerliği nedeniyle gözaltına alınan, mağdur ve tanıklar tarafından da "saldırgana benzetilmesi"üzerine mahkemece tutuklanan M.T. serbest bırakıldı."
Sabah'ın daha önce yaptığı haberlere ilişkin bir düzeltme, bir özür yok. Bu elbette muhabirimizin suçu değil. Daha genel bir bütünlük ve fikri takip sorununun yansıması.
Peki şimdi soruyorum sizlere değerli meslektaşlarım: M.T. hakkında daha önce yayımladığınız haberleri ne yapmayı düşünüyorsunuz?
***
Bu eleştirimin sadece Sabah gazetesine yönelik olduğu sanılmasın. Medyamızın hemen bütün kanal ve televizyonları bu konuda çuvalladı. Bazılarının yanında Sabah çok 'masum' kalır.
M.T.'yi, adını açık açık yazıp, peşinen tekmeci ilan edip üzerine çullandılar. Sıfır bilgiyle M.T.'nin motivasyonunu sorguladılar ve toplumun bir kesimini töhmet altında bırakan, ötekileştiren tahrik ve tezyif edici yorumlar ürettiler. Ebru Tireli hanımefendiye hamile olduğu için saldırıldığını iddia edip olayı olmayacak yerlere bağlayanlar bile çıktı.
'Delil durumundaki değişiklik' nedeniyle serbest bırakıldığında bile 'Hamile kadına tekme atan saldırgan serbest bırakıldı' diye haberler yapıldı. Masum bir insanın itibarı zedelendi, hatta hayatı tehlikeye atıldı.
Davut K. gözaltına alınınca ise gökyüzüne bakılıp ıslık çalındı; hiçbir özeleştiri geliştirmeden, özür dilemeden, eskiden yayımlanmış haberlerin içeriklerini düzeltmeden bu defa da 'Gerçek tekmeci yakalandı, suçunu itiraf etti' haberlerine geçildi.
Hatalarınızdan ne zaman ders almaya başlayacaksınız değerli meslektaşım?