Bienal ne işe yarar?
16’ncı Venedik Mimarlık Bienali’nin Türkiye Pavyonu’nun hikâyesi, bu soruyla başlıyor ve ‘Gece Vardiyası’ fikri, projenin küratörü Kerem Piker’in ellerinde büyüyor. Bienallerin insanların hayatlarını değiştiremeyeceğini düşünüyor; peki ya gençlerin dünyaları? Onların dünyalarının değişebileceğini söylüyor. Fakat Venedik’e gitmek, orada kalmak, bienale katılmak… Bütün bunlar çoğu öğrencinin karşılayamayacağı kadar büyük masraflar.
Peki ya bienal, geçici konaklama sağlayabilseydi?
Henüz ne sergileneceği bilinmeden odaklanılıyor bu sorulara. Yine bu soruların ardından, bu sene konusu ‘freespace’ yani ‘serbest mekân’ olarak belirlenen Venedik Mimarlık Bienali’ne kurulacak Türkiye Pavyonu’nun fikri gelişmeye başlıyor. Önce, ‘Gece Vardiyası’ olarak yola çıkıyorlar. Dünyanın dört bir yanından öğrencilerin uyku tulumlarıyla gelip, pavyonda tanıştıkları, tartıştıkları, beraber ürettikleri ve uyuyup uyandıkları bir proje üzerinde çalışıyor; bu projeyle İKSV’ye başvuruyorlar.
İKSV’nin seçici kurulu, Kerem Piker’in ‘Gece Vardiyası’nı en iyi üç projeden biri olarak seçiyor. O üç projeye de bir miktar para veriyor ve ekiplerini kurmalarını, projelerini detaylandırmalarını istiyorlar. Piker'in projesi seçiliyor ama projede ‘gece’nin üzeri çiziliyor. Çünkü bienal yönetimi, öğrencilerin geceyi pavyonda geçirmelerini kabul etmiyor. Fakat İKSV, öğrencilerin konaklamasını, uçak biletlerini ve Venedik’teki harcalamalarını karşılama kararı alıyor; proje, ‘Vardiya’ olarak büyümeye devam ediyor.
Klasik algının dışına çıkarak bienal süresince aktif olmak ve yaşamak...
Vardiya, aslında bir mimarlık bienalinde karşılaşılması pek mümkün olmayan bir pavyon resmi çiziyor. Ortak oturma alanları, 10'ar öğrenciden oluşacak vardiyalar için birer ortak alan ve basit bir mekan tasarımından fazlasını vaat etmiyor. Aslında ‘vaat ettiklerini’ anlayabilmek için, projeye biraz daha yakından bakmak gerekiyor.
‘Gece Vardiyası’ için İKSV’nin seçici kuruluna gönderilen metinlerden birinden aktarmak gerekirse: "Mekân yirmi beş hafta boyunca haftalık vardiyalar halinde olmak üzere yedi gün süresince bienali ziyarete gelen mimarlık öğrencilerine sergi saatleri dahilinde buluşma, tartışma, araştırma ve üretmeleri için uygun altyapıyı sunacaktır." Böylelikle Türkiye Pavyonu, klasik bienal algısının aksine, açılış ya da kapanış günlerinde değil, bienal süresince aktif olacak, yaşayacak. Bienalin açılış günündeki pavyon ile son gün arasında fark olacak. Venedik’e İKSV aracılığıyla gelen öğreniciler üretmeye, ürettiklerini pavyonda bırakmaya devam edecekler.
Venedik de bienal de, Piker’in yola çıkışında da vurguladığı gibi, mimarlık öğrencileri için oldukça önemli bir fırsat sunuyor. Ancak Türkiye Pavyonu ile Venedik bir araya geldiklerinde tezat oluşturuyorlar: ‘’Venedik sıcak ve nemli; pavyon serinlik vaat ediyor, Venedik eski ve gösterişli; pavyon yenilik ve alçakgönüllülük vaat ediyor.’’
‘’Pavyonda neyin sergileneceği merak konusu çünkü pavyon aslında kendini sergileniyor’’
Yurtdışı Projeler Yöneticisi Tuna Ortaylı Kazıcı, Venedik Bienali’ne gitme fırsatını bulan öğrencilerin, belki yıllar sonra kendi işleriyle de orada olabileceklerini vurguluyor; ama bu ihtimalden yıllar önce Venedik’i gezme ve bienale giderek orada üretme fırsatının öneminin de altını çiziyor.
Vardiya'nın fikir babası Piker'in İKSV’ye yaptığı başvurunun metninde ‘’Pavyonda neyin sergileneceği merak konusu. Çünkü pavyon aslında kendini sergileniyor’’ ifadesi yer alıyor. ‘’[Gezenler] Sergiden çok pavyonun kendisi ile büyülenecekler’’ derken de aslında asıl ürünün ‘süreç’ olduğuna dikkat çekiyor Piker. Pavyonun sürekli olarak gelişmesi ve değişmesi, gelen öğrencilerin tanışmaları, tartışmaları, her vardiyada farklı bir konuda üretim yapmaları; Vardiya projesinin asıl amacının bir ürün değil, üretim olduğunu gösteriyor. Katılımcı öğrencilerden görüştüğüm İrem Uygur da bunun üzerinde uzun uzun durdu.
Aslında Vardiya’nın her detayında, ‘sürecin önemsenmesi’ hâline rastlamak mümkün. Projenin oluşumunu, küratörlerin fikirlerini, mekanın detaylarını, röportajlarını topladıkları kitap serisinde bile bir kitap, aslında defter olarak tasarlanmış. Bütün sayfaları boş ama tasarımı, diğer kitaplarla hemen hemen aynı. İrem, bu defterin bile üretimin bir parçası olarak algılanabileceğini, kayıt altına alınamasa da, sergilenmese de Vardiya’nın önayak olduğu bir ürün çıktığına dikkat çekti. Yardımcı küratörlerden Yağız Söylev de Vardiya’nın ‘bir içeriği ya da ürünü tanımladığını’ söylüyor ve devam ediyor:
"Doğal olarak zaman serginin en önemli unsuru. Vardiya açılışta biten bir sergi olmayacak. Bienal süresince oluşmaya ve konuşmaya devam edecek.’’
"Bir delilik, gerçekleştiği her ana hayretle baktığım bir çılgınlık"
Kerem Piker’in mimarlığı anlatışı da, projenin nasıl geliştiğini, nasıl bir fikrin üzerine oturduğunu açıkça gösteriyor: ‘’Mimarlığın ilgi alanı ve mimarlığın bilgisi sürekli genişleyen, dönüşen ve kendini yenileyen bir alan. Böyle olduğu içindir ki mimarlığın bilgisinin yeniden üretildiği, paylaşıldığı, tartışıldığı ve yeni katılımcıların sözlerine kulak verildiği ortamlara ihtiyaç var.’’
Yardımcı küratörlerden Yelta Köm ise Vardiya için ‘bir delilik, gerçekleştiği her ana hayretle baktığım bir çılgınlık’ diyor.
"Vardiya’nın sunduğu en önemli şey imkansızlık olabilir"
İrem, sohbet sırasında mimarlık eğitimi alan, mimarlıkla ilgilenen insanların bir araya geldiklerinde birçok insan için ‘ilginç’ ya da ‘garip’ olabilecek, soyut kavramlar üzerine düşündüklerini ve konuştuklarını birkaç kez yineledi. Pavyonda aslında, Piker’in de vurguladığı gibi, bunun önüne geçilebiliyor. Tuna Ortaylı’nın da dikkat çektiği gibi Vardiya, disiplinlerarası bir düşünme ve üretme olanağı sunuyor. Küratör ve yardımcı küratörlerin hepsi mimarlık geçmişine sahip ancak, hemen hiçbiri aktif olarak mimarlık yapmıyor. Vardiyaların yürütücülerinde yoga eğitmeni bile var. Zaten öğrenciler de klasik bir mimarlık üretimi değil, biraz daha ‘deneysel’ sayılabilecek konulara eğiliyor. Korku filmi ya da medyaya dair işler yapıyorlar. Elbette ortak zemin mimarlık ama disiplinlerarasılık da göze çarpıyor. Yelta Köm, ‘’Bir yumak gibi birbirinin içine geçen, çözülmesinin hem kolay hem imkansız olduğu bir durumlar bütünü olan Vardiya’nın sunduğu en önemli şey imkansızlık olabilir’’ diyor.
Piker, Vardiya’nın ilk kitabı ‘Fikir’deki yazısını şöyle sonlandırıyor: ‘’Vardiya umuyorum ki bize mimarlık dünyasında yalnız olmadığımızı bir kez daha hatırlatacak.’’
"Türkiye'ye özgü iş yapma kaygısı gütmeyen bir Türkiye Pavyonu"
Vardiya'nın organize etmesi oldukça zor bir etkinlik olduğu, sanırım ortada. Proje kesinleştikten sonra İKSV, dünyanın dört bir yanından mimarlık öğrencilerine bir ‘açık çağrı’ yaptı. Başvuranlar arasından 120 öğrenciyi seçtiler. Bütün giderleri İKSV’nin karşılayacağı düşünülünce, aslında bütün bu öğrencilerin ‘mimarlık’ temelinde eşitlendiklerini görmek mümkün. Bu da önemli, çünkü Kayseri’den Amerika’ya, İtalya’dan İstanbul’a, farklı gelir ve kültür guruplarından gençlerden bahsediliyor. İrem de bu eşitleyici tutumu önemsediğini belirtiyor ve ekliyor:
"Aslında katılan öğrenciye bir statü de kazandırıyor:.."
Vardiya, belki ‘Türkiye Pavyonu’ olarak geçiyor ama amacı ya da beklentisi, ‘Türkiye’ye özgü’ bir iş yapmak değil. Böyle bir kaygıları yok. Şanslılar ki İKSV’nin seçici kurulu ve yönetiminin de böyle bir kaygısı yokmuş. Tuna Ortaylı, ‘içeriğin önemi’nden bahsediyor ve ekliyor:
"Bunlar olursa Türkiye’yi iyi temsil edecektir zaten."
Vardiya belki bitecek ama vardiya hiç bitmeyecek
Ortaylı, seçici kurulun kararını vermesinin ardından İKSV için tek beklentinin planlananın, planlandığı şekilde gerçekleştirilmesi olduğunu vurguluyor. Aslında bu, standart ve kolay bir beklenti olarak gözükse de, küratör ve yardımcı küratörlerin farklı ülkelerde yaşıyor olmaları, katılımcı öğrencilerin de aynı şekilde farklı coğrafyalardan gelecek olmaları gibi etmenler, işleyişi zorlayabilecek unsurlar. Ortaylı, bienalin başlamasına bir gün kalana, yani 22 Mayıs’a kadar küratör ekibin hepsinin hiç fiziksel olarak bir araya gelmediğini söylüyor. Bu durumun farkına vardıklarında birbirlerine bakıp gülmeye başladıklarını ekliyor.
Yelta Köm, Vardiya için ‘bir organizasyon kâbusu’ diyor. Ancak altından kalkılmış, uyanılmış bir kâbus bu. Yine Ortaylı’dan aktarmak gerekirse serginin bir başka ‘bilinmeyeni’, sürekliliği ve bu da olası bir zorluk olarak algılanabilir: "Normalde] Sergi kurulur, 6-7 ay boyunca sorunsuz devam ettiğine dikkat ederiz. İlk defa ‘yaşayan’ bir sergi sürecinden geçiyoruz."
İrem’e kendisinin Vardiya’dan beklentisinin ne olduğunu sorduğumda bana, "Beklentiden ziyade ‘anti-beklenti’m var. Çünkü gidince, vardiyam bitince, bitecekmiş gibi’’ hissettiğini söyledi. Ancak Vardiya, bienalin kapanmasıyla bitecek gibi görünmüyor. Ortaylı, Vardiya aracılığıyla tanışacak öğrencilerin ilerde ne yapacaklarını takip edemeyeceklerini ama belki de Vardiya aracılığıyla beraber üretmeye devam edeceklerini söylüyor.
Kitap dizisinin sürpriz defteri de birilerince doldurulmaya devam edecek. İrem’in vardiyası bittikten sonra Vardiya, belki de bitmeyecek.
Bülent Ortaçgil'in de dediği gibi;
Önümüzde barajlar var
Bu su hiç durmaz...