Politika

'Hekimler, hasta tutukluları etnik kökene göre ayrıma tabi tutuyor'

Mardin Barosu Başkanı Azad Yıldırım, bir hekimin görme yetisini kaybetmiş tutukluya 'Yalan söylüyorsun! Görüyorsun' dediğini söyledi

02 Aralık 2013 19:13

Mardin Barosu Başkanı Azad Yıldırım, Metris 2 No’lu R Tipi Ceza İnfaz Kurumu, Silivri Ceza İnfaz Kurumu ve Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’ndaki 12 hasta tutukluya ilişkin yaptıkları araştırmada, hekimlerin bazılarının hasta tutuklulara tanı ve tedavilerinde ‘etnik köken’ ve ‘yargılandıkları davalar’ çerçevesinde ayrıma tabi tuttularını belirtti. Yıldırım'ın aktarımına göre, bir tutuklunun bir gözü tamamen, diğeri % 95 görme yetisini kaybetmiş olması nedeniyle gösterilen yazıyı okuyamaması üzerine, doktor “Yalan söylüyorsun! Görüyorsun!” diye hüküm vermiş.

Radikal gazetesinden Sedat Yurtdaş'ın Mardin Barosu Başkanı Azad Yıldırım'ın açıklamalarına yer verdiği "Hasta tutuklulara 'ölüm cezası' mı?" başlığı ile yayımlanan 2 Aralık 2013 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyle:

 


Metris 2 No’lu R Tipi Ceza İnfaz Kurumu, Silivri Ceza İnfaz Kurumu ve Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’nu ziyaret ederek 10’u görüştükleri, 2’si de haklarında genişçe bilgi aldıkları 12 tutukluya ilişkin olarak, Mardin Barosu Başkanı Azad Yıldırım’ın açıklamaları önemliydi.

Daha geniş bilgi ise Yıldırım’la birlikte incelemeyi yapan Batman Barosu Başkanı Ahmet Sevim, Van Barosu Başkanı Murat Timur, Hakkâri Barosu Başkanı Muhittin Güngör tarafından, on dört Kürt ilinden gelen baro başkanı ve genel kurul delegeleri olarak yapılan toplantıda aktardıkları oldu. Basın toplantısı da yapılmış olmalı.

Bölge illerindeki cezaevlerinin kapasitelerinin çok üzerinde dolması da gerekçe gösterilerek, çok sayıda tutuklu ve hükümlünün, sürgün niteliğinde, Edirne dahil olmak üzere pek çok uzaktaki cezaevine nakledilmesi yetmezmiş gibi, hasta tutuklu ve hükümlülerin tedavi süreçleri ve tutuldukları cezaevleri ile maruz kaldıkları muameleler gerçekten de endişe verici boyutlarda.

- Hastaneye gitme ve muayene taleplerine uzun süre cevap verilmemekte,
- Ağır hastalar için aciliyeti olan tıbbi tetkikler için dahi 3-4 ay sonrasına gün verilmekte,
- Cezaevlerinden hastaneye ambulans gibi araçlar yerine, ‘ring’ tabir edilen araçlar kullanılmakta,
- Hasta tutuklu/hükümlüler, işlemlerinin yapılması süresince hastanede uygun yerde/odada bekletilmek yerine genellikle gün boyu ring araçlarında bekletilmekte,
- İstanbul Protokolü’ne aykırı olarak hasta tutuklular tıbbi işlemler ve muayene sırasında dahi elleri kelepçeli olarak tutulmakta,
- Hekimlerin bazılarının hasta tutuklulara tanı ve tedavilerinde ‘etnik köken’ ve ‘yargılandıkları davalar’ çerçevesinde ayrıma tabi tutulmakta,

Söz gelimi, 64 yaşında, kalp-damar hastası olan ve aynı zamanda beyin tümörü nedeniyle tedavi görmekte olan Osman Akdağ’ın, Silivri Devlet Hastanesi’nde kelepçeli muayene edilmesine yaptığı itiraza karşılık olarak doktor, “Ben nasıl istersem öyle muayene ederim! Git BDP’li milletvekilleri seni tedavi etsin!” diyebilmiş.

Sevim Er’in, bir gözü tamamen, diğeri % 95 görme yetisini kaybetmiş olması nedeniyle gösterilen yazıyı okuyamaması üzerine, doktor “Yalan söylüyorsun! Görüyorsun!” diye hüküm verebilmiş!

Felçli, konuşamayan, 57 yaşındaki Salih Tuğrul isimli bir hükümlüye 62 yaşındaki diğer bir hasta, Hayrettin Beştaş bakıcılık yapmakta. Aynı Tuğrul’un, hakkında, Siirt Terörle Mücadele Şubesi, hafızasını kaybetmiş, yürüyemeyen ve tek başına hiçbir ihtiyacını karşılayamadığı halde, “Toplum güvenliği için tehlikelidir” diye görüş bildirdiğinden, Adli Tıp Kurumu raporuna rağmen maalesef tahliye edilmediği zaten yansımıştı.

Barış/Çözüm sürecinin de önemli taleplerinden, unsurlarından biri olan, sayıları en son 309 olarak açıklanan ancak 163’ü ölüm sınırında olduğu belirtilen ‘hasta tutuklu ve hükümlülerin salıverilmesi’nin bir an önce gerçekleşmesinin çok büyük değeri olacağı tartışmasızdır. Tutuklu ya da hükümlü olmaları, can güvenliğinden yoksun hale geldiklerinden elbette söz edilmemeli.

Kısa bir süre önce, Okmeydanı Hastanesi’nde kan kanseri nedeniyle yaşamını yitiren 17 yaşındaki Abdullah Akçay benzeri bir olayın bir daha yaşanmaması için, başta Adalet Bakanı olmak üzere bütün ilgililer görevlerini hiç zaman yitirmeden yerine getirmeliler. Tutuklu ya da hükümlü olmak, çürümeye, ölüme terk edilmek anlamına asla gelmemelidir. Hele hele hiçbir şekilde siyasetin, çatışmanın ‘bir pazarlık unsuru’ olarak görülmemelidirler.

Nitekim daha bir buçuk ay kadar önce bir soru önergesine verdiği yanıtta, Adalet Bakanı’nın, ‘113 kişi hakkında Adli Tıp Kurumu raporu beklendiği’ni belirtirken 216 kişi hakkında ise ‘tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca yerine getirilen işlemlerin devam ettiği’ni bildirerek ‘Adli Tıp Kurumu’ndan rapor beklenirken 14 kişinin eceliyle vefat ettiğini’ söylemesi dolayısıyla ceza hukukunun esas amacının topluma kazanma, ıslah olmasına karşın, hasta tutuklu ve hükümlülerin adeta ölüme terk edildikleri bir tür itiraf edilmiş oluyor.

Tüm bu sebeplerle, çok sayıda baro başkanının ortak taleplerinin gereği yapılmalı.

- Hasta tutuklu ve hükümlülerin, gerek tedaviye götürülüp getirilirken gerek hekim önünde insanca muamele görmelerinin sağlanması,
- Tedavilerinde ayrımcılığa kesin olarak son verilmesinin sağlanması,
- Bağımsız bir hekim grubunun hasta tutuklu ve hükümlüleri ziyaretle durumlarını tespit etmesi,
- Adli Tıp Kurumu raporlarına rağmen, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Uygulanmasına Dair Kanun’un keyfiliğe yol açan 16. maddesinin ‘toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı’ yönündeki şartın derhal kaldırılması gerekir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız