Agos yazarı Nayat Karaköse, Serpil Doğulu’nun son dönemde sık sık siyasi içerikli paylaşımlarda bulunan gelini, oyuncu Beren Saat’e ‘aileme zarar veriyorsun’ diyerek tepki gösterdiği iddialarını köşesine taşıdı. Türkiye’de yaşayan pek çok insanın Serpil Doğulu’ya benzer kaygılarla görüşlerini açıklamaktan çekindiğini ifade eden Karaköse “21. yüzyılda, risk ‘tehlikenin’ veya ‘korkunun’ yerini almışken, biz bu coğrafyada ‘korku’nun gölgesinde yaşar hale geldik. Marmaray’ın varlığı ile veya Victoria’s Secret’ın Türkiye’de mağaza üstüne mağaza açmasıyla ilerleme mümkün olmuyor” ifadelerini kullandı.
Nayat Karaköse’nin “Beren Saat’in dilsizleşmesi” başlığıyla Agos’ta yayımlanan (1 Ağustos 2015) yazısı şöyle:
Sosyal medya ile haşir neşir olanlar bilir, Beren Saat uzun süredir toplumsal olaylarla ve özellikle de yüreğimizi yaralayan meselelerle ilgili tepkisini sosyal medya hesaplarından, içtenlikle paylaşıyor. Bir kadın için paylaşması en güç olaylardan tacize uğrama hadiselerini, Özgecan’ın vahşice katledilmesinin ardından büyük bir içtenlikle ve cesaretle paylaşmıştı.
Serpil Doğulu faktörü
İddialara göre, Beren Saat’in kayınvalidesi Serpil Doğulu, Beren Saat’in siyasi içerik de barındıran paylaşımlarından oldukça rahatsızmış; kaygısı ise torunları dahil tüm aileye zarar gelmesiymiş... Bu paylaşımlarda büyük ihtimalle en büyük kriz, HDP minibüsü kullanan şoförün yakılmasının ardından Saat’in ortaya koyduğu tepkiden sonra çıktı. Öyle ki, Beren Saat, bu paylaşımını silmek zorunda kaldı. LGBT Onur Yürüyüşü’ne gerçekleşen polis müdahalesine gösterdiği tepkiden bu yana, Beren Saat hiçbir paylaşımda bulunmadı.
Birçoğumuzun ailesinde veya çevresinde bir veya birkaç Serpil Doğulu var; kaygılar ise benzer, ailemize, işimize zarar gelmesin... Yıllardır kendi gerçek isimlerini unutup kendilerine taktıkları ‘Türk’ isimle yaşamaya alışan yüzlerce azınlık mensubu, 24 Nisan anmalarında ‘mim’leniriz korkusuyla Yerevan’a veya Taksim Meydanı’na gidemeyen onlarca kişi sosyal medyada siyasi içerikli bir şey paylaşır paylaşmaz, yaşı kaç olursa olsun hemen müdahale eden ve hatta sosyal medyaya sırf bu korumacı-kollamacı tavırla hesap açan anne babalar...
“İşime zarar gelir” veya “ünüm zedelenir” kaygısıyla birçok iş insanı, akademisyen, gazeteci veya sanatçı, siyasi boyutu da olan toplumsal olaylarda tercihlerini sessiz kalmak yönünde kullanıyorlar. Bu sessizlik için onları suçlamak veya onlara saldırmak, bu durumu yaratan koşulları sorgulamadan çok güç. Geçtiğimiz günlerde Murat Boz’un “HDP’ye oy veriyorum” çağrılı afişlerde adının yer almasına tepki gösterip, yalan olduğunu kanıtlamaya çalışmasına, yaşadığı paniğe ve açıklamalarına hepimiz şahit olduk.
Türkiye’nin ifade özgürlüğü karnesi belli ve durum giderek kötüleşiyor. Herkes tepkisini ifade etmek zorunda değil pek tabii, ama asıl kaygı verici olan, giderek daha çok korkmamız veya endişelenmemiz ve tepkisini ifade edenlerin mecralarının ellerinden alınması.
Maruz kaldığımız psikolojik ve sembolik şiddet, bizi dilsizleştiriyor; hislerimizi de, kelimelerimizi de kendimize saklıyoruz. “Başıma birşey gelmeyecekse...” ile başlayan cümleler dahi kuramaz hale geliyoruz kimi zaman.
21. yüzyılda, risk ‘tehlikenin’ veya ‘korkunun’ yerini almışken, biz bu coğrafyada ‘korku’nun gölgesinde yaşar hale geldik. Marmaray’ın varlığı ile veya Victoria’s Secret’ın Türkiye’de mağaza üstüne mağaza açmasıyla ilerleme mümkün olmuyor maalesef. Halen trene binerken bizi karşılayan söz “Aradaki boşluğa dikkat ediniz” yerine, “Lütfen inenlere öncelik veriniz...”