Geçen hafta bir elbisenin renkleriyle ilgili sosyal medyada tartışma olmuş, renkler konusunda anlaşamayan insanlar iki kampa bölünmüştü. Bu durum, görme eylemi gerçekleşirken beyinde neler olup bittiğine bir kez daha bakmayı zorunlu kılıyor.
Düşünün ki gün batımını izliyoruz. Renklerin güzelliği konusunda anlaşıyor olabiliriz; ama renkleri algılama şeklimiz ve ne şekilde gördüğümüz farklı olabilir.
Aslında bu tartışma bir anlamda nöroloji tartışmasından çok felsefi bir tartışmadır. Hiçbirimiz bir diğerinin yerinde geçemeyeceği için onun algısının nasıl olduğunu bilemeyiz. Bu özellikle renk körlüğü durumunda daha fazla geçerlidir. Erkeklerin yüzde 8’i, kadınların ise binde 5’inde görülen renk körlüğü, fark edilmeden var olabilir. İnsanlar renkler arasında bir ayrım olduğunu bilir ama bunu ton farklarıyla ifade eder.
Renkler nasıl görülür?
BBC Türkçe’de yer alan habere göre, renkleri görmemiz gözün arkasındaki duyargalarla mümkündür. Bunlar ışık yoluyla alınan bilgiyi beyinde elektrik sinyallerine dönüştürür. Nörologlar bunları fotoreseptör olarak adlandırır. Bunların farklı türleri vardır ve insanlarda genellikle renkli ışığı algılayan üç fotoreseptör vardır. Bunlar mavi, yeşil ve kırmızıya duyarlıdır ve buradan gelen bilgiler birleştirilerek diğer renkler de algılanır. Renk körü erkeklerin çoğunun yeşil reseptöründe sorun vardır. O yüzden yeşille bağlantılı diğer tonları ayırmada sorun yaşarlar.
Bazılarında ise bir renge karşı aşırı duyarlılık söz konusudur. Bunlara sahip oldukları dört foto reseptörü ifade edecek şekilde “dört renk” anlamında tetrakromatlar denir. Kuşlar ve sürüngenler tetrakromat oldukları için kızıl ötesi ve mor ötesi renkleri de görürler. Çok nadir görülen tetrakromat insanlar ise normal renk yelpazesi içindeki renkleri görürler; ama kırmızı ile yeşil arasındaki renklere karşı duyarlı dördüncü reseptörden dolayı tüm renkleri çok daha farklı tonlarıyla algılarlar. Bu insanlar için de üç reseptörlü normal insanlar renk körüdür aslında.
Psikolojik etken
Psikolojide davranışçılık adı verilen kuram insanların iç tecrübelerine ve iç algılarına önem vermemektedir. Oysa belki de bu algıların farklı olması kaçınılmazdır. Ve belki de hepimizin ortak dilde mavi dediği şeyi her birimiz farklı algılıyoruzdur ve o algıda bize özgü bir şeyler vardır. Algıladığımız mavide ham ışığa ait bilginin yanı sıra duygularımız ve anılarımız da iç içe geçmiştir.
Yani gün batımında siz daha canlı bir mavi görmüş olabilirsiniz; ama benim başkalarıyla seyrettiğim diğer gün batımlarıyla ilgili anılarım sizde olmayacaktır. Gözlerimizi kontrol ettirip kimin renkleri daha iyi gördüğünü tespit edebiliriz belki; ama karşımızdaki insanın o rengi nasıl gördüğü bilgisine sahip olamayız hiç. Günbatımının güzelliği ve her birimizin kendine özgü bir maviyi gördüğü konusunda hemfikirsek, aynı şeyi görmesek de onu paylaşmışız demektir. Bu paylaşma da iki tarafa özgü bir şeydir sadece. Çünkü dünyada hiç kimse iki aynı zihni paylaşmıyor.