T24 - “Hrant Dink’in çevresi Anadolu Ermenileridir. Hrant Anadolu Ermenilerinin bir sözcüsüdür. Patrikhane çevresinde kümelenen sindirilmiş İstanbullu zengin kesime hep karşı çıktı o.”
“Hrant’ın ‘solculuğu’ ve ‘muhalif Ermeni’ kimliği, bu ülkede azınlık vakıflarına yapılan ayrımcılık ve mülksüzleştirme operasyonlarının sonucunda şekillendi.”
“Türkiye’de bir Ermeni, Ermeni dünyasında bir Türkiyeli olarak dolaşıp durdu Hrant. Türkiye’de Ermeni kimliğine sahip çıktı, yurtdışında Türkiyeli olarak konuştu.”
* * *
Yazar Tuba Çandar’la dün birinci bölümünü yayımladığımız konuşmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
***
NEŞE DÜZEL: Hrant’ın çok acıklı bir hayatı var aslında. Hrant’ın öldürülmesi, insanlara sadece Türkiye’de derin devletin tarihini değil, Anadolulu Ermenilerin ne güçlüklerle ve mücadelelerle hayatta kalabildiklerinin tarihini de anlattı. Hrant bir yetim olarak mı büyüyor?
TUBA ÇANDAR: Hrant yetim değil ama bir yetimhanede sahipsiz bir çocuk olarak büyüyor. Ailesi, Malatya’dan İstanbul’a geldikten sonra parçalanıyor. Çok yoksullar... Anne ve baba çocuklarına sahip çıkabilecek durumda değiller. Çok onurlu bir çocuk olan Hrant işte bu sahipsizlik ortamında, kardeşleriyle birlikte evden kaçıyor. Üç kardeş üç gece Kumkapı’daki bir balıkçı korunağında, balıkların konduğu bir sepetin içinde uyuyorlar. Nineleri Ahçik Hanım Malatya’dan geliyor ve Gedikpaşa Protestan Ermeni Kilisesi’ne, çocukların yetimhaneye alınması için ricada bulunuyor. Aslında yetimhanede sadece Anadolu’dan gelen Ermeni çocuklar kalıyor.
İstanbul’a Anadolu’dan Ermeni çocuklar mı geliyor?
Anadolu’daki bütün Ermeni okulları ve kiliseleri artık kapatılmış. Ermeni çocuklar kendi kimliklerine uzak büyüyorlar. Bazı Ermeni rahipler bu çocuklara el uzatıyorlar. Özellikle, Hrant’ın ‘baba’ dediği Patrik Şınorhk Kalustyan zamanında, birkaç Ermeni rahip Anadolu’ya çıkıyor ve çeşitli köylerde yaşayan Ermeni çocuklarını topluyor. Onları İstanbul’daki Ermeni okullarında okutmak için ailelerinin izniyle İstanbul’a getiriyorlar.
Kitabınızda içimi çok acıtan anlatımlardan biri de, 1915’te yaşanan katliama, soykırıma, felakete ya da kıyıma yaşlı Anadolu Ermenilerinin “kesim” demesi oldu. Bu insanlar, annelerinin, babalarının, kardeşlerinin başlarına geleni “kesime götürüldü” ya da “kesimden kurtulmayı başardı” diye anlatıyorlar. Rahiplerin İstanbul’a getirdikleri bu Ermeni çocuklar, kesim artıklarının çocukları mı?
Aynen öyle. Tabii bu kesime götürülme sözcüğünün altında korkunç bir kurban kavramı da yatıyor... Anadolu’dan getirilen bu çocuklar, Hrant ve kardeşlerinin de barındığı Gedikpaşa Protestan Ermeni Kilisesi’nde kalıyorlar.
Hrant’ın çocukluğu nasıl geçiyor?
Üç kardeş kışları bu kimsesizler yurdunda barınıyor. Gittim gördüm. Kızlar ve erkekler için küçücük iki oda. Bir de mutfak. Yurt dedikleri bu. Kilisenin yakınında Ermenice eğitim veren İncirdibi İlkokulu’na gidiyor bu çocuklar. Bir süre sonra Tuzla’da Ermeni vakıflarına ait bir arazide çocuk kampı kuruluyor. Kuruluyor demek yanlış. Hrant o sırada sekiz yaşında. Bu kampın inşaatını çocuklar, yaşlı Hasan Usta’yla birlikte yapıyorlar. Taş taşıyorlar, ağaç dikiyorlar. Hrant’ın deyişiyle, orayı “Atlantis Uygarlığı” haline getiriyorlar. Sonra Hrant’ın annesi Nıvart Hanım yeniden ortaya çıkıyor. Çocuklarına yakın olabilmek için kiliseye yakın tek odalı bir ev tutuyor ve yurttan kaçıp gelmesinler diye çocuklarını da gizli gizli izliyor.
Film gibi...
Bir gün ortanca kardeş Hosrof, kımıldayan bir tül perdenin arkasında annesini fark ediyor ve anne artık çocuklarından kaçamıyor. Anne çok büyük bir yoksulluk çekiyor. Mantolara ilik açarak yaşamaya çalışıyor ve evlatlarına sahip çıkamamanın büyük üzüntüsünü yaşıyor. O dönemde üç kardeş, koca koca mantoları üst üste küçücük bedenlerine geçirip, Beyazıt’taki terzilerden düşe kalka annelerine ilik işi taşıyorlar. Anneyle oturup kesekâğıdı yapıyorlar. Maçlarda satıyorlar. Hrant kardeşler hep çalışıyorlar. Bu arada Hrant’ın ortaokul yılları başlıyor. Patrikhane’nin yanındaki Bezciyan Ortaokulu’na gidiyor. Kalacak yeri yok. Yetimler yurdunda barınma karşılığı, çocuklara etüt saatlerinde belletmenlik yapıyor. İşte o sırada Rakel’e âşık oluyor.
Kaç yaşındalar?
Rakel yedi-sekiz, Hrant 12-13 yaşında. Rakel, Anadolu’daki Ermeni çocuklarını İstanbul’da okutmak için toplayan rahipler tarafından Silopi’den getirilen ve kendisini Kürt zanneden, Kürtçe konuşan bir aşiret kızı. Rakel’in babası, Ermeni Varto aşiretinin reisi Siament Ağa. Hrant, Rakel’e ilk görüşte âşık oluyor. Rakel, bu aşka uzun süre direniyor. Çok utanıyor. Ama herkes farkında Hrant’ın durumunun. Ateş bacayı sarmış. Yatılı çocukların sorumlusu iki müdire, bunlara Çutak ile Taşnak adlarını takıyor, kendi aralarında iki çocuğu konuşurlarken kimse anlamasın diye. Çutak keman, Taşnak da piyano demek. Böyle de kalıyor adları. Rakel Hrant’a hep Çutak diyor. Sonuna kadar...
Hrant eşiyle çok genç yaşta evleniyor. Bir evi geçindirebileceğine nasıl inanıyor?
Öyle bir şeye falan inanmıyor. O, Rakel’ini kapmak istiyor. Rakel’e ulaşmak onun için bir hülya. Kimsesiz, sahipsiz Hrant, Siament Ağa’nın kızını alacak. Siament Ağa başta Hrant’ı istemiyor. Patrik Kalutsyan, “o benim oğlum” diye devreye giriyor. Siament Ağa başlık parası istiyor. Uzun pazarlıklardan sonra Patrik, beş bin lira başlık parasını verip Rakel’i Hrant’a alıyor. Siament Ağa memleketine dönerken, gizlice bu parayı Hrant’ın cebine koyuyor. Rakel 17 yaşındayken nihayet evleniyorlar.
Nasıl yaşıyorlar?
Hrant’ın babası ve iki kardeşiyle aynı evde oturuyorlar. Küçücük bedeniyle Rakel onlara bakıyor. Onların çamaşırını yıkıyor, yemeğini yapıyor. Bu arada Hrant, bir yandan ekmek parası peşinde koşarken bir yandan da üniversiteye yazılıyor.
Hrant’ın siyasi düşünceleri neler?
Hrant liseyi yatılı okul olan Tıbrevank Lisesi’nde okuyor. Burası Anadolu’dan getirilmiş Ermeni çocukları ruhban olarak yetiştirmek üzere kurulmuş, ancak ruhban yerine mebzul miktarda solcu yetiştirmiş bir okul. O sırada Türkiye, ‘68 Kuşağı denen devrimci gençlik hareketiyle çalkalanıyor. Bunlar da ilk başta Dev Genç sempatizanı oluyorlar. Okulda Hrant’ın çok yakın bir arkadaşı var: Armenak Bakır. Sonradan Türkiye’nin sol tarihine adı, TİKKO’nun liderlerinden biri olarak geçen Orhan Bakır bu. Sol hareket, 12 Mart döneminin baskı ve şiddet ortamında yeraltına çekildiğinde, Hrant, Orhan nedeniyle TİKKO’ya sempati duyuyor. Hatta Ermeni cemaatinin başına kendi eylemlerinden ötürü bir şey gelmesin diye mahkemeye gidip isimlerini de değiştiriyorlar.
Hrant’ın ismi ne oluyor?
Fırat oluyor, Fırat ismini de çok sevdiği Yılmaz Güney’in bir filmindeki rolünden alıyor. Armenak’ın ismi de Orhan oluyor. Orhan Bakır dağa çıkıyor ve 12 Eylül döneminde öldürülüyor. Hrant’ın Rakel’e sevdasını bildiğinden, “Sen İstanbul’da kal” diyor ona. Rakel, eşim bana, “Ben aşkı seçtim. Yoksa ben de dağa çıkardım, benim de sonum Armenak gibi olurdu” demişti. Zooloji okuyan Hrant’ın üniversite yılları da öyle düzenli geçmiyor. Çünkü Hrant hayatta kalabilmek için hep çalışıyor.
Hrant gençliğinde ne tür işler yapıyor?
İşportacılık, saat pazarlamacılığı, fotoğrafçılık, her işi yapıyor. Hrant bir ara Antalya’da bakır, halı satıyor. Kuyumculuk yapıyor. Üç kardeş her gün ekmeği aslanın ağzından almaya çalışıyorlar. Küçücük bir kırtasiye ve fotoğrafçılık dükkânı açıyorlar başlangıçta ve zaman içinde Bakırköy’ün en işlek caddesinde yedi katlı dev bir kitapçı dükkânı olan Beyaz Adam’ı oluşturuyorlar. Üç kardeşin inanılmaz bir başarı hikâyesidir bu.
Hrant gazeteciliğe nasıl başlıyor?
Gene bizim mümtaz Türk basınının Ermeni sözcüğünü sürekli küfür ve hakaret olarak kullandığı, devamlı ASALA ve ardından da PKK ile ilişkilendirdiği bir dönemde, Patrikhane’de dört kişilik bir basın komisyonu kuruluyor. Hrant da bu komisyonda. Bunlar Ermenileri anlatmak için sürekli basına tekzip gönderiyorlar. Sonra basın toplantısı yapmaya başlıyorlar. Başarılı da oluyorlar. “Biz neden kendimiz bir gazete çıkarıp da bu meseleleri dile getirmeyelim, topluma kendimizi anlatmayalım?” diyorlar ve Dolapdere’de farelerin cirit attığı bir ‘ofis’te Agos’u kuruyorlar. Böylece Hrant’ın ikinci dönemi başlıyor.
İkinci dönem nedir?
Hrant, Agos’u var ederken kendisini de önce bir gazeteci, sonra bir düşünce adamı ve siyasi figür olarak var ediyor. Ve adı, Agos çalışanları arasında üstat, usta, hoca anlamına gelen Baron Hrant oluyor. Daha önce ise Hrant’a arkadaşları delifişek anlamına gelen Khent diyorlar. Öyle heyecanlı bir deli oğlan ki...
İmkânsızlıklar içindeki bir çocukluktan Agos’un yöneticiliğine nasıl gelebiliyor? Başka hangi ciddi sıkıntılardan geçiyor bu yolculukta?
Hrant’ın yaşamında önemli kırılma noktaları var. 12 Eylül’de Tuzla Çocuk Kampı’nın yöneticisi rahip Küçükgüzelyan tutuklanıyor. Kampın yönetimini bir süre Hrant eşi Rakel’le birlikte üstleniyor. Sonra Hrant da tutuklanıyor ve üç ay hapis yatıyor, işkence görüyor. Yere yatırıp parmaklarını postallarıyla ezerken ona, “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin” türküsünü söyletiyorlar. Tuzla kampında bir inekleri var. Çocukları doyurabilmek için bu ineğin sütünü bir okula satıyorlar. Bir gün arkadaşları Haço, okulun kapıcısına “kaç litre lazım?” diye sesleniyor. Kapıcı da 40-41 diye bağırıyor.
Evet...
Meğer o gün ASALA tarafından 40 ya da 41’inci diplomat vurulmuş. Kim duymuşsa ihbar ediyor ve haklarında bu yüzden soruşturma açılıyor. Zaten bu ayırımcılığı Hrant hayatının her döneminde yaşıyor. Askerde, yüksekokul mezunu olduğu halde bir tek o, er olarak bırakılıyor, sakıncalılar bölüğüne alınıyor. Tek başına saatlerce ağlıyor. Ayrıca çocuk elleriyle taşını taşıdığı, ağaçlarını diktiği Tuzla Çocuk Kampı da, o askerdeyken, kapatılıyor. 12 Eylül döneminde kampa, devlet el koyuyor.
Tuzla’daki o arazi şimdi kimin oldu?
Orayı da gittim gördüm. Villa tasallutuna uğramış ve koca arazi küçücük kalmış. Zaten Hrant’ın okuduğu İncirdibi Ermeni İlkokulu’nu da yıkmışlar, orası da otopark olmuş. Azınlık vakıflarına yapılan “ayırımcılıklar” ve “mülksüzleştirme” operasyonları sonucunda, Hrant’ın sığındığı yetimhane de kapatılmış. İşte Hrant’ın muhalif “Ermeni kimliği” ve de “solculuğu”, bu hukuksuzlukların ve ayırımcılıkların sonucunda şekilleniyor. Bir de Hrant, hayatının içinde hep bir “Anadolu Ermenisi ve İstanbul Ermenisi ayırımı” da yaşıyor.
Anadolu Ermenisiyle İstanbul Ermenisi arasında nasıl bir fark var?
İstanbul Ermenileri, Anadolu Ermenilerine biraz tepeden bakıyorlar. Onları biraz köylü buluyorlar. Anadolu Ermenileri büyük yoksulluluklardan ve yoksunluklardan geçmiş insanlar. Hrant’ın çevresi, Anadolu Ermenileridir. Aslında Hrant, Anadolu Ermenilerinin bir sözcüsüdür. Patrikhanenin çevresinde kümelenmiş, sindirilmiş bir İstanbullu zengin kesime hep karşı çıkmıştır.
Patrikhane sahip çıkıyor mu Hrant’a peki?
Hayır, çıkmıyor. Kitapta bu konu da sergileniyor. Hrant, Patrikhane’yle büyük ihtilaf içinde. “Okul ve vakıf yönetimlerini Patrikhane’nin egemenliğinden ayırın, sivilleşin, demokratikleşin ve şeffaflaşın” diyor. Patrikhane, Agos’a da sahip çıkmıyor. Ne kadar kıt kaynaklarla çıktığını biliyor ama gazeteye ilan yasağı uyguluyor. Bu yasağı Patrikhane ancak Hrant öldürüldüğünde Agos’a ölüm ilanı vermek için kaldırdı.
Ermeni cemaati Hrant’a sahip çıkıyor mu?
Çıkmıyor. Ermeni cemaati de Hrant’ı çok yalnız bırakıyor. Çünkü Hrant, Ermeni cemaatinin bir kesiminin çıkarlarına çomak sokuyor. Diğer kesim de kendisini Hrant’la Patrikhane arasında sıkıştırılmış hissediyor. Ya da bu kesim sindirilmiş ve kendi kabuğuna çekilmiş olduğu için Hrant’a sahip çıkamıyor. Hrant, kendi cemaatine yönelik taleplerinde son derece devrimci ve seküler aslında. O, Türkiye için önerdiklerini kendi cemaati için de öneriyor. Hrant, tam bir Türkiyeli demokrat! Başörtüsünden Kürt sorununa, her meseleyi kendisinin kılıyor ve ancak demokratikleşmiş bir Türkiye’de sorunların çözülebileceğini düşünüyor. Bu yüzden de AB üyeliğinin inanılmaz savunuculuğunu yapıyor. Sol’u da çok ciddi eleştiriyor.
Nasıl eleştiriyor?
Sadece sınıf mücadelesinden söz ederek solcu olunamayacağını, solun ayırımcılığa uğrayan bütün kimliklere ve kesimlere sahip çıkması gerektiğini söylüyor. Hrant için solculuk her şeyden önce bir vicdan meselesi çünkü.
Türkiye’de Ermeniler hâlâ bir baskı görüyor mu?
Azınlıklar politikasında çok fazla bir şey değişmedi ki. AB’ye uyum için vakıfların mülk edinebilmeleri konusunda bazı adımlar atıldı, ama Türkiye’de Ermeni olmak hâlâ kolay bir şey değil. Devlet Bakanı Cemil Çiçek PKK militanlarına ilişkin olarak daha yeni sünnetli-sünnetsiz ayırımı yapmadı mı?
Hrant’ta müthiş bir Anadoluluk var, sadece Ermeni kültürüne değil sanki Anadolu’daki bütün kültürel değerlere sahip gibi. Gerçekten böyle mi?
Evet. Hrant gerçek bir Anadolulu. Bütün hayatını, ait olduğu o toprakların ruhuna uygun olarak yaşıyor. Mesela evine ayakkabı çıkararak giriyorsun. Hrant maço değil ama gerçek bir Anadolulu. Bir aile babası olarak evin reisi o. Kendisine sahip çıkmayan anne ve babası, ölünceye kadar Hrant’la birlikte yaşıyorlar. Hrant türkü söylüyor, saz çalıyor ama piyano da çalıyor. Onun evinde sofralar kuruluyor, arkadaşlar ağırlanıyor. Rakel’in sofraları meşhur... Hrant aynı zamanda çok otoriter. Agos’ta camları falan indiriyor sinirlendiği zaman. Bir gün genç bir muhabir bir haberi atlıyor. Hrant sinirlenip ayakkabısını çıkarıp çocuğun kafasına fırlatıyor. Ertesi gün toplantıya muhabir çocuk kafasında itfaiyeci miğferiyle geliyor. Hrant dâhil bütün gazete çok gülüyor.
Ailesi için endişe ediyor mu?
Tabii ki... Oğluna yönelik yapılan tehditten sonra deliye dönüyor ve artık ne yapacağını bilemez hale geliyor.
Hayatındaki en büyük amacı ne?
Bence en büyük amacı, kendi davasını anlaşılır kılmak. Geçmişte ve bugün Ermeni kimliğine yaşatılan büyük trajediyi ortak acıya dönüştürmek ve paylaşılır kılmak. Hrant’ın en büyük hayali de Türkiye-Ermenistan sınırının açılması. Çünkü o, Türkiye ile Ermenistan insanı birbiriyle ilişki kurdukça, insanlar birbirine değdikçe, önyargıların tuzla buz olacağını biliyordu. Ayrıca Hrant, soykırımı, Türklerin kafasına vuranlara da karşı çıkıyordu. O, aynı zamanda çok ciddi ve kuvvetli bir Türkiyeliydi. Türkiye’de bir Ermeni, Ermeni dünyasında da bir Türkiyeli olarak dolaşıp durdu. Türkiye’deyken Ermeni kimliğine sahip çıktı, yurtdışında da Türkiyeli olarak konuştu. Türkiye çok ciddi ve güçlü bir demokratını kaybetti.
Ailesi gerçek katillerin ortaya çıkacağına inanıyor mu?
Biz inanıyor muyuz?
Hrant, 19 Ocak 2007’de suikasta uğradı. Neredeyse dört yıl geçmiş. Gerçek katillerin ortaya çıkarılması için gereken her şey yapılıyor mu?
Hayır yapılmıyor.
AİHM Türkiye’yi mahkûm etti. Türkiye Dink ailesine 133 bin avro tazminat ödeyecek.
Aslında Hrant, öldükten sonra da anlatmayı sürdürüyor. Dün açıklanan AİHM kararıyla gene anlatmaya devam etti. Hrant’ın öldürülmesinden sonra ailesi, AİHM’e başvurmuştu. AİHM, dünkü kararıyla, Türkiye devletini, Hrant Dink suikastındaki ihmallerinden ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşama hakkı, ifade özgürlüğü ve başvuru hakkıyla ilgili maddelerini ihlal etmekten ötürü mahkûm etti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı biraz olsun ailesinin acılarına su serpecek.
Hrant’ın cenaze töreni ailesini şaşırtıyor mu? Böylesine büyük bir sevgi bekliyorlar mıydı toplumdan?
Çok şaşırıyorlar ve etkileniyorlar. Hrant’a yaşadığı sırada sahip çıkmayı atlayan aydınlar, öldürülmesinden sonra iyi bir sınav verdiler. Otuz bin imzalı özür kampanyası düzenlediler. Türkiye demokratlarının her sahip çıkışı, aileyi çok duygulandırıyor ve yüreklerine su serpiyor. Belki de bunu gördükleri için yaşamlarını sürdürebiliyorlar bu ülkede.
Hrant böyle büyük bir sevgiyi her kesimden nasıl kazandı?
Sahiciliğiyle kazandı. Kitapta konuşan 125 kişinin her biri de bunu söylüyor. Hrant sahiciliğiyle hepimizin yüreğine ve vicdanına dokundu.
Hrant’ın ölümünden sonra toplumun diğer kesimlerinin Ermenilere davranışında bir değişiklik oldu mu?
Karşı kesimin değiştiğini sanmıyorum. Ama Hrant’ın ölümü, bizlerde bir değişime yol açtı. Hrant, ölümüyle 1915’i görünür kıldı. Hrant bu anlamda da çok destansı bir figür. Yaşarken anlatamadıklarını, sanki ölümüyle anlattı bize. Agos’un kaldırımı üzerinde yatan cansız bedeniyle sanki bugünden geçmişe uzanan bir köprü oldu. Hepimiz orada yatarken gördük onu. “Evet... Anladık... 1915’te bunlar olmuş!” dedik.
Hiç bu kadar zor bir hayat hikâyesi okumamıştım. Hrant’ın gerçek katilleri hâlâ ortaya çıkarılamadı. Kendisinden hukuk ve adalet beklenen devlet hâlâ Hrant’ı yattığı kaldırımdan kaldıramadı. Ama siz, böylesine sahici tanıklıklarla yazdığınız bu kitapla, Hrant’ı kaldırımdan kaldırmışsınız. Teşekkürler...
(Neşe Düzel - Taraf - 15 Eylül 2010)